22 Aralık 2007 Cumartesi

Saçta kepeklenme ve tedavisi

Şikayet

Kafa derinizden beyaz beyaz bir şeyler dökülüyor.

Nedenleri

Derideki yağbezleri iltihabı : Omuzlarınıza adeta kar taneleri düşüyor, başka belirti yok. Veya kaşlarınızda, burnunuzda, kulaklarınızın arkasında, hatta koltuk altlarınızda ve cinsel organlarınızda çok miktarda pul pul kabuk ya da kepek var. Kızarma, kabuk bağlama ve akıntı görülüyor. Bunun nedeni kesinlikle bilinmiyor, ancak bu muhtemelen aşırı yağlanmayla birlikte görülen ve çoğunlukla fiziksel ya da duygusal stresle, aşırı sıcak ve nemli havayla veya soğukla daha da kötüleşen bir mantar enfeksiyonundan kaynaklanabilir.

Kendi kendine yardım yöntemleri genellikle işe yarar.


Sedef hastalığı : Önce kepek vardı, ama artık lekeler başladı ve bu beyaz pullarla kaplı kabarık lekeler saç derisine, dizlere, dirseklere ve kaba etinize yayıldı.

Lekeler kaşınıyor veya ağrı yapıyor. Tırnaklarınızda yumuşama ve renk atma, eklem ağrıları ve sertleşme de söz konusu olabilir.

Mantar Enfeksiyonu : Saç derinizde kaşınan, kırmızı veya gri lekeli pullar var. Muhtemelen saçınız biraz döküldü. Mantar enfeksiyonlarına mikroskopik organizmalar yol açar. Tutulmalar hafif ile ağır arası derecelerde olabilir. Enfeksiyon genellikle hijyene dikkat etmemenin sonucudur. Bazen reçetesiz veya reçeteli ilaç gerekebilir.

Kendiniz Ne Yapabilirsiniz?

Reçetesiz veya reçeteyle verilmiş ve sülfür, asit salisilik, selenyum veya katran içeren bir şampuanla her gün yıkayın. Talimatlara harfiyen uyun ve iyice durulayın. Bir güçlendirici yararlı olabilir.

Önleme

Kepeğe karşı şampuanı ara sıra, normal şampuan kullanımının arasında kullanın. Farklı şampuanları deneyin, iki şampuanı değişmeli kullanın veya birkaç günde bir şampuan değiştirin.

Öteki Nedenler

Kontakt dermatit

Çocuğunuzun Tedavisi

Yumuşak bir saç fırçası veya diş fırçasıyla saç derisinin rahatsız bölgesini (pullu, kırmızı, kabuklu ya da akıntılı kısmını) yumuşatın. Kabuklar çıkmayacak kadar sertse, ılık bebe yağı sürün ve çocuğunuzun başına ılık havlu sarıp 15 dakika beklettikten sonra kepek giderici şampuanla yıkayın, ancak şampuan çocuğun gözüne kaçmasın.

Göbek Fıtığı

Göbek fıtığı olan bir bebekte , bebek ağladığı, öksürdüğü ya da gerindiği zaman göbek deliği çevresinden dışarı doğru şişen yumuşak bir çıkıntı dokusu vardır.

Doğumdan önce tüm bebeklerin kan damarlarının göbek kordonuna ulaşmak için geçtiği bir delik vardır. Bazı durumlarda (beyaz bebeklere kıyasla siyah bebeklerde) bu delik doğumdan sonra tamamen kapanmaz.

Sorun göbek deliği çevresindeki halkayı bir araya getirememekten doğmaktadır. Sonuçta az bir miktar bağırsak göbek deliğinden dışarı kayar.

Diğer fıtıkların aksine göbek fıtığının tehlikesi çok azdır.

Bebek altı aylık olmadan önce ortaya çıkanların çoğu bebek bir yaşına girdiğinde yok olur. Fıtık gittikçe daha büyümedikçe çocuk beş yaşına girene kadar zamanla iyileşmedikçe veya herhangi bir engel oluşturmadığı sürece ameliyat nadiren gereklidir.

Göbek fıtığı göbek deliği etrafındaki halkanın ortaya toplanamamasından dolayı oluşur. Bu durum öksürme , gerilme ve ağlama esnasında daha da dışarı çıkan yumuşak bir çıkıntı ortaya çıkmasına neden olur.

DİKKAT: Bu tip kitle görüntü açısından endişe yaratırsa da tıbbi açıdan problem çıkarmaz . Küçük delikler birkaç ayda iyileşirken ,büyük deliklerin iyileşmesi iki yıla kadar sürebilir.

Bel sargıları , yara bantları ve yapışkan uçlu bantlar güncelliğini kaybetmiştir ve etkili olmayan yöntemlerdir. Ayrıca deriyi tahriş edebilirler.

“En iyi tedavi hiç tedavi etmemektir!!”

Göbek fıtıklarını ameliyatla düzeltmek basit , güvenli bir yoldur ,fakat yalnızca anneyi ve babayı rahatsız eden büyük yada büyümekte olan delikler için geçerlidir.

Ancak ;

• fıtık içeri itildiğinde içeri girmiyorsa ,

• aniden büyümeye başladıysa ,

• hassaslaşırsa ,

• bebek ağlayınca fırlıyor ve

• bebekte kusmaya neden oluyorsa doktora başvurun.

Göbek düşmeden önce geçici olarak dışarı fırlayan göbeği fıtıkla karıştırmayın. Fıtık bebek ağladığında dışarı fırlar, göbek fırlamaz

Pankreas Kanseri

Hastalığın tanımı
Pankreastan köken alan tümörlerdir.

Nedenleri, Görülme sıklığı

Eşlik eden durumlara rağmen etyoloji bilinmemektedir.

Eşlik eden durumlar : ırk , diabetes mellitus ( şeker hastalığı ) , tütün , çevresel ve mesleki faktörler ve gıdasal lipidler

İlginç olan , tütün kullanımının etkisi ile ilgili bulgular düzenlendiğinde pankreatit , alkol ve kahve arasında birliktelik görülmemiştir.

Risk faktörleri :

Çok muhtemel : ırk, diabetes mellitus, tütün

Muhtemel : çevresel / mesleki durumlar , gıdasal lipid

Pankreas kanseri erkeklerde kadınlardan daha sık görülmektedir.

Ortalama yaş erkeklerde 63 , kadınlarda ise 67 dir.

İnsidans/ prevalans : Her yıl yaklaşık 28.000 yeni olguya tanı konulmaktadır. Etnik gruplar arasında değişimler vardır. Siyah ırk ve havaililerde sıktır.

Korunma

Tütün kullanımı engellenir ( sigara bırakılmalıdır ).

Belirtiler

Kilo kaybı ( %90 ), ağrı, iştahsızlık, kaşıntı, diabetes mellitus, malnütrisyon, karaciğer büyümesi, palpabl ( ele gelen ) safra kesesi, karında hassasiyet, kitle, assit ( karın boşluğunda sıvı birikmesi )

Tanı

Tripsinojen düzeyi , glukoz testi , amilaz, üst sindirim sistemi grafisi. Bilgisayarlı tomografi : tanı koymak için çok yararlı bir yöntemdir ; radyolojik incelemeden çok daha hızlı ve etkin bir görüntü sağlar. Ultrasonografi, ERCP ( endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi ), PTC ( perkütan transhepatik kolanjiografi ), anjiografi, biyopsi, özofagogastroduodenoskopi tanı koymakta kullanılan diğer yöntemlerdir.

Tedavi

Pankreas tümörlerinde cerrahi tedavi uygulanarak pankreasın bir bölümü çıkarılabilir.

Tümör gövde ve kuyrukta yer alıyorsa cerrahi girişim zor değildir ; pankreas başı tümörlerinde ise pankreas başının yanısıra safra kesesinin , onikiparmak barsağının ve midenin bir bölümünün de çıkarılması gerektiğinden tedavi daha karmaşıktır. Daha sonra , sindirim kanalının bütünlüğünü korumak için sağlam kalan safra yolları ile pankreas yollarının sindirim kanalına boşalmasını sağlamak gerekir.

Radyoterapi ve kemoterapi önerilebilir.Ancak bu uygulamalar bu güne kadar radikal bir sonuç vermemiştir.Onkoloji doktorlarının çok zor durumda kaldığı bir sorundur.Kısa süre içerisinde tümör büyüyerek safra yolunu tıkayıp karaciğeri devre dışı bıraktığından,alınan besinlerin karaciğerde değerlendirilerek 12 parmak barsağına gönderildiği noktada tıkanma olduğundan karaciğer ve safra kesesi devre dışı kalıp,billuribin kana geçmektedir.Bunun sonucunda kanın yapısı bozularak beyinsel ve tüm organsal faaliyetlerde aksamalar meydana getirdiği gibi,tüm deri rengini de sarı renge boyamaktadır.Bu durumda yine zaman kazanmak ve safra yollarının sindirim kanallarına boşalmasını sağlamak için ameliyatla drenaj açılmaktadır.Bu da elbette bir çözüm olmamaktadır.

Prognoz/Hastalığın gidişi

Klasik tedavilerle,üç yıllık yaşam oranı ( survi ) %2,5 ; beş yıllık yaşam oranı %1 dir.

Potansiyel olarak tedavi edilebilen hastalıklarda cerrahiyi takiben , beş yıllık yaşam oranı yaklaşık % 4 tür.

Komplikasyonlar ve Riskler

Ağrı

Sarılık

Malnütrisyon

Diabet

Aşağıdaki belirtiler olduğunda tanı için mutlaka doktorunuza başvurun

Sürekli karın ağrısı , iştahsızlık , yorgunluk , sırt ağrısı veya bu hastalığın diğer belirtileri varsa .

Safra Kesesi Taşları

Anatomi
Karaciğer ve Safra Kesesinin anatomik konumu

Safra kesesi karaciğerin altındaki özel yerinde yerleşmiştir.Karaciğer tarafından üretilen ( safra kesesi,safranın üretildiği yer değildir) sarı-yeşil renkli safrayı depolar.Yemekten sonra,safra kesesi ,safrayı ince barsağa salgılayarak yağların sindirimine yardımcı olur.

Safra taşları;safra kesesi içinde oluşan kollesterol kristalleri, pigment materyallerinin yapışarak kümeler oluşturmuş halleridir.

Safra Kesesi Taşları niçin oluşur?

Bazı safra bileşikleri (kollesterol gibi )safrada kolaylıkla çözünmez.Bileşikler çok fazla olduğu zaman ,çökerek sert kristaller oluştururlar.Bu yapılar birleşip yapışarak safra taşlarını oluştururlar.

Tüm safra kesesi taşları aynı mıdır?

Hayır.Farklı safra taşları tipleri vardır.Safra bileşimindeki çökelmeye yatkın maddelere bağlıdır.Keza,taşların büyüklükleri ve şekli çeşitlidir.

Safra taşlarının % 90'ı Kollesterol safra taşlarıdır.Diğerleri bilurubin safra taşlarıdır. (Bazı kan erime hastalıklarında sıktır )

Kimlerde safra taşı sık olarak görülür?

Genellikle 4 F kuralı vardır ( Fatty,Fourty,Female,Fair )Sarışın (kumral) tenli,40 yaşını geçmiş,kilolu,çok doğum yapmış kadınlard daha sıktır.

Safra Taşlarının belirtileri nelerdir?

Hiç bir belirti vermeyebilir.(Asemptomatik safra taşları = Yaklaşık safra taşlarının % 80'nini oluşturur.Sessiz safra taşı adı verilir.)Belirtileri arasında ; şiddetli karın ağrısı,bulantı-kusma (özellikle yağlı bir yemekten sonra oluşur )

Safra taşı kese dışına çıkıp safra yollarına düşmüşse ;bu belirtilere üşüme titreme,ateş,sarılık eklenebilir.

Gaz ve hazımsızlık safra kesesi taşı ve safra kesesi hastalığı belirtisi değildir.

Teşhis

Ultra sonografi ile kolayca teşhis konulur. Genellikle başka bir problem araştırılırken tespit edilir.

Tedavi

Sessiz taşlara tedavi gerekmez.(Herhangi bir şikayet vermeyen taşlar)

Belirtiler görülen ,iltihaplanma görülen,hele hele sarılık meydana getirmiş safra kesesi taşları mutlaka alınmalıdır.

2 yöntem vardır:

1-Açık safra kesesi ameliyatı :

Karında nispeten geniş bir kesi yapmak gerekir.Hastanede 5-7 gün kalmayı gerektirebilir.

2-Laparoskopik Kolesistektomi:

Laparoskop denilen bir cihazla karında küçük bir delik açılarak safra kesesinin alaınmasıdır.Cerrah tüm işlemi bir TV monitoründen görür.Karın adeleleri çok kesilmediğinden iyileşme süresi daha kısadır.

Laparoskopik Safra Kesesi ameliyatı ve kullanılan video cihazı görülmektedir.

Diğer tedavi yöntemleri :

Operasyona engel bir durum mevcutsa,hasta operasyonu kabul etmiyorsa ,taş uygunsa çözücü (eritici tedavi) denenebilir.6 ay-1 yıl Tedavi sürer Tekrarlama şansı yüksektir.En iyi adaylar :Hafif belirtileri olan ve 1.5 cm den küçük safra taşları olan kireçlenme içermeyen taşları olan kişilerdir.

Taş eritme tedavisindeki bir hastanın 6 aylık bir dönem içerisinde taşların yavaş yavaş eridiği gösterilmektedir.

(Taş eritme tedavisi-bazı ciddi yan etkileri olduğundan- Yurdumuzda halen pek sık kullanılmaktadır)

ESWL ( Taş Kırma Tedavisi)

Ultra ses dalgası (ultrasonik) kullanılarak taşların parçalanmasına dayanır.Çok sık kullanılmaz.(bazı özelleşmiş merkezler dışında ) Birlikte safra taşı çözme tedavisi ( ilaç ) da verilir.

(Taş kırma tedavisi-bazı ciddi yan etkileri olduğundan-Türkiyede pek sıklıkla kullanılmamaktadır)

Korunma

Şişmanlık risk faktörüdür.Kişiler ideal kilolarına getirmelidir.Diğer yandan safra kesesi taşları için özel diyet yoktur.

Beslenme çantasında neler olmalı?

Okul çağı dönemde çocukların fiziksel aktivitelerinin artması ile bu dönemdeki enerji ve besin değerleri daha da artmaktadır. Bu dönem; çocukların okulda hızlı öğrenme, bilgi ve beceri kazanma süreçleri için de çok önemlidir. Yeterli ve dengeli beslenen çocukların okul başarılarının daha iyi ve dikkat dağınıklıklarının daha az olduğu bilinmektedir. Çocuğun hem fiziksel gelişimi hem de okul başarısında beslenme alışkanlıklarının önemi açıkça görülmektedir.
Çocukların okul çağındaki beslenme alışkanlıklarının oluşması, yetişkin dönemlerindeki beslenme alışkanlıklarının belirlenmesi, ileride kalp ve şeker gibi kronik hastalıkların ortaya çıkma riskini de belirlemektedir. Bu nedenle okula devam eden çocukların beslenme alışkanlıklarına dikkat edilmeli, neyi ne kadar yemesi gerektiği çocuğa öğretilmeli ve bunun devamlı olması sağlanmalıdır.
Yetersiz ve dengesiz beslenen, yağ ve karbonhidrat, kalori içeriği yüksek gıdalar tüketen, yemek saati düzensiz olan çocuklarda yetişkinlik döneminde kronik hastalıklara yakalanma oranlarının daha yüksektir. Bu hastalıklar;
*Diabet (şeker hastalığı) *Karaciğer Yağlanması
*Kalp Hastalıkları * Obezite
*Damar Sertliği *Mide Hastalıkları
*Gut *Kemik ve Eklem Hastalıkları
*Kanser *Diş ve ağız sağlığında bozukluklar
Beslenme çantalarına konulan besinlerde yapılan yanlışlar
Çocukların okulda yemesi için hazırlanan ve beslenme çantalarına konulan besinler konusunda yanlışlar yapılmaktadır. Çocuğun kahvaltı etmeden okula gitmesi, yanında götürdüğü besinlerin seçimindeki hatalar ve açıkta satılan besinleri tüketmelerine izin verilmesi, yanlış beslenme alışkanlıklarına dolayısıyla da yetersiz beslenmeye neden olmaktadır. Bu da ileri yaşlarda ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarına da davetiye çıkarmaktadır.

Hangi besinler zararlıdır?
Bilinçsizce veya hazırlanması kolay olsun diye çocuğun beslenme çantasına konulacak olan kek, bisküvi, hazır meyve suları, gofret, çikolata, börek, kurabiye, kurupasta, poğaça gibi besinlerin yağ ve kalori oranları yüksektir. Özellikle basit karbonhidrat (şeker) içeren besinlerin çocuk tarafından tüketilmesi de sakıncalıdır. Bu besinler, kan şekerinin hızla yükselmesine ve ardından hızla düşmesine sebep olacak bu besinler çocukta insülün seviyesinde bozulmalara, dikkat dağınıklığına, diş çürüklerine ve yüksek kalori içerdikleri için de obeziteye sebep olabilmektedirler. Yağ oranı fazla olan besinlerin tüketimi sonucunda ise özellikle yüksek doymuş yağ alımı sonucunda ileri yaşlarda koroner kalp hastalıkları, damar sertliği, hiperlipidemia gibi birçok sağlık problemine sebep olmaktadır.
Beslenme çantasına konulacak yiyecekler?
Özellikle okullarda ara öğün olarak tüketilmesi için hazırlanan beslenme çantalarına konulacak besinleri seçerken çocuğun yeme davranışlarına göre dengeli ve sağlıklı besinler konulmalıdır. Çocuğun harcadığı enerji miktarını ve beslenme alışkanlıklarını göz önüne alarak ara öğün alternatifi olarak peynir, ekmek, zeytin, yumurta, reçel gibi besinlerden oluşan kahvaltı, süt+meyve, taze sıkılmış meyve suyu, peynirli, ton balıklı v.b besinlerden oluşmuş sandviçler, ceviz, fındık + meyve gibi sağlıklı beslenme ara öğün seçenekleri hazırlanabilir. İçecek olarak çay veya hazır meyve sularının yerine süt, bitki çayları veya taze sıkılmış portakal suyu tercih edilmelidir.
Okul çağı çocukluk döneminde beslenme önerileri:

  1. Eve cips-çikolata-kolalı içecekler- hazır meyve suları gibi besinleri almayın. Çocukları bu tip gıdalarla ev ortamında karşılaştırmayın.
  2. Sabah kahvaltısı günün en önemli öğünüdür. Yapılan araştırmalarda kahvaltı eden çocukların etmeyenlere göre başarı düzeylerinin, derse ilgilerinin daha yüksek olduğu, daha kolay öğrendikleri görülmüştür.
  3. Beslenme çantasını siz hazırlıyorsanız kek-kurabiye-börek-meyve suyu gibi besinler yerine “sandviç + süt/ayran + meyve” tarzında daha düşük kalorili daha dengeli mönüler hazırlayın.
  4. Okulda yemek veriliyorsa okul yönetiminden mönüleri isteyin ve çocuğunuzu seçimler konusunda bilgilendirin. Ayrıca evdeki yemeğini okulda yemediklerini tamamlayacak şekilde organize edin. Okul mönülerinin beslenme ve diyet uzmanı tarafından hazırlanmış olmasını okul yönetiminden isteyin.
  5. Çocuğunuzu oyunlara ve harekete teşvik edin. Hatta siz de onunla birlikte hareket edin. Unutmayın çocuklar çoğunlukla anne-babalarını örnek alırlar.
  6. Ara öğün alışkanlığı kazandırın. Bu öğünlerde meyve-sandviç-süt-sütlü tatlı-sebze çubukları gibi alternatifler sunun.
  7. Sevmediği bir besin grubu varsa bir diyetisyene danışın. Yerine ne verebileceğinizle ilgili size yardımcı olacaktır.
  8. Asla diyet için zorlayıcı olmayın ve çocuğu listelere mahkum etmeyin. Yavaş yavaş ve kademeli olarak alışkanlıklarını değiştirmeye çalışın.
  9. Sağlıklı yemekleri birlikte yapmaya çalışın. İçinde emeğinin bulunduğu bir besini daha kolay ve severek yiyecektir.

16 Aralık 2007 Pazar

Sıcak Tutan Yiyecekler

Soğuk havalarda sıcak şeyler içerek ve kalın giyinerek fiziksel olarak ısı kaybını önleyebiliriz. Ayrıca, doğru bir besin seçimi ile de vücudumuzdaki ısı kaybını engelleyebiliriz...

İnsanlarda vücut sıcaklığı dış sıcaklığa aksi olarak değişir. Dış sıcaklık ne kadar azalırsa bedende oksidonyonlar o kadar hızlanır. Bunun neticesi olarak ısı oluşumu o kadar artar. Yalnız soğukta karaciğerde oksidonyonlar artar ve sıcaklık birkaç derece yükselir. Soğuk havalarda sıcak şeyler içmek ve iyi giyinmek suretiyle fiziksel olarak ısı kaybını önleyebiliriz.

Doğan Sağlık Grubu Diyetisyeni Emine Sezen ; "Yağlar en fazla enerji veren besin öğesidir. Eşit miktarlardaki karbonhidrat ve proteinlerin iki katından fazla enerji verir. Böylece vücut en ekonomik şekilde enerji gereksinimini yağlardan karşılayabilir. Devamlı yağ tabakası ise vücut ısısının kaybını önler. Karbonhidrat ise karaciğerde glikojen olarak depolanır. İhtiyaç duyulduğu anda glikoz formuna dönecek enerji ihtiyacımız karşılanır.

Tüm bu bilgiler ışığında kişi duyarlı beslenmeli,tüm besin gruplarından almalı,enerji versin diye tek tip beslenme yapmamalıdır." dedi.

Bu bölümden soğuk iklimlerde fazla yağ alınması fizyolojik bir ihtiyaca cevaptır. Bunun yanı sıra karbonhidratlarda enerji veren kaynaklardandır. Bütün bu nedenle kişiler ihtiyacı olan kaloriyi yalnız yağ veya yalnız karbonhidrat tüketerek değil dengeli bir şekilde yani;

Günlük kalori ihtiyacının;

Yüzde 50-60 karbonhidrat
Yüzde 15-20 prot
Yüzde 25-30 yağdangelecek şekilde beslenmesi en doğru yoldur. Bunları temin ederken de tüm besin gruplarını gün içinde mutlaka tüketmek gerekmektedir.

Bunlar;

1. Süt veya yoğurt
2. Et grubu (et, yumurta, peynir)
3. Ekmek grubu (çorba, makarna, pilav, kuru baklagiller)
4. Sebze grubu
5. Meyve grubu
6. Yağ grubu
7. Şeker grubu
dlarak 7 grubun hepsinden almak gereklidir.

Eğer kişi dengesiz beslenirse vücut direnci düşecek ve enfeksiyonlara yakalanma riski artacaktır. Enfeksiyonlar vücut doku ve sıvılardaki C vitamini miktarını azaltmaktadır.

Yeşil sebzeler, turunçgiller, çilek, domates, kuşburnu, C vitamini açısından zengindir. Yine maydanoz C vitamini açısından çok zengin olmakla birlikte çok az tüketildiği için günlük diyete fazla bir katkısı olmaz.

Bunun yanında doğru yöntemle pişirilmiş patates, her mevsim, her yerde bulunduğu ve fazla miktarda kullanıldığı için C vitamini ihtiyacınızı meyve suyu yerine meyvenin kendisini posası ile birlikte almak daha yararlıdır.

Örnek menü

Sabah


· Ihlamur
· Peynir
· Pekmez+zeytinyağı+domates+salatalık
· Ekmek

Ara öğün

· Ilık süt Öğle
· Et yemeği
· Yoğurt
· Ekmek

İkindi

· Bir porsiyon hamur tatlısı
· Yoğurt
· Ekmek

Akşam

· Çorba
· Sebze yemeği
· Ekmek

Yatmadan önce

· Süt
- Meyve

Bu vitaminleri doktorsuz almayın

Sağlık alanında en çok tartışılan haberler vitaminler üzerine. "Kullanmalı mı, kullanmamalı mı?" sorusu hep gündemde. Son araştırmalara göre vitaminler, özellikle 10 tanesi, doktora danışmadan kullanıldığı takdirde çok ciddi problemlere yol açıyor.


İnternete girip "vitamin" diye yazdığınızda karşınıza milyonlarca sayfa çıkıyor: Hatta "vitamin" kelimesi ünlü aktör "Brad Pitt'ten 6 kat daha fazla sonuç veriyor. Vitaminle ilgili içeriğe baktığınızda ise "beyin fonksiyonlarını geliştirir", "seks gücünü artırır", "kanserden korumaya yardımcı olur" gibi ibarelerle karşılaşıyorsunuz. Bu yüzden sadece Amerika'da insanlar daha uzun yaşamak, yaşlanmayı yavaşlatmak ve ölümcül hastalıklardan korunabilmek umuduyla yılda 7.5 milyar doları vitaminlere yatırıyor!

Ancak yapılan son araştırmalar bu iddiaları çürütmekle kalmıyor aynı zamanda bazı vitaminlerin, denetimsiz ve fazla dozajda alındığında zararlı olabileceğini iddia ediyor. Örneğin Amerikan Tıp Birliği yayın organının raporuna göre antioksidan vitaminleri yanlış dozlarda kullanmak ölüm riskini yüzde 16 artırabiliyor. Washington Üniversitesi araştırmacılarının geçen mayıs ayında sonuçlandırdığı bir araştırmanın verilerine göre ise, 10 yıldan uzun bir süre boyunca yüksek dozda E vitamini kullanmak, sigara içenlerde akciğer kanseri olma riskini artırıyor.

Yine Amerikan Ulusal Kanser Araştırma Enstitüsü'nün araştırmacılarına göre günde birden fazla multivitamin kullanan erkeklerin, kullanmayanlara göre prostat kanserine yakalanma riski daha fazla. Şimdi bu iddialara derinlemesine göz atalım.
ANTİOKSİDANLAR MASUM MU?
Kısa bir süre önce, antioksidan konusunda yapılan bir araştırma pek çok insanı şaşırttı ve büyük bir tartışmaya yol açtı. A vitamini, beta karoten (A vitamininin bir başka biçimi) E ve C vitamini uzun yıllar hastalıklarla savaşmada kullanıldı. Çünkü bu vitaminlerin hücrelere zarar veren ve yaşlanmayı hızlandıran serbest radikallere karşı koruyucu etkisi olduğu düşünülüyordu. Fakat Amerika'da 181 bin yetişkinle yapılan araştırma gösterdi ki A vitamini, beta karoten ve E vitaminini birlikte veya tek başına kullanmak insanın ölüm riskini yüzde 16 artırıyor!

Bu son veriler manşetlerde yerini aldı ama açıkçası herkesi inandıramadı. ABD'nin önde gelen sağlık uzmanları iddiaların sahiplerini ağır bir dille eleştirdiler. Antioksidan Araştırma Laboratuarı ve Amerikan Beslenme Araştırma Merkezi"nin Başkanı Jeffrey Blumberg sonuçların saptırıldığını söyledi.

Ancak Amerikan Kızıl Haçı'ndan Bernadine Healy araştırmayı "aptalca" ve "alarm verici" olarak nitelendirdi. Danimarka"daki Kopenhag Üniversitesi uzmanlarından Christian Gluud "Eğer özel bir tedavi için doktorunuz önermiyorsa neden vitaminlere para yatırasınız ki?" derken gerekli vitaminleri bizzat meyve ve sebzelerin kendisinden almamız gerektiğini vurguluyordu.

MULTİVİTAMİN PROBLEMİ

Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü'nün prostat kanseriyle ilgili bulguları ortalığı iyice karıştırdı. Zira bu kez suçlu olan multivitaminlerdi! Araştırmacılar, günde bir kereden fazla multivitamin kullanan erkeklerin prostat kanserine yakalanma risklerinin kullanmayanlara oranla yüzde 32 arttığını tespit etti! Risk ailesinde kanser vakası görülen ve multivitaminle birlikte selenyum ve beta karoten alanlarda en üst seviyeye çıkıyor. Ancak bütün bu tabloya rağmen evinizdeki multivitamin kutularını tamamen atmamanızı öneriyoruz. Çünkü pek çok uzman günde tek bir multivitamin almanın (özellikle sebze, meyve veya bakliyat yemeyenler için) akıllıca bir seçim olduğunu söylüyor.
C VİTAMİNİ VE SOĞUKLAR

Son araştırmaların bir diğer sonucu da özellikle kışın başvurduğumuz C vitamininin, zararı olmasa da bir işe yaramıyor olması. "C vitaminin soğuk algınlığına iyi geldiği" iddiasından yola çıkalım. 30 araştırmanın sonucuna dayanarak hazırlanan bir raporda ilginç bir sonuçtan bahsediliyor. 11 bin kişiye günde 200 mg vitamin C verilmiş. Ve sonuç olarak bu insanlar grip geçirdiklerinde hastalığın süresinde veya şiddetinde diğer insanlardan bir farkı olmamış. C vitamini maraton koşucuları veya kayakçılar gibi yoğun stres altında yaşayan sporcularda etkili olabiliyor. Ancak bu araştırmalara göre uzmanların önerisi geri kalanların C vitamini kullanmamaları yönünde.

DOZAJ TEHLİKESİ

Pek çok insan vitaminlerin reçetesiz ve eczane dışındaki yerlerde de satılabildikleri için tehlikesiz ve doğal olduğunu düşünüyor. Ancak bu konuda yanılıyor. Örneğin E vitaminini yüksek dozda kullanmak, (eğer kanı sulandırıcı bir şey de kullanıyorsanız) kanama riskini arttırıyor. ABD'nin önde gelen üniversitelerinden Johns Hopkins araştırmacıları günde 400 üniteden fazla E vitamini almanın yüksek ölüm riski taşıdığını ve bunun önüne geçilmesi gerektiğini savunuyor. (Bu konudaki bir teori de yüksek dozun insanın doğal bağışıklık sistemini zedelediği yönünde.) Niyasin adlı minerali, çok yüksek dozda almak karaciğere zarar verebiliyor ve zaman içinde başka problemlere de yol açabiliyor. Çok fazla A vitamini almak da karaciğer ve akciğer kanseri riskini arttırabiliyor. A vitamininin fazlası bebeklerde doğumsal sorunlara ve kemik yoğunluğunun azalmasına neden olabiliyor.

Tüketicilerin gözden kaçırdıkları bir nokta da işlenmiş yiyecekler ve "diyet" yiyeceklerin (ister enerji bar olsun ister kraker) ekstra vitamin ve minerallerle zenginleştirilmiş olması. Hatta şişelenmiş bazı sular, meyve suları ve soda bile "daha sağlıklı olmaları" gerekçesiyle vitamin takviyesi içerebiliyorlar. Bu ürünlerden sık ve yüksek miktarda tüketmek zaten doz aşımı anlamına geliyor. Gerçi uzmanlar "nadiren görülebilir" diyor ama bu "doz aşımının" ölüme kadar götürebilecek kötü yan etkilerinin olabileceğini söylüyorlar. ABD'de Cleveland Clinic'in Wellness Bölüm Başkanı ve aynı zamanda ünlü kalp uzmanı Dr Mehmet Öz'le birlikte "Siz" adlı sağlık kitabı serisinin yazarı Michael Roizen, gereğinden fazla vitamin yüklemesinin problem yaratacağını söylüyor. Özellikle çok fazla A vitamini almak osteoporoza, nörolojik problemlere, baş ağrısına neden olabiliyor. Vitamin ve mineraller bazen bazı ilaçların içinde sanıldığından daha az bulunabiliyor ve bu da gözden kaçabiliyor. Örneğin yine ABD'de yapılan bir araştırmada B Kompleksi takviyeleri analiz edilmiş. Ve bu ürünlerin yarısından fazlasının iddia edilen miktarda folik asit içermediği tespit edilmiş. Amerikan İlaç Dairesi uzmanları önümüzdeki yıllarda bunun önüne geçileceğini söylüyor.

HİÇ Mİ YARARLARI YOK?

Vitaminlerle ilgili iyi haberlerimiz de var. Araştırmalar, D vitamininin kemik sağlığı açısından çok önemli olduğunu ortaya koyuyor. ABD Ulusal Osteoporoz Derneği 50 yaşın altındaki yetişkinlerin günlük 1000 mg kalsiyum ve 400-800 ünite arasında D3 Vitamini almaları gerektiğini söylüyor. 50 ve üstü yaştakilerinse günlük 1200 mg kalsiyum ve 800-1000 ünite D3 almaları gerekiyor. D vitamininin başka faydaları da bulunuyor. Yapılan son araştırmalar D vitamini ile kanser ve diğer hastalıklar arasında da bağların olduğunu gösteriyor. Yani D vitamini almanın az da olsa önleyici etkisi var. Post menopoz dönemindeki bir kadının da kemik erimesi riskine karşı daha çok kalsiyum ve D vitamini alması gerekiyor.
HAP YERİNE SEBZE MEYVE!

Vitaminle ilgili son araştırmaların dikkat çektiği tek bir ortak nokta var: O da vitamin ve mineralleri haplardan almak yerine onları ihtiva eden besinlerden almanın en yararlısı olduğu. Uzmanlar en azından bu konuda hem fikir! Onlar bunu "doğanın dengesi" olarak açıklıyor. Çünkü bazı besinleri veya onlardan gelecek yararları laboratuar ortamında üretmenin imkânı yok! Harvard Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre C, E vitamini ve beta karoteni besin yoluyla aldığınızda kalbiniz korunuyor. Buna göre de haplar, ancak yetersiz beslenme durumunda destekçiniz oluyor.
ABD Ulusal Kanser Enstitüsü'nün son araştırması; günde bir kereden fazla multivitamin kullanan erkeklerin prostat kanserine yakalanma risklerinin, kullanmayanlara oranla yüzde 32 arttığını gösteriyor.
Dikkatli almanız gereken 10 vitamin
Hepimizin daha sağlıklı olmak ve uzun yaşamak için vitamin ve minerallere ihtiyacı
var. Ancak bu ihtiyacı yüksek dozda kapsüllerle gidermek çare değil. Beslenmemiz ve kullandığımız vitaminler arasında bir denge gözetmeliyiz. Aşağıdaki tabloya bakarak vitamin ve minerallerle ilgili detaylı bilgi edinebilirsiniz. Vitamin kürüne başlamadan önce (özellikle sürekli aldığınız bir ilaç varsa) bir doktora başvurmanızı öneriyoruz.
A VİTAMİNİ

Fazla miktarlarda kullanıldığında toksik etkisi olabiliyor. A vitamini baş ağrısına yol açabiliyor. Aynı zamanda karaciğer, kemik ve merkezi sinir sistemi bozukluklarına da neden olabiliyor.

ÖNERİLEN DOZ: Erkekler günde 900 mcg, kadınlar 700 mcg. Orta büyüklükte bir havuç 600 mcg A vitamini içeriyor. Koyu lifli gıdalar, meyveler ve tatlı patates de bol miktarda A vitamini ihtiva ediyor.

BETA KAROTEN
Vücut bunu A vitaminine çeviriyor. Beta karoten alan ve aynı zamanda sigara kullananların (düzenli kullanımda) akciğer kanserine yakalanma riski artıyor. Bir başka yeni araştırmanın sonucuna göre de kanında yüksek seviyede beta karoten bulunan erkeklerin olmayanlara oranla prostat kanserine yakalanma riski 3 kat artıyor.
ÖNERİLEN DOZ: Beta karoten takviyesi almanız gerekmiyor. Beta karoteni koyu renkli sebzeler ve narenciyelerden alabilirsiniz.


C VİTAMİNİ
C vitamininin bizi soğuk algınlığı, kalp rahatsızlıkları, katarakt veya kanserden koruduğuna dair kanıtlanmış bir çalışma yok.
ÖNERİLEN DOZ: Erkekler günde 90 mg, kadınlar 75 mg alabilir. Sigara içenlerin 35 mg ekstra C vitaminine ihtiyacı var. Bir su bardağı portakal suyu hemen hemen günlük tüm C vitamini ihtiyacınızı karşılıyor.

E VİTAMİNİ
Yüksek dozu kanın incelmesine neden olabiliyor. Bunu tansiyonun kontrol dışı yükselmesi izleyebiliyor. Kalbi koruduğuna ve kanseri önlemeye yardımcı olduğuna dair henüz bir kanıt yok.
ÖNERİLEN DOZ: Günlük 15 mg. Bir avuç kavrulmuş badem günlük ihtiyacınız olan miktarın yaklaşık yarısını ihtiva ediyor.

SELENYUM
Selenyum son zamanlarda bazı besinlere takviye olarak eklenebiliyor. Ancak fazla kullanım bu mineral için de riskli. Yeni araştırmaların sonuçları gösteriyor ki kapsül olarak yüksek dozda selenyum almak tip 2 diyabet riskini arttırıyor.
ÖNERİLEN DOZ: Günlük 55 mcg öneriliyor. Bunu ton balıklı bir adet sandviçle veya bir avuç fındıktan almanız mümkün.

FOLİK ASİT
Hamilelerin, mutlaka kullanması gereken bir mineral. Ancak geri kalanlarımız için kalp hastalıkları, kanser ve depresyon gibi hastalıklardaki etkisi kanıtlanmamış.
ÖNERİLEN DOZ: Günlük 400 mcg. Koyu, lifli sebzelerden ve tam buğday unlu ekmeklerden de folik asit alınabiliyor.

NİYASİN
Bu bir tür B vitamini ve yüksek kolesterolle mücadelede kullanılabiliyor ancak, doktor kontrolü altında olmak şartıyla.
ÖNERİLEN DOZ: Erkekler için günlük 16 mg, kadınlar için 14 mg öneriliyor. Bir multivitaminin içinde genellikle 20 mg niyasin bulunuyor. Et, balık, yumurta ve fındık da niyasin barındırıyor.

LİKOPEN
Amerikan İlaç Dairesi'nin (FDA) yaptığı iki yeni araştırma likopenin ister kapsül olarak alınsın ister domates gibi kırmızı sebzelerden doğal yolla alınsın, kanserle savaşmada büyük etkisi olmadığını gösteriyor.
ÖNERİLEN DOZ: Ekstra almaya gerek yok. Ancak domates yiyebilirsiniz. Çünkü içinde başka yararlı besin maddeleri de barındırıyor.

DEMİR
Sadece hamileler, şiddetli regl sancısı çekenler ve anemisi (demir eksikliği) olanlar demir takviyesi almalı. Demir başka ilaçlar, takviyeler ve besinlerle reaksiyona girebildiğinden ülser gibi sorunlara yol açabiliyor.
ÖNERİLEN DOZ: 50 yaşın üstü kadın ve erkekler için günde 8 mg, 19-50 yaş kadınlar için 18 mg yeterli. Kırmızı et, kuru fasulye, barbunya ve lifli gıdalar demir kaynağı.

ÇİNKO
Yüksek doz kullanımı tıpkı demirde olduğu gibi reaksiyona girerek bağışıklık sistemini bozabiliyor ve HDL (iyi) kolesterol seviyesini düşürebiliyor. Çinko takviyeleri antibiyotikler ve tansiyon ilaçlarıyla etkileşime girebiliyor!
ÖNERİLEN DOZ: Erkekler için günde 11 mg, kadınlar içinse 8 mg öneriliyor. Ette çinko seviyesi yeterince yüksek. Bu yüzden çinko ihtiyacını etten karşılamanız yeterli.

uyuşturucu çeşitleri ve insan üzerindeki etkileri

Psikolojik Bağımlılık(Alışkanlık)

Uyuşturucu maddeler duygularımıza etki ederken sınırlı sayıda belirti ortaya çıkmasını bekleriz, tabii ki beklenilen etkilerin hiç biri doğal değildir..İnsanı;mutlu, neşeli, gergin veya gevşemiş, şaşkın veya algıları uyarılmış ve hayal gören bir kişi yapabilir.Ortaya çıkan bu değişikliklerin sebebi; uyuşturucu maddenin beyin kimyasını ve beyindeki algılayıcıları etkileyerek onları değişikliğe uğratmasıdır.

Maddelerin bu keyif verici etkileri psikolojik bağımlılık veya alışkanlık diye bilinen bir durumun ortaya çıkmasına sebep olur. Psikolojik bağımlılık bir maddeyi kullandığınızda kendinizi tekrar onu kullanma isteği içinde bulmanız olarak tanımlanacaktır.Bu istek belki aynı gece,belki de iki hafta sonra ortaya çıkacaktır, ancak sonuç aynıdır.

Uyuşturucu kullanmanın bir bedeli vardır! Bu bedel az yada çok ödenir.Maddeye ödeyeceğiniz maddi bedel az ve maddenin olumsuz etkileri çok fazla değil ise; psikolojik bağımlılık çok önemli bir sorun olmayabilir.Buna karşın uyuşturucu maddeyi alabilmek için fazla miktarda para harcamaya başladıysanız, zamanınızı ve çabanızın büyük bir kısmını maddeyi elde edebilmek için geçiriyorsanız, işinizde sorunlar yaşıyorsanız, adli sorunlar ortaya çıkıyorsa, başkalarıyla olan ilişkileriniz madde kullanımı nedeniyle etkileniyorsa sizde psikolojik bağımlılık gelişmiştir.

Fiziksel Bağımlılık(Müptelalık)

Vücut tekrarlanan madde kullanımlarında maddenin ani etkilerine karşı bir direnç geliştirirse fiziksel bağımlılık oluşur.

Madde etkilerine rağmen normal işlevini sürdürebilme çabaları içinde olan vücutta hücre zarı, algılayıcılar ve beyin kimyası bir dizi değişikliğe uğrar.Bu durumun ortaya çıkması günler, haftalar sürebilir, bu nedenle fiziksel bağımlılığın azalması veya kaybolması için de benzer bir zaman süresinin geçmesi gerekmektedir.

Fiziksel bağımlılık olarak adlandırılan koruyucu bir dizi değişiklik ortaya çıktıktan sonra, kullanılan madde miktarını azaltma veya tamamen kesme çabası, yoksunluk belirtisi olarak bilinen bir dizi sorunun ortaya çıkmasına sebep olur.

Uyuşturucu maddeye karşı psikolojik bağımlılık gelişmeksizin fiziksel bağımlılığın gelişmesi imkansız gibidir.Bir maddenin fiziksel bağımlılık gelişebilecek şekilde bir maddeyi uzun süre ve yüksek dozlarda kullanması için psikolojik bağımlılık olmasını düşündürür.Aynı zamanda fiziksel bağımlılık geliştiğinde ise bağımlının kendini rahatsız eden belirtilerden kurtulması için tekrar madde kullanması gerektiğini keşfetmesi çok uzun sürmez.Bu maddenin tekrar kullanılmaya başlamasında psikolojik ve fiziksel baskıların olduğu anlamına gelir.Fiziksel ve psikolojik bir huzursuzluktan kurtulma da daha güçlü bir psikolojik bağımlılığı ortaya çıkartır.

EROİN

Vücuda giren bir gram eroin beynimizdeki bir milyon hücreyi öldürmektedir!

Hayat; öyle yada böyle tamamlanacaktır. Bu sırada eroinle tanışanları asla güzel şeyler beklemez!



Eroin; beyaz, gri, koyu gri, fildişi ve kahverengi tonlarda, küçük kristaller halinde veya un gibi toz halinde bulunabilir. Saf halde iken beyaz olan eroindeki bu renk farklılaşması içerisine konulan katkı maddelerinin miktarına göre değişir.
Eroin; uyuşturucu maddeler arasında en etkilisi dolayısı ile de en tehlikelisidir. Morfinden iki ila on defa daha kuvvetlidir. Eroin varolan uyuşturucu maddeler arasında en çabuk bağımlılık oluşturan maddedir, bir-iki deneme kişiyi eroin kurbanları arasına almaya kafi gelir.
Eroine ilk başlayan çoğu bağımlı bu maddenin ne olduğunu bilmeden başlamıştır. Genel olarak ilk alınma şekli tütün ile alınmasıdır. İlk kullanacak olan şahsın; "eroini bilmeden aldım" diye söylemesi söz konusu bile edilemez, zira, tütün içinde yakılan eroinden çok kötü bir koku yayılır ve bu kokunun fark edilmemesi imkansızdır. Tütünle eroin alan kişide kısa süre içerisinde kafayı bulma denilen durum başlar ve alınan eroinin saflık derecesine göre bu uyuşukluk halinin süresi değişkendir l.

Buruna çekilerek alınan eroin etkisini anında gösterir, burun vasıtası ile kolayca damarlara ulaşan eroin her alındığında ölüm tehlikesi vardır, her kullanımda damarların çatlama ihtimali vardır. Bu şekilde kullanılan eroin sonucunda ölüm çabuk gerçekleşir kurtulma şansı çok azdır.
Eroinin en tehlikeli ve ölüme en yakın olan kullanma şekli damara şırınga ile enjekte edilmesidir. Bu kullanım şekli genel olarak uzun süre eroin kullanıp maddi durumu zayıflayan insanların kullandığı bir yöntemdir. Maddi durumları kötüleşen eroin bağımlıları az olan eroin miktarını çoğaltmak için suya karıştırırlar ve bunu damarlarına iğne yardımı ile enjekte ederler. Bu şekilde eroin kullanan bir insan damarına enjekte ettiği her eroinle birlikte ölüm riski taşır yaşaması ise bir şanstır. Çünkü satın aldığı eroinin saflık derecesini bilemeyeceği için kullandığı dozu her zaman ki gibi ayarlar ve o gün satın aldığı eroinin saflık derecesi de yüksek ise kişi ölümle burun burunadır ve ölme riski kesine yakındır.
Uzmanların eroinmanları incelemeleri sonucunda; Narkotik maddeleri uzun süre kullananların beyin hücrelerinin zarları büzülmüştür. Hücre dumura uğramış, içinde boşluklar ve yağlanmalar olmuştur. Hücre çekirdeği küçülmüş ve parçalanmıştır. Mikroskopla saptanan bu görünüme ek olarak göz ve beyin kabuğunda ve beyni kaplayan zarlarda şişme, kanlanma ve küçük kanama odakları, damarlarda daralma, incelme ve yağlanma dikkati çekmektedir. Bu tür maddelerde zehirlenerek ölenlerin beyinlerinde şişme, bol kanama odakları ve hücrelerde yozlaşma, önemli bulgular arasında yer alır.
Eroine iyice alışan ve kriz devresine giren bir eroinman artık ilk günlerde tatmakta olduğu yalancı keyif haline ulaşamaz. Artık onun eroin kullanması eroinin insan üzerinde oluşturduğu ağrı ve acıların fena tesirinden kurtulmak, bir nebze olsun rahatlamak içindir.
Eroin kullananlar terler, kalpte çarpıntı başlar, vücudu kırılır diz, bel ve başında şiddetli ağrılar oluşur, iştahı kapanır, çalışma gücünü kaybeder. Büyük bir üzüntü yaşar buna bağlı olarak toplumla olan ilişkisini sıfıra indirir. Gözlerindeki canlılık belirtileri kaybolur, sürekli olarak dalgın halde bulunup dünya ile ilgili alakaları kalmaz. Yaşayan, bir ölüden farksızdırlar ve tüm bu olumsuzluklardan kurtulabilmek için tek kurtuluşlarının eroin olduğunu düşünürler.

KOKAİN

Kokainin rengi beyazdır, genellikle asit borik veya sodyum bikarbonat gibi beyaz toz maddelerle karıştırılarak saflığı bozulur. Ayrıca kokain satıcıları sattıkları kokaini çoğaltmak için kokainin içine çeşitli maddeler koyarlar. Bunlardan bazıları şunlardır; diş macunu, bebek maması, floresan lambasının tozu, yemek sodası vb.
Genel olarak kokain burundan çekilerek ve nargile aracılığı ile kullanılır. Sinir sistemi üzerinde anında etki yapan kuvvetli bir uyarıcıdır.

Kokain kullananlarda başlangıçta geçici bir zindelik ve neşe hali ile birlikte zeka, söz ve hafızalarında geçici bir berraklık hissederler. Buna bağlı olarak yorgunluk azalır, çok konuşma ve aşırı heyecanlanma meydana gelir.
Kokain burundan çekildikten kısa bir süre sonra merkezi sinir sistemini uyarır. Kalp vurum sayısı, kan basıncı ve solunum artar. Hareket çoğalır. Kaslarda gerilme ve kasılmalar olabilir. Bir süre sonra kokainin merkezi sinir sistemi üzerinde uyuşturucu etkisi olur. Kokain alanlarda bulantı ve kusma görülür.

Uzun süre burundan kokain kullananlarda burun çekme biçiminde bir tik yerleşir. Ayrıca sürekli burun sıkıntısı ve nezle durumu görülür. Kimi bağımlılarda burun deliklerini ayıran bölme delinir.

Uzun süre kokain kullananlarda iştahsızlık, zayıflama, uykusuzluk, mide bağırsak bozuklukları ve cinsel gücün azalması gibi fiziki belirtiler ortaya çıkar. Bedensel çöküntü olur.

Az miktarda alınan kokain ruhsal bir coşku, taşkınlık ve marazi neşe verir. Alınan miktar çoğalırsa, çeşitli algı yanılmaları görülür. Dokunma halüsinasyonları çok sıktır. Kokain kullananlar vücutlarının üzerinde, derilerinin altında kurtlar yürüdüğünden söz ederler. Kimi kez sinema şeridi gibi geçen renkli, hareketli görme halüsinasyonları olur. Bilinç bulanıklığı görülebilir.

Uzun süre kokain kullananlarda bütün zihin yetkilerinin azalması
ve duygusal bitkinlikle birlikte giden ruhsal çöküntü olur. Kişilik ve karakter değişmeleri ortaya çıkar. Toplum ve ahlak dışı davranışlar görülür.

İleri derecede kokain kullananlarda trip hali denilen garip haller meydana gelir. Bunlar psikolojik bozukluklardır. Örneğin; kullandığı maddenin suç olduğunu bildiği için devamlı suretle takip edildiğini, evinin kapısında polisler olduğunu düşünür ve hatta gördüğünü sanır. Eğer kokaini biterse yoksunluk belirtileri başlar, maddenin rengi beyaz olduğu için gördüğü her beyaz noktaya elini dokundurarak ağzına veya burnuna götürür. Hatta bu yaptığı dokunma işini daha da abartabilir, ben buraya daha önce kokain koymuştum deyip kapı kolunu dahi söküp içine bakar, bu ve buna benzer akla-hayale gelmeyecek bir çok trip hali vardır.

ESRAR
Esrar çok şiddetli bir beyin zehridir, bilhassa zekaya etki eder. Bu yüzden "zeka zehiri" de denilebilir.

Esrar alındıktan sonra görülen fizyolojik belirtiler, alınan maddenin miktarına, karışık olup olmadığına, alış süresine ve kişilik özelliklerine göre değişir. Bu nedenle esrara bağlı olarak ortaya çıkan fizyolojik belirtilerden söz etmek oldukça zordur.

Esrar kullanıldığında; ağız kurur, gözbebekleri genişler, yüz kızarır, kalp vurumu ve nabız sayısı artar. Kan basıncı yükselir.
Bir süre esrar kullananlarda burunda kuruma olur. Göz kanlanır, boğazda yanma, öksürük, bulantı, kusma ve ishal görülebilir.

Esrar alındıktan sonra önce duygu durumu değişikliği ortaya çıkar. Bu değişiklikler elemle haz arasında yer alan geniş bir duygulanım yelpazesi içinde bulunur. Kimi kez bunlara algı ve düşünce değişiklikleri de eklenir.
Esrar alındıktan sonra kısa süren hafif bir canlılık ve uyanıklık olur. Bunu kaygı, sıkıntı ve tedirginlik dönemi izleyebilir.

Bu dönem geçtikten sonra duygulanma ve coşkuda haz yönüne doğru artma olabilir. Aşırı neşe ile birlikte konuşma ve hareket artar. Çağrışım ve düşünce akışı hızlanır. Algılama ve tasarım gücü canlanır. Çevreyle ilişki artar.

Esrar kullananların "iyi yolculuk" (good trip) adını verdiği "kendini mutlu görme durumu" her insanda ve her zaman ortaya çıkmaz. Çoğu kez bulantı, kusma, endişe, kaygı, sıkıntı ve tedirginlik belirtilerinin ön planda olduğu "kötü yolculuk" (bad trip) yaşanır.

Neşe dönemini algı ve düşünce bozukluklarını n bulunduğu dönem izleyebilir. Görme halüsinasyonları olabilir. Zaman ve mekan algısı bozulur. İrade zayıflar, cinsel sapmalarla ilgili davranışlara rastlanır.

Esrar ile ilgili halkımız arasında yanlış bin kanı vardır, şöyle ki; esrar maddesinin içinde kimyasal madde olmadığı ve bitki olduğu düşüncesidir. İşte bu masum gösterilmeye çalışılan esrar maddesi diğer uyuşturuculara her zaman basamak teşkil etmektedir. İnsanlarımız arasında "ottur günahı yoktur" deyişiyle küçümsenen bu uyuşturucu maalesef insanlarımız arasında masum gösterilmesinden dolayı yayılmaktadır.

Oysa ki masum gösterilecek bir uyuşturucu yeryüzünde yoktur olsa bile onun adı uyuşturucu değildir.

ECSTASY

Özellikle Dünya'da son zamanlarda adından sık sık söz ettiren bir uyuşturucu var; ECSTASY. Kelime olarak İngilizce'de ki " X T C " harflerinin yanyana okunmasına dayanmaktadır.
Avrupa ve Dünya'da belli çevrelerin (Tecno-müzik dinleyen ve dinleten çevrelerin) kullandığı bu kelime toplu olarak Amfetamin türevlerinden olan MDA,MDE,MDMA ve buna benzer başka maddeleri kapsamaktadır.

Daha önceleri sadece MDMA maddesinin eşanlamlısı olarak kullanılan " XTC " artık günümüzde yetersiz kalmaktadır.Nitekim günümüzde "XTC" tabiri o uyuşturucu türünün özel kullanım biçimini tanımlamaktadır Kısacası Amfetamin türevi olan her türlü hapa o çevrelerce "XTC" denilmektedir.
Uygulamada gözlemlenen ve bilimsel olan ve olmayan yayınlarda Ecstasy konusunda tartışılan en büyük sorun, içeriğinin, diğer bir değişle bileşiminin kolay anlaşılamamasıdır.Nitekim tüketim biçimi olan ve ele geçirdiğimiz haplardan bunu anlamak oldukça zor olmaktadır.
Amfetamin:

---Kimyasal bir madde,
---Tam sentetik,
---Suni bir uyuşturucu olup;
---Kimyasal bir türevdir.
Kimyasal açıdan bakıldığında bir çok değişikliğin uyuşturucu imalatçıları tarafından yapılması mümkündür, ancak bu arada Amfetaminin temel yapısı aynı kalmaktadır.Günümüzde genel olarak kullanılan Amfetamin türevleri;MDMA,MDA,MDE,DOB,ve MBDB'dir.
Amfetamin; uyuşturucu pazarı için özellikle yasadışı laboratuarlarda kimyasal ana maddelerden suni olarak elde edilmektedir.Kimyasal yapısı itibariyle, insanda bulunan uyarıcılardan Adrenalin ve Dopamine benzemektedir.

Uyuşturucu imal edenlerin amacı;bilinen uyuşturucu maddelerde kimyasal değişiklikler yaparak kanunla belirlenmiş denetim ve kontrol önlemlerini aşmaktır.Ancak bu arada art niyetli amaçları için ürettikleri hapların bağımlılık yapan etkisini kaybettirmemeye, hatta güçlendirmeye çalışmaktadırlar.
Amfetamin(Baz Amfetamin) kötü kokan, kolay ayrışan renksiz bir sıvıdır.Daha iyi dayanması ve kolay kullanımı için genelde tuz birleşimli(Amfetamin+Sülfat+Hidroklorür) olarak hazırlanmaktadır.En yaygın olarak beyaz ve pembe renkteki kristalize toz biçiminde yakalanmaktadır.Son zamanlarda Amfetaminsülfat bileşiminden oluşan haplar ve kapsülleri imal etme eğilimi yoğunluk kazanmıştır.
Amfetaminin uyarıcı etkileri bulunmaktadır ve müteakip ruhsal ve fiziksel tepkiler yapmaktadır:
-geçici güç artışı,
-enerjinin arttığının hissedilmesi,
-abartılı keyif hali,
-iştahsızlık,
-uyku ihtiyacının azalması,
-optik ve akustik haüsinasyonlar görme,
-huzursuzluk,
-gerginlik,
-kan basıncında ve vücut ısısında yükselme,
-kalp atışında yavaşlama,
-tek düze davranışlar da bulunma

MDA(3,4-Metilendioksiamfetamin)

İlaç bilimi açısından bakıldığında MDA maddesi hem Amfetamine hem de LSD'ye yakın bir maddedir.
MDA maddesinin etkisi alınan doza bağlıdır.Düşük dozlar genelde canlanma etkileri yaparken, yüksek dozdaki alımı halüsinasyonlara ve bozuk algılamalara yol açmaktadır.Kullananlarda madde alındıktan sonra artan bir iletişim kurma ihtiyacından bahsedilmektedir.
MDA da yanlış doz kullanımında ölümcül olaylar görülmektedir,300 mg.'da uzun süreli bitkinlik halleri görülmekte olup,500 mg.'da ise ölüm gerçekleşmektedir.1960'lı yıllarda A.B.D.'de MDA tüketimine doğrudan bağlanan ölüm olayları kayda geçmiştir.
MDMA(3,4 MetilenDioksi-N-MetAmfetamin)

MDMA yapısı itibariyle Metamfetaminin bir türevidir.Etkileri olarak bilinç artımı,artan algılama yetisi,keyfin değişmesi ve hareketlilik kazanma gösterilmektedir.Kullanılması neticesinde;
---mide bulantısı,
---şaşkınlık,
---konsantrasyon bozukluğu,
---düşünme ve konuşma da zorlanma, görülmektedir.

MDMA yüksek bir ruhsal bağımlılık potansiyeline sahiptir.

MDE(MetilenDioksi-N-Etilamfetamin)

MDE ye MDEA da denilmektedir,zayıflatılmış yoğunlukta MDMA da ortaya çıkan etkilerin benzerini göstermektedir.
Kullanıcılarda; abartılı olarak görülen keyif hali çok kısa sürede depresyona dönüşebilmektedir.
MDE nin kullanılması orta halli bir ruhsal bağımlılığa yol açmaktadır.

MBDB (N-Metil-1-(1,3-BenzoDioksol-5-yl)-2-Butanamin)

MBDB maddesi MDMBA olarak da tanımlanır.MBDB diğer Amfetaminlerin tersine çok sonraları, 1986 yılında imal edilmiştir.Asli olarak Amfetaminlerin etki mekanizmalarını anlamak için kullanılmıştır.
Oldukça yeni bir madde olduğundan, etkisini tarif edecek çok az kaynak elde bulunmaktadır.Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde sinir yollarını tahrip ettiği gözlenmiştir.

DOB (2,5-DimethOxy-4-Bromamfetamin)

DOB maddesi MDA'da oluşan benzer halüsinasyon etkilerini ortaya çıkarmakta,fakat bu etkiler 100 kat daha kuvvetli bir yoğunluk ile kendini göstermektedir.Etkileme şekli; LSD ve Meskalin maddelerinkine benzemektedir.Etkisi yavaş ortaya çıkmakta ve etkisi süresinde kullanıcı hayali resimler görmektedir.
Kayıtlara göre ölümcül sayılabilecek doz:30 ila 35 mg. arasıdır.

ECSTASY "XTC"

KULLANIMININ
BERABERİNDE GETİRDİĞİ
POTANSİYEL TEHLİKELERİ,ZARARLARI VE
ÖLÜM OLAYLARI
Amfetamin ve açıkladığımız türevleri, vücut işlevlerini yoğun olarak etkileyen psikoaktif maddelerdir.Bu maddelerin asıl tehlikesi vücudun bilinçaltındaki koruma mekanizmalarını etkisiz hale getirmesindeki özelliğinde yatmaktadır.Böylelikle Amfetamin ve türevleri sadece yorgunluk hissini değil, açlık ve susuzluk hislerini de bastırır ve koruma mekanizmalarında arızalar oluşturur, örneğin; olması muhtemel kas ağrısını bloke ederek insanın vücut sistemini yanıltır
Ecstasy hapının kullanıldığı özel çevrelerin beraberinde getirdiği ortam bu maddelerin tehlikesini katlayarak artırmaktadır, nitekim bu uyuşturucunun kullanımı ile birlikte vücuda yapılan sürekli yüklemeler(dans ve seks gibi)asıl tehlikeyi oluşturmaktadır.Gelişen şartlara göre vücut mevcut ısısını kendi sisteminde düzenlemektedir.Vücut ısısı, uzun süreli ve yoğun dansın etkisiyle normal daha da yükselmektedir(42 ' olduğu görülmüştür.)Vücut, su içmekle dahi tekrar düzelemeyecek kadar büyük ölçüde su kaybına uğramaktadır.Bunun sonucunda kalp ve yüksek tansiyon sorunları, yüksek ateş ve şok etkileri görülmektedir.
Bunun yanı sıra; kalp ritminde bozuklukların ve merkezi krampların görüldüğü olaylar gerçekleşmiştir.

Kullanıcıların normal diye aldığı bir takım dozların hayvanlara verilmesiyle birlikte yapılan deneyler neticesinde hayvanlarda;
---Aşırı stres
---Saldırganlık
---Netice de lüm gerçekleşmiştir!
Ecstasy hapını uzun süre kullanan bağımlılarda;
---Sinir hücrelerinde tekrar düzelmeyen hasarlar,
---Kas yapılarında arızalar,
---Vücudun doğal salgıları kana daha çok karışmakta buna bağlı olarak, karaciğer ve böbrekleri tıkayarak, bu organları işlemez hale getirdiği,
---Beyinde merkezi rahatsızlıklar,
---Yüksek tansiyonla beyin kanaması,
---Düşük tansiyonla bayılmalar hatta ölümler, görülür!
Bir diğer tehlikede; Ecstasy kullananlarda önceden bilinemeyecek sonuçların olma ihtimalidir.Bu maddeyi kullanan kişinin maddenin etkisin göstermesi ile birlikte o anki hisleri yoğunlaşır.Bu yoğunlaşma kişinin gün içinde ki yaşantısı ile doğrudan alakalıdır.Bağımlıda öldürücü depresyonlar ortaya çıkabilir.Bu gibi durumlar bulunan ortamdaki; yüksek sesli müzik, lazerli ışıklar v.b. İle bağlantılı olarak birden de gerçekleşebilir!



LSD

LSD en etkili ve bir o kadar da tehlikeli bir uyuşturucudur. LSD ilk alındığında aldatıcı tesirini göstermekte, beynin süratle çalışmasını sağlamaktadır. O andan itibaren insan kendini rüya aleminde zanneder. Fakat ne var ki bu renkli rüya alemini bir umursamazlık ve donukluk hali takip eder ve yaklaşık 10-15 saat devam eder. Ağızdan salyalar akmaya başlar, dil peltekleşir, her şeye razı olma hali görülür. Aldatıcı halin sona ermesiyle artık rahatsızlık başlar. Baş dönmesi, göz kararması, bitkinlik, sindirim organlarında bozukluk, kusma, baş ağrısı ve uykusuzluk başlar. Beynin çalışması imkansızlaşır. Kişi bu kötü durumdan kurtulmak için tekrar LSD almak ister ve bu kısır döngü böylece devam eder, gider. Şahsın çalışması gerekiyorsa, üzerinde ki yorgunluğu atmak ve kafasının yeniden çalışması için bu zehre ihtiyaç duyar.

LSD yi ilk bulan; Albert Hofmann 1943 yılında LSD'nin fizyolojik ve ruhsal etkilerini kendi üzerinde denemiş ve gözlemlerini yazmıştır.


-"19 Nisan 1943 Pazartesi günü saat 16.00'da Lysergic Acid Diethylamide Tartarat'ın % 05'lik eriğini hazırladım. 0.5 santimetre küp 0.25 miligram LSD içeren tatsız, yavan sıvıyı içtim.
Saat 17.00'de baş dönmesi, endişe, kaygı ve tedirginlik başladı. Görmem bozuldu, düşüncelerim dağıldı, içimden gülmek isteği geliyor, anlamlı konuşmak için büyük çaba sarf ediyorum, görme alanım sanki karşımda, eşyaların biçimi değişiyor, çevremi lunaparklarda olduğu gibi olağan üstü görüyorum.
Bir süre sonra bunların hepsi geçti. Bütün bunları hatırlıyorum, baş dönmesi, görme bozuklukları, çevredeki eşyaların acayip gülünç ve kaba şekilleri... Renkli yüzler belirdi. Belirli bir tedirginlik vardı. Aralıklı olarak başımın, ayaklarımın ve bütün gövdemin ağırlığını duyuyorum, sanki madenle doldurulmuş gibi. Ayaklarda kramplar oluyor... Ellerde soğukluk ve sanki eriyip gidiyormuş gibi bir duygu var. Ağzımda maden tadında kuruluk, boğazda sıkışma, korku ve endişe, bilinçte bulanıklık... Bu arada içinde bulunduğun koşullarla gerçek arasında ayrım güçlüğünden doğan bir karışıklık.
LSD'yi aldıktan altı saat sonra eski durumuma döndüm. Ancak ufak tefek görme bozuklukları kaldı. Her şey sallanıyor, eşyaların boyutları değişiyor. Sanki onların dalgalanan sudaki yansımasını izliyorum. Üstelik bütün eşyalar hoş olmayan görünümler kazanıyor. Renkleri durmadan değişiyor. Yeşil ve mavi renkler üstünlük kazanıyor. Gözlerimi kapayınca fantastik, gerçekdışı biçimler görüyorum. Dikkati çeken bir nokta bütün seslerin gözüme yansıması ve türlü biçimlere dönüşmesi... Her ses, renk bir sanrıya (gerçekte olmayan olguları var gibi algılamak) dönüşüyor. Bunlar renk ve gölge olarak sürekli değişiyor. LSD'yi aldıktan sekiz, on saat sonra şiddetli bir uyku bastırdı. Ertesi gün biraz yorgun kalktım."

Albert HOFMAN-1943


AFYON
Afyon da çeşitli şekillerde alınabilir ancak hangi şekilde kullanılırsa kullanılsın aynı tesiri gösterir. Başlangıçta varsa ağrıları azaltır, üzüntüler kaybolur, sıkıntılar geçer ve geçici bir keyif hali başlar. Afyonkeşler bu keyif haline balayı derler. Fakat bu keyif hali çok kısa sürer. Ardından mide bulantısı, baş dönmesi, renk solması, kalp ve solunum yavaşlaması ile birlikte zehirlenme hali baş gösterir.

Afyon çok miktarda ve birden alınmışsa içen kimseyi komaya sokar ve ölüm tehlikesi belirir.

Afyon grubu narkotikler tedavide kullanılan miktarların sınırı içinde verildiklerinde, etkileri ya hemen ortaya çıkar yada kısa bir süre sonra görülen fizyolojik değişmelere neden olur. Bu değişiklikler şöyle sıralanabilir:

Dolaşımda yavaşlama, kalp vurum sayısı ve solunum sayısında azalma, kan basıncında düşme, öksürük reflekslerinde duyarsızlık, göz bebeklerinde daralma, görme keskinliğinin kaybolması, derideki yüzeysel damarlarda genişleme, mide bağırsak hareketlerinde yavaşlama, kimi kez kişisel duyarlılığa göre bulantı ve kusma, ağızda kuruluk, hareketlerde ağırlık, halsizlik, yorgunluk.

Afyon narkotiklerinin birden fazla miktarda kullanılması sonucu zehirlenme tablosu ortaya çıkar. Bilinç kısa sürede kaybolur. Derin uykuda derin komaya kadar değişen bilinç bozuklukları gözükür. Dolaşım ve solunum yavaşlar. Kan basıncının birdenbire düşmesi şok tablosuna ve ani ölüme yol açar. Özellikle morfin ve eroin kullananlarda birden fazla narkotik madde alması sonucu bu tür ölümler sık görülür.(Afyon ile diğer uyuşturucu maddelerin aynı anda alınması halinde.) Ancak ani ölümlerin nedeni sadece yüksek miktarda ve değişik narkotik maddelerin bir arada alınması değildir.

Bu maddelere karşı aşırı duyarlılığı olan kişilerde çok düşük miktarlarda narkotik analjezik alındıktan sonra da ani ölümler görülmüştür.

Afyon narkotiklerinin ruhsal etkisi, kişiden kişiye, çevreden çevreye değişebilir. Çoğunlukla alındıktan kısa bir süre sonra tatlı bir uyuşukluk ve neşe verir. Ağrılar kesilir; endişe, kaygı, karamsarlık, kötümserlik, sıkıntı gibi elem veren duygulanım durumları kaybolur. Kimi kez balayı dönemi denilen, marazi neşe (euphoria) durumu olur. Bağımlılık bu durumu yeniden yaşamak için alınan narkotik maddenin miktarının arttırılması ile sürer. Ancak balayı dönemi bir kez daha yaşanmaz. Bu dönemden sonra bedensel ve ruhsal kötü etkiler başlar. Duygulanımda azalma, durgunluk, ilgisizlik, isteksizlik, künkleşme olur. Zihinsel işlemler bozulur. Dikkat, algı ve bellek
zayıflar. Düşünceler dağılır ve karışır. Yüksek miktarda (overdosage) afyon tipi bağımlılık yapan maddenin birden alınması zehirlenme yapar. Zehirlenmenin ilk ve en önemli belirtisi solunum yavaşlamasıdır. Bunu solunum durmaları, bulantı, kusma, derin uyku ve koma izleyebilir. Bu arada göz bebekleri nokta gibi görünüm alır. Çevre damarları genişler. Akciğer ödemi oluşur.
EMRAH ÖZBİR, NURŞEN KOÇAŞ
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~b0344524/uyusturucu.htm

15 Aralık 2007 Cumartesi

Göbek Şişkinliğini Azaltan Öneriler

GÖBEK NASIL ERİTİLİR?..
Yaz aylarında hem kadınların hem de erkeklerin en büyük sorunu kilolarıdır. Özellikle göbek hem kadın da hem de erkekte başlıca problemdir. Göbeğinzden kurtulmanın 9 yolu var.

YİYECEKLER

Fasulye, nohut, mercimek gibi gıdalar ile kiraz, çilek, vişne gibi küçük meyveler en iyi yiyeceklerdir. Kuru fasulye, böğürtlen, kuru kayısı, kış meyvelerinin taze sıkılmış suları kilo vermede en etkili yiyecekler olarak sıralanıyor. Bu yiyeceklerin sizin tok hissetmenizi sağladığı için kilo vermenize yardımcı olur. Bunlardan günde 25 ila 35 gr kadar tüketilmeniz gerekir. Hiç yememek ise doğru değildir. Çok acıktığınız için belinizi kalınlaştıran çok yağlı, karbonhidrat ya da proteinli yiyecekler yemenize neden olabilir.

İÇECEKLER

Buzlu soğuk su en iyi içecek. Kalorisizdir, midenizde doygunluk hissine neden olur ve daha az yersiniz. Kan basıncınızın ve adet öncesi dönemi rahat atlatmanızı da sağlar. Buzlu su içtiğinizde, vücudunuz ısınmak için ekstra kalori harcadığı da aklınızın bir kenarında bulunsun. Zayıflamak için alkolden uzak durun.. Likör ve bira kandaki kortisol seviyesini yükseltir ve yağların göbek çevresinde toplanmasına neden olur.

VİTAMİNLER

Kalsiyum kemiklerinizi koruyarak omurgada çatlaklara neden olan osteoporozu engeller. Bu sistem çöküğünde göbek dışarı fırlar. Eğer 50 yaş civarında veya daha yaşlı bir kadınsanız günde 1500 mg kalsiyum alın. 50 yaş altındaki erkek ve kadınlar için günde 1000 mg kalsiyum almaları öneriliyor. Göbek veya bel çevresinden zayıflamak için zayıflama ilaçları kullanmayın. Bu cezbedici ilaçlar egzersiz veya doğru beslenme desteği olmadan hiçbir işe yaramaz.

JİMNASTİK ALETLERİ

Yere eğimli sabit egzersiz bandı 'Decline Bench' jimnastik aletleri içinde en iyisi. Yer çekimi nedeniyle vücudunuzun üst kısmı altından daha ağırdır. Ayarlanabilir aletle birçok zor hareket yapılabiliyor. Egzersiz aletini minimum 30 derece yere eğimli olacak şekilde kurun. Aletin oturma yerine oturun ve ayaklarınızı ayağınızı tutması için yapılan yere koyun. Yavaşça aletin üzerine doğru uzanın ve ellerinizi başınızın altına koyarak yavaş yavaş doğrulmaya çalışın. Hareketleri sürekli tekrarlayın.

BİSİKLET EN KÖTÜSÜ

Bel çevresi için en iyi sporlar Kickbox, raket oyunları, squash, krol (crawl) yüzme ve tek başınıza tenis olarak belirtiliyor. Bunun yanında herhangi bir aerobik egzresizi de göbek çevresindeki yağları eritir. Tüm bu sporlar bir saatte 475 kaloriden daha fazla yakmanızı sağlar. Bisiklet sürmek bel inceltme için en kötü spordur. Bu basenler içindir! Bu kaslar tüm vücutla bağlantılı değildir.

EV ALETLERİ

En iyisi egzersiz topuyla hareket etmektir. Egzersiz topuyla vücudunuzun eğin, bükün. Eğer sırt ağrısı sorunlarınız varsa egzersiz topundan uzak durun.

ALIŞKANLIKLAR

En iyi alışkanlık dik yürümek ve oturmak. Kendinizi koyvermiş gibi yümeniz göbeğinizin öne çıkmasına neden olur. Zaman zaman göbeğinizi içinize çekip bırakmanızda belinizin incelmesine yardımcı olur. Sigara içmek veya pasif içicilik en kötü alışkanlıklardan biri. Düzenli içicilerin bel çevresi dumanı içlerine çektikleri ve üfledikleri için daha kalındır.

GÖBEK ŞİŞKİNLİĞİNİ AZALTAN ÖNERİLER

-Su için.
- Cipsten vazgeçin.
-Fazla tuzlu gıdalar tüketmeyin.
-Sakız çiğnemek fazla hava yutmanıza neden olur, bu sebeple fazla çiğnemeyin.
-Sindirim sorunu yaşıyorsanız bir veya iki fincan kahve lavaboya gitmenizi sağlayabilir.

ZAYIFLATAN KIYAFETLER

Vücut şekillendirici kıyafetler giyin. Bel çevresi için üretilen lycra içeren kıyafetlerden edinin. Fazla kiloluysanız kıyafetler sıkabilir veya yağlar taşabilir. Bu nedenle üzerinize göre olanları tercih

Diş Gıcırdatmanın Nedenleri

İnsanlar istemli olarak dişlerini gıcırdatabilirler, fakat daha çok sinir, gerilim ve korkuya bağlı olarak ortaya çıkar.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, gıcırdatmanın gece olmasının iki bakımdan önemli olduğunu vurguluyor. Birincisi, uyku sırasında gıcırdatmanın kontrol edilmesinin mümkün olmaması, ikincisi ise, uyku sırasındaki gıcırdatmanın şiddetinin daha fazla olmasıdır.

DİŞ GICIRDATMA HER ZAMAN MASUM DEĞİLDİR

Diş gıcırdatma, şiddetli olmadığı zaman dişlere herhangi bir zarar vermez, ama aşırı olduğunda çeşitli olumsuzluklar ortaya çıkar. Bunların başında dişlerde yıpranma, hassasiyet ve ağrılara neden olabilir. Gıcırdatma sürekli ve şiddetli ise diş minelerinde hasar ve hatta ileri durumlarda diş boylarında kısalma meydana gelir. Dolguların düşmesine ya da zarar görmesine yol açabilir. Diş etlerinde hassasiyet ve kanamalar görülebilir. Bazı kişilerde, çene kaslarında gerginlik, yorgunluk, baş ağrısı yapabilir. Ayrıca gıcırtı sesi o ortamda bulunan kişileri rahatsız eder, uykusunu bozar.

DİŞ GICIRDATMANIN NEDENLERİ

Diş gıcırdatmanın kesin nedeni belli değildir, fakat çoğu zaman stres, korku gibi psikolojik faktörlerin etkisiyle ortaya çıktığı sanılır. Bazı kişilerde çene yapısındaki bozuklukların ve alt ve üst dişlerin birbiriyle uyumlu olmamasının rolü olabilir. Anne veya babalarında diş gıcırdatma olan çocuklarda bu alışkanlık daha fazla görülür.

Bruksizm, bazen ağır beyin travmalarından sonra ya da yüzü ilgilendiren nöromusküler hastalıklarda da gelişebilir. Depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların yan etkisi olarak da karşımıza çıkabilir. Diş gıcırdatanların çoğunun aynı zamanda horlamaları da vardır ve bunlar Uykuda Solunum Durması Sendromu' na adaydırlar. Kahve, kola gibi kafeinli içecekler, alkol ve sigara içilmesi diş gıcırdatma için risk faktörü olarak kabul edilir.

DİŞ GICIRDATMA ALLERJİNİN DE BELİRTİSİ OLABİLİR

Son yıllarda yapılan araştırmalar, diş gıcırdatmanın allerjik çocuklarda üç misli daha fazla görüldüğünü göstermektedir. Gıcırdatma, saman nezlesi, sinüzit, burun kemiği eğriliği, burun polipleri olanlarda daha fazladır. Bunlar genellikle geceleri ağzı açık yatan, horlayan ve salyaları akan çocuklardır. Bu çocuklarda kulak ağrısı ve kulak iltihaplarına da çok sık rastlanır.

Allerjik çocuklardaki diş gıcırdatmalarının, Östaki Borusu' nun mukozasındaki ödemden dolayı orta kulakta negatif basınç oluşumuna bağlı bir refleks olarak geliştiği düşünülmektedir.

TEDAVİ

Öncelikle, bruksizme neden olan beyin travması, allerji? gibi esas hastalık tedavi edilmelidir. Dişlerdeki bir bozukluğa bağlı olan gıcırdatmalarda gerekli düzeltmeler yapılmalıdır. Dişlerinde harabiyet gelişen hastalar, uyku sırasında dişlerin birbirlerine sürtünmelerini önleyecek ağız içi protezlerden yararlanılabilirler. Stresi olanlarda psikiyatristlerden yardım istenmelidir. Alkol, kahve ve sigara içilmesi önlenmelidir. Depresyon ilaçlarına bağlı diş gıcırdatmalarda gabapentin isimli ilaçla iyi sonuçlar alındığı bildirilmiştir

Fındığın Vücuda Faydaları

Enerji verici ve besleyicidir. * Böbrek rahatsızlıklarında, güç ve dikkat gerektiren durumlarda yararlıdır. * Böbrekteki kum ve taşları döker * Vücudunuzun ihtiyacı olan proteini rahatlıkla fındıktan karşılayabilirsiniz. Fındık vücutta artık madde bırakmadan protein verir ve vücudun normal çalışmasına, zayıf düşmemesine yardımcı olur. * Gelişme çağındaki çocuklara da hem enerji verip hem de besleyici olmasından dolayı gelişmelerini daha iyi sağlamak için fındık vermeliyiz. * Hastalığın Ardından Nekahet dönemleri için ve ayrıca bütün gün bedeni ve zihni yıpranmalarla karşı karşıya olanlar için fındık gerekli bir besin kaynağıdır. * Afrodizyak olduğu tartışılabilir ancak, yüksek tansiyondan prostata, kalp şikayetinden menopoz dönemi sorunlarına kadar bir çok rahatsızlıklarda fındık vücudu güçlendirici ve sağlığımızı koruyucu bir iş yapar. * Fındığın kolesterolü düşürdüğünü ve kalp krizi riskini azalttığını, içerdiği yüksek kalsiyumdan ötürü kemikleri ve dişleri güçlendirdiğini, cinsiyet hormonlarını geliştirdiğini ve inanılmaz biçimde insana günlük yaşamda enerji verdiğini ortaya koyuyor * Bedeni ve zihni yorgunluğu giderir, vücuda kuvvet verir, nekahet devresinin çabuk geçmesini sağlar. * Fındıkta diyet lifi %1-3 oranında bulunur, barsakta kimyasal bileşiklerin toksik etkilerini, kalın barsak hastalıklarını, kabızlığı ve kalp rahatsızlıklarını önler, serum lipit düzeyi ve kan şekerini düşürür. * Sodyum düşük, magnezyum ve potasyum yüksek olduğundan vücutta kan basıncını düzenlemede önemli rol oynar. * Kansızlık, sindirim ve dolaşım sistemi bozukluklarını önlemede gerekli olan demiri içerir. Süt ve mamülleri demir yönünden yetersiz olduğundan fındık bunlarla tüketilirse, açığı kapatır. Fındık Yağı * Fındık yağı bol miktarda kalsiyum ihtiva eder ki bu da kemik ve diş gelişimi ve güçlenmesi açısından çok önemlidir.* Fındık yağı bol miktarda kalsiyum ihtiva eder ki bu da kemik ve diş gelişimi ve güçlenmesi açısından çok önemlidir.* Fındık yağı kolesterole iyi gelen, kalbi koruyucu ve kanseri önleyici etkisi olan, kan yapımında gerekli olan demir bakımından da zenginliği kabul edilen bir besindir * Kolesterolü düşürür, kan şekerini dengeler. * Demir ihtiva eder, kansızlığa karşı etkilidir. * Zengin kalsiyum içeriği ile büyümeyi hızlandırır, diş sağlığını korur. * E vitamini sayesinde hücrelerin yenilenmesini sağlar. * Kalp damar ve kanser hastalıklarına karşı fındık yağı koruyucu etkiye sahiptir. * Fındık yağının kansere ve kansızlığa karşı da koruyucu etkisi vardır. * Fındık yağı bileşiminde %82 ye varan oranlarda oleik asit bulunmaktadır. Oleik asit kanda yüksek yoğunluklu lipoprotein oranının artmasını ve kan kolesterolünün azalmasını sağlar, böylece kalp damar hastalığı riski azalır. Günde en az 1 kez fındık yiyen insan hiç yemeyene göre 1/2 risk taşır.

13 Aralık 2007 Perşembe

Zayıflatan 5 Süper Yiyecek

İşte zayıflamanızı sağlayacak 5 süper besin. Bu yiyecekleri günlük diyetinizin bir parçası haline getirin ve kilolarınız kayboluşunu izleyin.

Bazı besinlerle kilo vermek gerçekten zordur. Bu besinler yeniden yeme isteği oluşturur (“bir daha yiyeyim!”), kan şekerinizle savaşır ve sonuçta galip geldiğinde beliniz kalınlaşır. Fakat bazı besinler bunun tam tersi tepki verirler. Mutlaka brokoliyi ve yaban mersinini duymuşsunuzdur, bunlar sizin bedeninizi dengede tutar. Bu yiyeceklerinizi günlük diyetinizin bir parçası haline getirin ve kilolarınız kayboluşunu izleyin.

Greyfurt: Hiç greyfurt diyetini denediniz mi? Uzun araştırmalar sonucunda greyfurt kilo savaşçısı olarak ün kazandı. Son zamanlarda Kaliforniya Scripps Kliniği'ndeki bilim adamları greyfurdun etkileri üzerinde yaptıkları çalışmalarında yemekten önce yenilen yarım greyfurtun, kilo vermeye yardımcı olduğunu buldu. Buna göre greyfurt kapsülleri, greyfurt suları içmek ve greyfurt yemek kilo vermede çok etkili. Bu 3 şık arasında en iyi etkiyi gerçek greyfurt sağlıyor. Bunlara ek olarak greyfurt içerisinde kanserle savaşan liminoids ve lycopene içerir. Kırmızı greyfurt da insan vücudundaki kolesterol oranını düşürmeye yardımcı olur. Bir greyfurdun yarısı sadece 39 kaloridir.

Sardalya: Sardalya bu zamana kadar ki en sağlıklı besindir ve kilo vermek için çok iyi bir ortaktır. Her şeyden önce Sardalya protein yüklü bir besindir ve kan şekerini dengeleme özelliğine sahiptir. Tam ve yenilenmiş bir metabolizmaya sahip olmanızı sağlar. İkinci büyük deposu omega 3’ tür. Sadece kardiyovaküler bölgeyi güçlendirmekle kalmaz moral ve motivasyonunuzu yükseltmenizi sağlar. (İyi hissetiğiniz için abur cuburdan uzak durmaya başlarsınız.) Sardalya besin zincirinde türüne az rastlanacak derece zarar verici özelliği en az olan bir besindir.

Balkabağı: En iyi kilo verdirebilecek besinler arasındadır. Uzun süre konserve halinde saklanılmış balkabağında yüksek olanda lif vardır ve buna karşılık 40 kalori kadar düşük bir kalori oranına sahiptir. Uzun araştırmalar sonucunda elde edilen bilgilere göre, lifler insan sağlığı için çok önemlidir ve kilo düzenlenmesinde de büyük yararları bulunur. Balkabağı dünyada yetiştirilmesi en kolay sebzelerdendir. Tatlandırıcılarla tatlandırıp, bir tutam tarçın, badem ve hindistan cevizi ekleyerek kan sekerinizi düşürebilirsiniz.

Sığır eti: Et çok iyi bir diyet besinidir çünkü içinde antibiyotik, steroid ve hormon içermez. Eğer etten kendimizi sakınırsak kötü sonuçlarla karşılaşabiliriz. Yüksek protein diyetleri çeşitli sebeplerden dolayı kilo kaybına neden olur. İçerdiği protein metabolizmayı uyarır, daha uzun süre tok hissettirir ve iştahınızı azaltır. Ayrıca, sığır eti yüksek miktarda omega 3 içerir bu da size sağlıklı bir hayat kazandırır.

Yeşil çay: Besin değeri taşımayan bitki kilo vermenizi hızlandırır ve incelmemizde bize çok yardımcı olur. Yüksek oranda antioksidan içerir, kalp sağlığımızı destekler, sindirime yardımcı olarak kan şekerini ve vücut sıcaklığını ayarlar. Metabolizmayı hızlandırı, yağ oksidasyonunu artırır. Bu şekilde kilo vermemizde bize yardımcı olur. Bazı araştırmalara göre günde 5 fincan yeşil çay kilo vermek için sihirli bir dokunuş, rahatlamak için iyi bir yoldur.

2150 Yilinda Herkes Obez Olacak

2150 YILINDA HERKES OBEZ OLACAK

Uzmanlar, fiziksel aktivitelerden kendilerini yoksun bırakan özellikle çocuk, genç ve kadınların Obez hastalığına yakalanma riskinin yüksek olduğunu ve insanların bu şekilde yaşamaya devam etmesi durumunda 2150 yılında herkesin obez hastası olacağı uyarısında bulundu.

Zonguldak Karaelmas Üniversitesi (ZKÜ) Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Rekreasyon Bölümü tarafından düzenlenen ''1. Spor Bilimleri Günleri'' kapsamında söz alan Prof. Dr. Caner Açıkada, yaşam alanlarının değerlendirilememesi sonucunda çocukların gelecekte sağlık sıkıntıları yaşayacaklarını ve 2150 yılında tüm insanların obez hastası olacağını söyledi.

ZKÜ Bartın Orman Fakültesinde düzenlenen 1. Spor Bilimleri Günleri''ne Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Metin Sarıbaş, Gençlik ve Spor İl Müdürü Nejat Pehlivan, öğretim görevlileri, akademisyenler ve öğrenciler katıldı. Sağlık Yayıncılık

Programa katılan Prof. Dr. Caner Açıkada, dünyada ve Türkiye''de obezite hastalığı ile ilgili yapılan değerlendirmeleri açıkladı. Açıkada, ''Özellikle çocuk ve genç açısından değerlendirirsek, bir kısım sağlık sorunlarının çocuk ve genç yaşlarda başlayıp ilerde daha da belirgin ortaya çıktığını görüyoruz. İstatistiklere göre birtakım rahatsızlıklarsan dolayı her gün 300 bin insan ölüyor. Bundan 30 yıl önce çocuklarının yüzde 48''i okula bisikletle ve yürüyerek gidiyordu. Okulun 1.5 kilometre çevresinde

yaşayan kişilerin çocuklarının yüzde 90''ı bisiklet kullanarak veya yürüyerek okullarına gidiyordu. 30 yıl sonra, yani günümüzde, bu rakam yüzde 6''lara geriledi. Birtakım şehir plancıları şehirleri öyle bir planladı ki, okullar evlerden uzakta. Durum böyle olunca da, anneler güvenlik kaygısıyla çocuklarını okullara servislerle gönderiyor. Şehir planlayıcılarımız bisiklet ve yaya yollarını düşünmemişler'' dedi.

Teknolojik olarak geliştiklerini belirten Açıkada, ''Ekran seyri deyince televizyon, bilgisayar ve bilgisayar oyunları aklımıza geliyor. Çocukların yüzde 97''sini, 9 ile 16 yaş tespitlerimize göre, günde en az 2 saat ekran seyri yapıyor. Tamamen inaktive. Türk çocukları üzerinde yaptığımız çalışmada bunun 3 saat olduğunu görüyoruz. Daha ilginci hafta içi erkeklerin yüzde 19''u ve kız çocuklarının yüzde 17''si, 4 saat ekran karşısında kalıyor. Bu sayının hafta sonları ikiye katlandığını görüyoruz. Tüm yaş

gurubu çocuklarda hiç fiziksel aktivite düzeyi yok. Bu gerçekten insanı tedirgin eden bir istatistik'' diye konuştu.

Açıkada, okullarda beden eğitimi derslerinde tüm yaş guruplarındaki çocukların düşük aktivite aldıklarını ifade ederek, ''Dahası, bu aldıkları fiziksel aktiviteler, yaşam düzeyi aktivitesinde olmadıklarını gösteriyor. Dünya obezite sıklığına bakıyoruz. İnsanlar geliştikçe obezite sıklığı artıyor. Bunların başında ABD geliyor. Türkiye de gelişmekte olan bir ülke. Türkiye''de hızla obezitenin artığını görüyoruz. Türkiye''de bayanların yüzde 40''ı obezite. Türkiye, sosyo-ekonomik ve kültürel gelişmişlik

düzeyindeki diğer ülkelere oranla belki daha hızlı obeziteye giden bir trend sergiliyor. Dünyada 300 bin obez insan var. Sağlığa ayrılan yüzde 12''lik bütçenin bir kısmının obezite problemlerine gittiği tespit edildi. Başında akbaba bekleyen Afrikalı çocuklar için günde 1 doların altında para harcamanın yeterli olduğu, ancak obez hastalığına yakalananlar için harcanacak paranın daha yüksek olduğu tespit edildi. 1970 yılından bu tarafa obezite sıklığının 2''ye, 6-11 yaşlarda ise 3''e katlandığı görülüyor. Bu

bizi kaygılandırıyor. 1970''den günümüze 6 yaşın üzerinde 9 bin obez bulunduğu ortaya çıkıyor. Bu trend sadece ABD''de değil, Avrupa ve dünyanın geri kalanında da aynı trendler var. Günlük aktivitede uzmanlar, orta ve şiddetli egzersizin ortalama 60 dakika yapılması ve çocukların bu saatin yarım saatini okulda geçirmeleri gerektiğini söylüyor. Beden eğitimi haricinde 30 dakika zorunlu egzersiz programı yapmak gerekiyor. Çocuklarda gelecek kuşaklara yönelik büyük bir sıkıntı var. Okullarımıza bakıyoruz. Bütün

dünyada beden eğitimi ders saatlerinin azaltılmaya başladığını görüyoruz. İlginçtir beden eğitimi derslerini seçmeli hale getirdik'' dedi.

Açıkada, 2150 yılında normal insan kalmayacağını, bu yaşam tarzıyla herkesin obez olacağını, ulusal ve uluslararası sağlığı teşvik edici yasal bir düzenlemenin varolması gerektiğini vurguladı.

12 Aralık 2007 Çarşamba

Ergenlik Ve Cinsellik

Erotik düşünceler, cinsellikle ilgili bütün konulara derin bir il*gi, vücutla ilgili yoğun endişe*ler, davranışlar konusunda kafa karı*şıklığı (başkalarının davranışlarıyla karşılaştırma) ve anne-babanın uyarı*larıyla vücudun dürtüleri arasında köşeye sıkışmışlık duygusu: ergenlik çağında cinsellik çok heyecan verici olabileceği gibi, erişkinlerdeki gibi suçluluk, kaygı ve karmaşık sorunlar*la da dolu olabilir. Bununla birlikte, cinselliğin istenmeyen sonuçları olan cinsel enfeksiyonların ve gebeliğin ergen üzerindeki etkileri erişkinde-kinden çok daha hırpalayıcıdır.

Günümüzde gençler anne-babalarının gençlik dönemleriyle karşılaş*tırıldığında daha özgürmüş gibi gö*rünüyor, ama cinsel olarak kendileri*ni kanıtlamaya zorlayan çevre baskı*sı ergenliği daha da sersemletici bir deneyime dönüştürüyor. Günümüz*de ergenler arasında ilk cinsel dene*yim yaşı giderek düşüyor ve isten*meyen gebelik oranı artıyor. İngiltere’de ergenlerde gebelik oranı yak*laşık 100 000 iken, yakın zamanda yapılan bir araştırma erkeklerin %50’sinin, kadınların ise üçte ikisi*nin cinsel ilişkiye çok erken başladı*ğı inancında olduğunu gösteriyor.

Birçok ergen cinsel ilişki için he*nüz çok erken olduğunu düşünebi*lir; ancak kafaları mastürbasyon, âdet kanamaları, gece boşalmaları ve kendi cinsel yönelimlerine ilişkin sorunlarla meşguldür. Ergenin çev*resindeki erişkinler de bazen birbi*riyle çelişen tavsiyelerde bulunarak, ergenin kafasının daha da karışması*na neden olabiliyor. Türkiye’de er*genlik çağındaki gençlerin bütün bu konularda güvenilir kaynaklardan önyargısız ve açık yanıtlar elde etme olanakları son derece sınırlı olmakla birlikte, son yıllarda bu doğrultuda bazı adımlar atılmaya başlandı.

MASTÜRBASYON
Kendi kendini tatmin ya da mastür*basyon (kişinin haz almak ve orgaz*ma ulaşmak amacıyla kendi cinsel organlarını okşaması) ergenlik ça*ğındaki erkek çocuklarda doğal sayı*lıp, geniş kabul görüyor, ama ergen*lik çağındaki çok sayıda genç kız da mastürbasyon yapıyor ve erişkinlik çağında da buna devam ediyor. Er*genlerde mastürbasyon cinsel haz-ları ve boşalmayı kendi başına gü*venli bir yoldan keşfetmeye olanak veren yararlı bir yöntemdir ve sonra*ki cinsel aktivitelerde ön sevişme sı*rasında kişinin nelerden hoşlandığını anlamasına yardımcı olabilir. Ayrıca kişinin orgazma ulaşabileceğini gös*termeye de yardım eder.

Erkekler elleriyle ya da bir yüzeye (örneğin yatağa) dayanarak penisin gövdesini ve başını ovuşturma yo*luyla mastürbasyon yapar. Kızlar art arda hafif hareketlerle klitorisi uyara-bilir ve vajina ile göğüslerini okşayabilirler. Mastürbasyonda “normal” kabul edilebilecek bir sıklık yoktur; bazı kişiler günde birkaç kez, bazıları ise haftada bir ya da daha seyrek mastürbasyon yapabilir. Ayrıca mas*türbasyon yapmak istememek de son derece normaldir.

Geçmişte mastürbasyonun doğal olmadığı, hatta zararlı olabileceği, insanın kör olmasına yol açabileceği düşünülürdü. Oysa günümüzde en güvenli seks olarak değerlendiriliyor ve birçok erişkinin yaşam boyu uy*guladıkları son derece normal bir davranış olarak kabul ediliyor.

EŞCİNSEL DUYGULAR
Ergenlik çağı genellikle duyguların çok yoğun yaşandığı bir dönemdir. Bu dönemde tutkulu arkadaşlıklar geliştirilir ve her iki cinsten hayran olunan kişilere karşı derin duygular beslenebilir. Ergenlerin çoğu kendi cinsinden bazı kişilere bağlanır ve eşcinsel mi (homoseksüel, aynı cin*se ilgi duyan), yoksa heteroseksüel mi (karşı cinse ilgi duyan) oldukları konusunda kafa karışıklığı yaşayabi*lir. Ergenler kendi cinslerinden kişi*lerle çeşitli cinsel deneyimler de ya*şayabilir. Bütün bunlar son derece normaldir ve kişinin kendi cinselliği*ni keşfetmesinin bir parçasıdır.

Eşcinsel duygular ve deneyimler yaşayan birçok kişi daha sonra hete-roseksüel ilişkilere girer. Diğer bazı*ları kendi cinslerinden kişilere karşı güçlü duyguları olduğunu hisseder ve bu tercihi yaşam boyu sürdürür. Bazı kişiler de, tek bir kişiyle kalıcı bir ilişki sürdürebilmelerine karşın, her iki cinse de ilgi duyabilir. Her iki cinsiyetten kişiyle ilişkisi olan kişiler kendilerini “biseksüel” olarak adlan*dırabilir.

Toplumların çoğunda aileye önem verilip heteroseksüel ilişkiler normal kabul edilirken, homoseksüel ilişkiler anormal, günah ya da sapkın*lık sayılır. Dolayısıyla heteroseksüel dünyaya uyum yapma baskısı çok kuvvetlidir. Oysa gerçekte insanların çoğu için cinsellik geniş bir yelpaze*dir; kişi karşı cinsle cinsel ilişkiyi ter*cih edebilir, ama bazı koşullarda aynı cinsten kişilere de ilgi duyabilir ya da bunun tam tersi yaşanabilir.

Eşcinsellerin çoğu çok küçük yaşlardan başlayarak kendilerinin “gay” olduklarını bildiklerini söylü*yor. Cinselliği konusunda kişinin ka*fası karışıksa, kendisine zaman tanı*yarak bu konuyu dikkatle irdelemesi gerekir. Bazı kişiler kendi cinsellikle*rini reddederek evlenmeye ve ço*cuk sahibi olmaya kadar gidiyor, ama bu çoğu zaman daha büyük bir mutsuzluğa neden oluyor. Gerçi eş*cinsel yaşam birçok soruna ve çatış*maya yol açabilir, ama bu konuda dürüst olmak daha iyi olabilir.

OYNAŞMA
Cinsellik konusuna merak duymak ve bazı şeyleri denemek normaldir. Gençlerin çoğu cinselliği dudaktan öpüşerek, dilleriyle öpüşerek, bazen de elbiselerinin üzerinden birbirleri*nin vücuduna dokunarak dener. Öte yandan, kişiler bazen elbiselerini çı*kararak da birbirlerinin vücudunu okşayabilir ve birbirlerine mastür*basyon yapabilir. Bunlar cinsel bir*leşme öncesindeki “ön sevişmeye” benzer ve sonunda cinsel birleş*meyle sonuçlanabilir.

Dolayısıyla, denemelerin hazzına varmak istiyorsanız başlangıçtan iti*baren her iki eşin nereye kadar git*meye hazır olduğunu belirlemekte yarar vardır. Ne kadar “kendinden geçerse geçsin” hiç kimsenin diğeri*ni oynaşma ya da öpüşmeyi bir adım ileri götürme konusunda zor*lamaya hakkı yoktur. Oynaşma cin*sel birleşmeye götürüyorsa, gebeli*ğin ve enfeksiyonların önlenmesi için prezervatif kullanma konusu ele alınmalıdır . Ayrıca oynaşma sırasında meninin vajinanın yakınına boşalma-ması gerektiği gözden kaçırılmama*lıdır; bu durumda cinsel birleşme ol*madan da gebe kalmak mümkün*dür. Dahası, eşlerden birinin cinsel organına dokunduktan sonra öteki*nin cinsel organlarına dokunan par*maklarla enfeksiyon bulaşabilir. En*feksiyonları önlemek için derideki ya da parmaklardaki kesikler su geçir*meyen plastikle kapatılmalıdır; er*kek ve kadın prezervatifi de kullanılabilir. Oral seksin güvenli olması için çeşitli tatlarda prezervatifler sa*tılmaktadır.

Oynaşmanın sınırları konusunda her iki eş de aynı görüşteyse, bu yöntem cinsel birleşmenin doğura*bileceği sorunlar olmaksızın cinsel*likten zevk almanın çok hoş ve ol*dukça güvenli bir yolu sayılabilir.

İLK CİNSEL BİRLEŞME
İlk cinsel birleşme, erişkinler dünya*sına adım atmada önemli bir geçiş töreni olarak görülür. Üzerinde doğ*ru dürüst düşünmeden hızla bu adı*mı atmak kolaydır. Yeni bir durum söz konusu olduğu için, deneyimli iki kişi arasında bile ilk cinsel ilişkide çoğu zaman birçok beceriksizlik ya*şanır. Her iki eş de deneyimsizse, durum daha da güç olabilir; eşlerin ikisi de çekingen, sinirli ve endişeli lacaktır.

Dolayısıyla, kişilerin za*man ayırarak önce birbirlerini tanı*maları ve birbirlerinin vücutlarına alışmalarında yarar vardır. Daha da önemlisi, prezervatif kullanılması konusu ve gebeliği önleyici yön*temler önceden ele alınmalıdır. Gençlerin %70-80′i ilk cinsel birleş*mede prezervatif kullandığını belirti*yor. Gençlerde doğurganlık yüksek olduğu için, kadının istenmeyen ge*beliği önleyici (kontraseptif) hap kullanması, erkeğin de enfeksiyon*ları önlemek için prezervatif kullan*ması akla uygun olabilir (aşağıya, Gebeliği önleyici yöntemler bölü*müne bakınız).

GEBELİK,GEBELİĞİ ÖNLEYİCİ YÖNTEMLER VE CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLAR
Cinsel ilişki gebeliğe, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara ya da her iki*sine birden yol açabilir. Bunların iki*sinin de olmaması için her iki eşin de eşit sorumluluk yüklenmesi, is*tenmeyen bir gebelik olursa bu so*runun üstesinden gelmede eşit rol almaları gerekir. Bu gibi konularda, medikososyal merkezlerine, AÇSAP merkezlerine, sağlık ocaklarına ve hastanelerin ilgili birimlerine (aile hekimi, jinekoloji, üroloji) başvurula*bilir. Telefonla danışmanlık hizmet*leri veren merkezler de vardır. Bu gibi merkezlerde çalışan doktorlar sır saklamakla yükümlüdür.

Gebeliği önleyici haplar (kontraseptif haplar) doktorun önerisiyle kullanılmalıdır. Gerektiği gibi uygu*lanırsa gebeliği önleyici etkisi güçlü*dür. Ama cinsel yolla bulaşan hasta*lıklara karşı önlem alabilmek için da*ima prezervatif de kullanılmalıdır. Prezervatifler HIV (AİDS), belsoğukluğu, klamidya ve trikomonyaz gibi enfeksiyonlara karşı iyi bir korunma sağlar, ama cinsel organlarla temastan önce takılmalıdır. Genital siğil ve herpese karşı da bir ölçüde koruma sağlar.

Genç kız gebeliği önleyici hap kullanmıyorsa ve prezervatifsiz cin*sel ilişki yaşanırsa ya da ilişki sırasın*da prezervatif yırtılır ya da penisten çıkarsa, gebelik riskini azaltmak için olayı izleyen 72 saat içinde acil kontraseptif kullanılabilir (buna “er*tesi sabah hapı” adı da veriliyor, ama ilişkiden sonra üç gün boyunca etkili olduğu için aslında bu doğru bir tanımlama değil). Bu yöntemde 12′şer saat arayla ikişerden dört hap alınır ve gebe kalma riski yüzde 2-3′e düşürülür. Türkiye’de de Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması merkezlerine ya da kadın doğum kliniklerine bu amaçla başvurulabilir; ayrıca, HIV bulaşma kuşkusu oldu*ğunda, 48 saat içinde bu birimlere yapılacak bir başvuru ile HIV virüsü*nü çok büyük olasılıkla yok eden bir tedavi protokolü uygulanabilir.

Penisin Sertleşme Güçlüğü

SORU: “Viagra” deyince ilk aklınıza gelenler?
Viagrayı üreten Pfizer şirketinin İngiltere Birimi Halkla İlişkiler Şefi Bayan Miranda Kavanagh’ın naklettiği bir şaka: İlk balayınızla ikincisi arasındaki fark nedir? Cevap: “İlki Niagara idi, ikincisi Viagra!” Şaka bir yana, Viagra bir ilaç olmaktan ziyade, çok-cepheli bir fenomen olarak girdi hayatımıza. Kültürel, ekonomik, edebi, sosyal… Tarih boyunca yeryüzünde en hızlı satılan ilaç Viagra. Wall Street analistlerine göre, ilk çıktığı yıl 5 milyar dolarlık bir satış rakamına ulaştı. Bu gerçekten inanılması güç bir rekor. İngiltere’nin muhafazakar gazetesi Times , birinci sayfasındaki bir editör köşesinin tümünü Viagra’ya ayırmışsa, bu ciddiye alınması gereken bir fenomen demektir.

SORU: Viagra bir mutluluk ilacı mı?
- Bir anlamda hayır, bir anlamda evet. Pfizer tarafından aslında kalp ve damar hastalıkları tedavisinde kullanılmak üzere üretilen, fakat yan etki olarak ereksiyon yaptığının gözlenmesi üzerine “tesadüfen” keşfedilen Viagra’nın etken maddesi “sildenafil” , asla bir afrodizyak değil. Yani cinsel ilgi veya arzuyu artırmaz. Birçoklarının kendisinden beklediği gibi, normal erkeği süper erkek yapmaz. Bu bakımdan, mutlu olamayan bir erkeğin Viagrayı alıp mutlu olması sözkonusu değil. Ancak, sildenafilin, normal seksüel uyarıya karşı oluşan ereksiyon cevabını güçlendirip artırdığı gözönüne alınırsa, tıbbi anlamda sertleşme sorunu yaşayan ve bu nedenle aile hayatları zehir olan, psikolojileri bozulan milyonlarca erkeğin Viagra sayesinde yeniden mutluluğu yakaladıkları bir gerçektir.

SORU: Cinsel sorunların çözümündeki yeri nedir?
- Erektil disfonksiyon olarak tıbbi ifadesini bulan sertleşme sorununda Viagra kullanımının sonuçlarına bakıldığında, sebepten bağımsız olarak %84 lük bir ortalama başarı yüzdesi ile karşılaşıyoruz. Aynı gruba, plasebo adı verilen “boş ilaç” uygulandığında bu rakam %25′e düşüyor. Yani % 84, psikolojik bir etkiden çok, gerçek ilaç etkisini yansıtıyor

SORU: Erektil disfonksiyon cinsel sorunların ne kadarını oluşturur?
- Bu gerçekten zor bir soru. Çünkü bu noktada tam bir kavram kargaşası yaşıyoruz. Bu ülkede, erotik film ve hikayelerde rastladıkları “film-kurgu” erkeklerin skoruna ulaşamadıkları için kendilerini ürologa zor atan ve cinsel sorunlarından (!) yakınan binlerce erkek var çünkü. Biz konuya bilimsel olarak yaklaşırsak, şunları söyleyebiliriz: Cinsel fonksiyon bozuklukları, cinsel cevap döngüsü esas alınarak tanımlanır. Cinsel cevap döngüsünün ise; istek, uyarılma, orgazm ve çözülme olmak üzere dört evresi vardır. İşte “cinsel sorunlar” genel tanımı, bu evrelerin herhangi birindeki aksama ve problemi ifade eder. Erektil fonksiyon bozukluğu, ya da halkımızın yaygın tercihiyle “iktidarsızlık” ise, cinsel cevabın ikinci safhası olan uyarılma evresinde erkeklerde görülen aksamaların adıdır. Erektil disfonksiyonun yaygınlığı hakkında en sağlıklı rakamlar ABD’den alınmaktadır. Buna göre, 40-70 yaş arasındaki erkeklerde, %10 oranında tam ereksiyon bozukluğu, %52 oranında ise değişik derecelerde erektil disfonksiyon mevcuttur. Bunların % 80 kadarı, organik bir nedene bağlıdır. Toplumsal şartlar ve cinsellik kavramına yaklaşım farkı gözönüne alındığında, ülkemizde erektil disfonksiyon ve cinsel sorunların daha yüksek oranda olduğu, ancak bunların altında yatan psikolojik etmen yüzdesinin hatırı sayılır bir rakama ulaştığı söylenebilir.

SORU: Erektil disfonksiyon için risk faktörleri nelerdir?
- Kalp-damar hastalıkları (hipertansiyon, kolesterol yüksekliği gibi), şeker hastalığı, omurilik travması, ürolojik cerrahi müdahaleler (prostat büyümesi ve prostat kanseri ameliyatları gibi), depresyon-stress gibi psikolojik faktörler, daimi kullanılan bazı ilaçlar, sigara ve alkol kullanımı… en önemli hazırlayıcı etkenler olarak sayılabilir.

SORU: Viagra, erektil disfonksiyonların hepsini ve her derecesini tedavi edebiliyor mu?
- Elbette hayır. Öyle olsaydı, artık bu konuda araştırma ve çabaya, hatta ürologlara veya hekime gerek kalmaz, eczaneden alınacak bir Viagra tableti ile çözülen cinsel sorunlar, yaşanan hayattan çekilip, tıp kitaplarının tozlu sayfaları arasına terkedilirdi. Durum böyle olmamakla beraber, yapılan araştırmalar, Viagra ile, birçok değişik etmene bağlı erektil disfonksiyonlarda belli oranda da olsa başarı elde edildiğini göstermiştir. Bunlar arasında, hipertansiyon, depresyon, şeker hastalığı, yaşlılık, omurilik travmasına bağlı felç ve prostat operasyonlarına bağlı sertleşme bozuklukları sayılabilir.

SORU: Viagra sadece erkekleri mi mutlu ediyor?
- Sevdiği, hayatını paylaştığı erkeğinin sertleşme bozukluğu nedeniyle hem onun ruh dünyasında oluşan travmayı birlikte yaşayarak muzdarip olan, hem de doyurucu cinsel ilişkiden mahrumiyet sebebiyle orgazm mutluluğuna erişemeyen bir kadını düşünelim. Bir gün, eşi elinde bir hapla çıkageliyor ve birkaç saat içinde bu iki insanın cinsel hayatlarında bir devrim oluyor. Aylar, belki de yıllar sonra bu iki insan, cinsel tatminin tarif edilemez, ancak yaşanabilir hazzına ulaşıyorlar, yeniden… Bu cepheden bakıldığında, Viagranın sadece erkekleri değil çiftleri mutlu ettiği söylenebilir. Ancak, sualiniz, Viagranın kadın cinsel fonksiyon bozukluklarında etkili olup olmadığını sorguluyorsa, bu konuda henüz neticelenmemiş yoğun çalışmalar bulunduğunu söylemekle yetineyim.

SORU: Viagra’nın alternatifi ya da muadili yok mu?
- Ülkemizde “sildenafil” içeren ikinci bir ilaç, yani Viagranın muadili, “Sildegra” adıyla piyasaya çıktı. Alternatifine gelince, bundan, ağız yoluyla alınan başka ereksiyon ilaçlarını anlamak gerek diye düşünüyorum. Bu manada, ilaç piyasasını V.Ö. ve V.S. şeklinde ikiye ayırmak, hakedilmiş bir kadirşinaslık olacaktır. Viagradan öncekiler, yani mevcut ilaçlar gerçekten çok zayıf, hatta bazı araştırmalara göre anlamlı etkisi olmayan haplardı. Üzerinde yoğun araştırmalar süren ve pek yakında piyasaya girmesi beklenen “apomorfin” ve “fentolamin” içerikli oral ilaçlar ise, belki de Viagra kadar etkili olmaya aday gözüküyorlar.

SORU: Neden bu kadar parıltılı bir tanıtımla tanıtıldı?
- Erektil disfonksiyon için kullanılacak ideal ajanın özellikleri sayılırken şunlar sıralanır: Uygulaması basit, invazif olmayan, ağrısız, çok etkili, minimal yan etkisi olan ve ekonomik. Dört tabletlik bir kutu Viagranın ülkemizde 20 milyon TL civarında bir fiatı bulunduğunu düşünürsek pek ekonomik olduğunu söyleyemeyiz. Ancak bunun dışındaki tüm ideal ilaç özellikleri, sanki Viagrayı tarif etmekte gibi. İşte tıp tarihi boyunca, böylesine ideale yakın bir ereksiyon ilacının ilk defa uygulamaya girmesi, cinsel sorunların her toplum ve kültürde yaygın biçimde görülen bir şikayet olması, ilacın parıltılı bir tanıtımı hakettiğini düşündürüyor. Dünya erkekleri, bu sayede, kaybettikleri “iktidar”larını kimsenin haberi olmadan (belki de gizlice yutuverdikleri minik bir hap marifetiyle) yeniden ele geçirdiler. Bu, az şey midir?!

SORU: Herkesin kolayca erişilebileceği bir ilaç olmasında fayda var mı?
- Adı üzerinde, Viagra bir ilaç. Bana göre, hiçbir ilaç, kolayca erişilebilir olmamalıdır. Hele, Viagra gibi, yanlış insanda kullanılırsa ciddi sorunlar doğurabilecek, yahut etki mekanizması tam bilinmeden, popüler kültürdeki yanlış yönlendirmelerle lüzumsuz yere ve sonuçsuz beklentilerle kullanılabilecek bir ilaçsa, asla! Konunun uzmanı bir hekim, yani ürolog, kişiyi etraflıca değerlendirmeli, gerçekten Viagra kullanımının uygun olduğuna karar vermeli, o kişiye uygun kullanım şartları ve dozunu tayin etmeli, ilaç reçeteyle ve kayıtlı olarak alınıp, hekimin takibi altında kullanılmalıdır.

SORU: Viagra, neredeyse deyim olarak lügatlere geçti. Popüler kültürde Viagra’ya karşılık gelen bir boşluk mu vardı? Viagra dilbilimde hangi imaların karşılığı olabilir?
- Ülkemiz için, cinsel sorunlar birçok batı ülkesinden farklı olarak veya daha yoğun olarak bir eğlence mevzuu gibi algılanır. Aganigi-naganigi’nin ima ettiği ögeler, tarihte veya dünyada kudret ilacı ya da afrodizyak olarak revaç bulurken bizde kollektif tebessüme sebep olur. Bu algılama biçimi içerisinde, Viagra bir tıbbi ilaç olmaktan ziyade bir güç sembolü, bir erkeklik timsali gibi görülmekte ve daha önce böyle bir enstrümandan mahrum olan popüler kültür, onu sömürürcesine kullanmaktadır. Viagra fıkraları, yalnızca popüler kültürde varolan bir boşluğu doldurmak için mi, yoksa anlatanların bireysel hayatlarındaki bir eksikliğin telafisi için mi dilden dile dolaşmaktadır, bilmiyorum. Ancak, bizdeki kadar olmasa da, dünyanın heryerinde Viagranın doktor reçetelerinden daha çok toplumun ve medyanın gündeminde yeraldığını yadsıyamayız. Viagranın halk dilinde “kaldırmak” fiili yerine de kullanıldığını anlatan güzel bir örnek, doktordan ¼ Viagra hapı isteyen 80 yaşındaki ihtiyarın, bunun sebebini, ayaklarının dibine değil de biraz ileriye işeyebilmek arzusuyla izah etmesinde görülebilir.

SORU: Viagra siz ürologların pratiğine neler getirdi?
- Ürologlar, teknik ve bilimsel gelişmelerin, ellerindeki “kutsal ve dokunulmaz” tedavi gücünü başka kişi ve kurumlara aktardığından hep yakınmışlardır. Böbrek taşı kırma makinasının, taş ameliyatlarını hemen hemen bitirmesi gibi. İşte Viagra da benzer bir etki yaptı üroloji pratiğinde. Erektil disfonksiyon yakınmasıyla ürologa gelen hasta, hemen daima bir Viagra reçetesi beklemekte artık. Bu beklenti bir yana, gerçekten de, çok ayrıntılı ve eziyetli ileri tetkikler yerine “Viagra testi” yapmak, bizim de uyguladığımız bilimsel bir yöntem olarak literatüre girdi. Bundan böyle, temel incelemeleri ve muayeneyi takiben hastaya bir Viagra tableti kullanıp cinsel ilişki denemesi önerilmekte, başarılı olursa bu tedaviye devam edilmektedir

SORU: Yanetkiler adam öldürecek kadar tehlikeli mi, dersiniz? Viagra’dan öldü sözü ne kadar doğru ve ne kadar yerinde?
- Viagra kullanımı sonrasında oluşan birçok ölüm vakası bildirilmekle beraber, bu ölümlerin doğrudan ve yalnızca sildenafil etken maddesine mi bağlı olduğu, yoksa o kişilerin genel sağlık durumu, ilave kalp hastalıkları, cinsel ilişki sırasındaki efora karşı performanslarının da etkili mi olduğu sorusu cevaplanamamıştır. Karşı görüşü savunan bazı araştırmalarda, aynı sağlık statüsü ve yaşta olan insanlar arasında Viagra veya plasebo verilen iki mukayese grubundaki kardiovasküler yan etki oranının aynı olduğu bildirilmiştir. Bu soru karşısında verilebilecek en net cevap, kalp damar hastalığı için damar genişletici (nitrogliserin) alan kişilerde Viagra kullanımının ölüm tehlikesi taşıdığı ve yasak olduğudur. “Viagradan öldü” ifadesi ise acı ve mutluluğu, hüzün ve hazzı ironik biçimde birleştiren bir çağrışım yapmaktadır kulaklarda.

SORU: Türkiye’de Viagra ile ilgili çalışma yapılıyor mu?
- Gerek klinik gerekse laboratuvar araştırmaları düzeyinde birçok çalışmanın ülkemizde de yapılmakta olduğunu söyleyebilirim. Bizim de bu konuda henüz devam etmekte olan birkaç klinik çalışmamız mevcut

Orgazma Ulaşamamanın Nedenleri

Bu gibi durumların hepsinde başlıca sorun kötü bir teknik ve yetersiz uyarılma olabilir.

Fiziksel Nedenler
Biraz alkol gevşeme sağlayabilir, ama çok fazla alkol cinsel perfor*mans üzerinde öldürücü bir etki ya*par. Erkekler sertleşmeyi devam et*tirmekte zorlanabilir, kadınlar ise or*gazma ulaşabilecek kadar uyarıl*makta güçlük çeker.

İlaçlar da böyle bir etki yapabilir ve libidoyu (cinsel dürtüyü) azaltan ilaçların hepsi orgazmı da önleyebi*lir. Kokain, barbitüratlar, tioridazin, bazı yüksek tansiyon ilaçları, östrojen, depresyon ilaçları, zaman za*man da gebeliği önleyici kontrasep-tif haplar bu türdendir.

Ameliyat da cinsel doyumu etki*leyebilir, ama vakaların çoğunda ne*den fiziksel olmaktan çok psikolojik*tir yani cinsel organları ilgilendiren ya da göğüslerin alınması (mastektomi) veya kolostomi (kalın barsağın dışarı açılması) gibi ameliyatlara gösterilen tepkiye bağlıdır. Rahmin alınmasının (histerektomi) bazı ka*dınlarda daha az tatmin edici bir or*gazma yol açabildiğim gösteren ka*nıtlar vardır. Oysa prostat ameliyatı erkeklerin yalnızca küçük bir bölü*münde cinsel işlevde azalmaya yol açıyor.

Uzun süren ağır hastalıkların hepsi cinsel dürtüde azalmaya ve orgazma ulaşmakta güçlük çekilme*sine neden olabilir. Nedeni ne olur*sa olsun, cinsel birleşme sırasında ağrı (bk. s. 25-34) kadının orgazma ulaşamayacak kadar gerilmesine ve endişelenmesine neden olabilir. Çok seyrek olarak orgazma ulaşamama*nın nedeni nörolojik bir sorundur.

Psikolojik sorunlar
Orgazm kişinin cinsel olarak “geri dönülmez bir noktaya” erişene ka*dar uyarıldığı zaman ortaya çıkan bir reflekstir. Özellikle kadınlarda başlı*ca sorun kişinin yeterince uzun bir süre yeterli ölçüde uyarılmaması olabilir, ama başka bazı etmenler bu “noktaya” erişmeyi güçleştirici bir rol oynayabilir.

Kadınlar uyarılmaya yanıt vere*cek biçimde kendilerini bırakmak için, güvenli bir ortamda bulunmaya ve gevşemeye daha fazla gereksi*nim duyar. Gebelik, ilişkinin kendisi ve benzeri konulardaki çözümlen*memiş kaygılar heyecanı önleyebi*lir.

Orgazma birkaç kez ulaşılamadıysa, başarı endişesi ve başarısızlık korkusu sorunu daha da ağırlaştıra*bilir ve “seyirci tutumu” adı verilen bir davranış kalıbı yerleşebilir. Vücu*du erotik duyguların hazzma bırak*mak yerine, orgazma ulaşma hede*finin ön plana geçmesi kişinin kendi*sine sürekli “Böyle hissetmem mi gerekiyor? Orgazma yaklaşmıyor muyum? Neden? Sorun ne?” gibi sorular sorması anlamına gelir: Bu türden endişelerin uyarılmayı önle*mesi ve orgazmı engellemesi kaçı*nılmazdır.

Orgazma ulaşamayan kadınlarla ilgili araştırmalarda başka birçok fak*törün de rolü gözlemleniyor; kont*rolü yitirme korkusu, yarışmacı ya da saldırgan duygular, orgazma ulaşılırsa idrar kaçırılacağı gibi gerçek*dışı korkular, vb. Sorunun ruhsal bo*yutlarıyla birlikte ele alındığı cinsel ruh sağlığı terapisinde (psikoseksüel terapi) bunlar da irdelenmelidir.

ORGAZM SORUNLARINDA TEDAVİ
En iyisi bu konuyu terapistle görüş*mek ve temel sorunun ne olduğu*nun belirlenmesini sağlamaktır. So*run cinsel teknikteyse, terapist çiftin birbirini uyarmada yeni yöntemleri denemesine yardımcı olabilir ve ka*dına cinsel birleşme sırasında klitori-sin uyarılmasını artırmak için belli egzersizler öğretebilir. Diğer bazı durumlarda daha çok psikolojik boyuta vurgu yapılabilir.

“Seyirci tutumu” sorunu varsa, terapist fantezilerle dikkatin dağıtıl*masını, ayrıca gerekiyorsa erotik li*teratür ya da film ve vibratör gibi yardımcı araçlardan yararlanılmasını önerebilir. Kadının ve erkeğin or*gazma ulaşmasına yardım eden öz*gül egzersizler arasında 53. sayfa*daki kutuda belirtilenler de buluna*bilir.

Fantezilerden yararlanma doğal hale gelirse, başarısızlık endişesi ve korkusu ve buna bağlı seyirci tutu*munun oluşturduğu kısır-döngü kırı*labilir.

Sonuçlar
Orgazma ulaşamama tedavilerinde genellikle büyük başarı elde ediliyor ve seks terapistleri 20 seansta %90 başarı sağlandığını belirtiyor