21 Kasım 2007 Çarşamba

Saç dökülmesini nasıl önlersiniz?

Birçok hormonal, metobolik ve besinsel etkiler ile saç dökülmesi oluşabilir. Bunlar ortadan kaldırılmadan %100 tedavi hiçbir zaman mümkün olmaz.

İstanbul Özel Hizmet Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uzm. Dr. Köksal Hacı mevsim değişikliklerinde artan saç dökülmeleri ve alınabilecek önlemler hakkında bilgi verdi.

Düzensiz beslenme alışkanlıklarının saç sağlığı üzerindeki zararları her geçen gün artıyor. Saç dökülmesine neden olan en önemli faktörlerden biri de dengesiz beslenmedir. Sağlıklı ve dökülmeyen saçlar için öncelikle protein, çinko, B 12 vitaminleri, folik asit ve bakır eksikliği olmamasına özen gösterilmelidir. Bu besinlerin eksikliği saç sağlığınızı olumsuz yönde etkiler. Ayrıca alkol ve sigara kullanımını alışkanlık haline getirmek saçların ölmesine neden oluyor. Sigara saçlarda yağlanmaya ve kırılmaya da neden olmaktadır.

Saçların ne kadar dökülmesi normal karşılanır?

Saçlar 1 ay da yaklaşık 1 cm büyürler. Yaş ilerledikçe bazı kıl kökleri tahrip olduğundan saç miktarında azalma olabilir. Bir günde dökülen saç miktarı en çok 100 adet olmalıdır. Normal oranda olan bu saç dökülmesi saçı seyreltmez. Zira dökülenlerin yerine yenileri çıkar.

Hangi durumlarda saçların normalden daha fazla dökülmesi söz konudur?

Stres, ameliyat, doğum gibi durumlardan sonra saç dökülmesi görülebilir. 39 derecenin üzerindeki ve tekrarlayan ateşli hastalıklardan sonra, şeker hastalığı, karaciğer yetmezliği gibi hastalıklarda da saç dökülmesi görülebilir. Demir eksikliği, çinko eksikliği, aşırı zayıflama, şok diyetlere bağlı protein eksikliği, bazı ilaç ve kimyasal maddelerde saç dökülmesine neden olur. Alkol ve sigara tüketimi de saç sağlığını doğrudan etkiler.

Saç dökülmesi şikayeti olanlar öncelikle ne yapmalıdırlar?

Saç dökülmesinden şikayeti olanlar öncelikle hangi sebeple saçlarının döküldüğünü öğrenmek için bir cilt hekimine doktora başvurmalıdırlar. Yapılacak muayene ve laboratuar tetkikleri, hatta bayanlarda yumurtalık ve böbrek üstü bezi ultrasonografi ve sintigrafi tetkikleri ile en doğru sonuca ulaşılacaktır.


Saç dökülmesini önlemek için…

Saç ve saç derisine zarar veren ürünlerden kaçınılmalıdır.
• Protein ağırlıklı besinlerin tüketimine özen gösterilmelidir.
• B grubu vitaminler (biotin ve d-pantenol) alınabilir.
• Demir ve çinko eksikliği varsa ek vitaminlerle eksiklik giderilmelidir.
• Karbonhidrat ağırlıklı beslenmeden kaçınılmalıdır.
• Stresten uzak durulmalıdır.
• Sigara ve alkol kullanımı alışkanlık haline getirilmemelidir.
• Saçı her gün yıkamak doğru değildir. 2-3 günde bir ph 5.5 değerinde bir şampuanla yıkamak yeterlidir. Saçları sık yıkamak, saç derisinin yağ dengesini bozar ve saçlar daha fazla yağlanır.
• Jöle kullanılmamalıdır. Jöle saçın nefes almasını önler ve dolayısıyla saç kaybına neden olur. Jöle kullanılsa bile aynı gün saçı yıkamak gerekir.
• Yüksek miktarda A vitamini alınması saç dökümünü tetikler. A vitamini alımı kesilerek bu problem çözülebilir.
• Saç derisinin kanlanmasını sağlayan damarların akışı yönünde saçlı deriye masaj yapmak saç dökülmesini önlemektedir.

20 Kasım 2007 Salı

Dişlerinizi "namuslu fırçalayın" uyarısı


İSTANBUL (İHA) - İstanbul Üniversitesi (İÜ) Diş Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Meriç, Türkiye'de ağız ve diş sağlığının çok kötü olduğunu vurgulayarak, "Ne olur dişlerinizi 'namuslu' fırçalayın" dedi.

Türkiye Dişhekimleri Birliği'nin düzenlediği "Bilimsel Dişhekimliğinde 100 Yıl" etkinliklerinin tanıtım toplantısında ağız ve diş sağlığı konusunda yapılan araştırmalardan çarpıcı sonuçlar ortaya çıktı. İÜ olarak etkinlikler çerçevesinde 12 ay boyunca çeşitli program hazırlayacaklarını söyleyen Diş Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Meriç, halkın ağız ve diş sağlığının çok kötü olduğunu ifade etti. Türkiye'de her 3 kişiden birine diş fırçası düştüğünü belirten Prof. Dr. Meriç, "Türkiye'de ağız ve diş sağlığı 'iyi' demek mümkün değil. 30 yaş civarında olanların yüzde 95'i ağız ve dişinden sorunlu. Diş hekimliği pahalı bir olay. Eğer para vermek istemiyorsanız ağzınıza çok iyi bakın" dedi. Hayatta sadece bayanların adet kanamasının fizyolojik olarak normal olduğunu anlatan Prof. Dr. Meriç, "Diş eti kanaması normal değildir. Dişlerinizi fırçalarken eğer kan görürseniz bir hastalık var demektir. Bu kanı gördükten sonra doktora başvurursanız hastalıkların önünü kesmiş olursunuz. Ne olur, gece yatarken dişlerinizi fırçalayın! Daha sonra bir şey yeyip, içmeyin! Namuslu bir şekilde fırçalayın yeter. Yani 2 - 2,5 dakika, kurallara uygun şekilde her gece yatarken fırçalayın" diye konuştu.

Taksim Hill Otel'de düzenlenen tanıtım toplantısında çarpıcı sonuçları ortaya koyan Türkiye Dişhekimleri Birliği Başkanı Celal Korkut Yıldırım ise, son bir yılda halkın yüzde 47.11'inin diş hekime gitmediğini, yaşamı boyunca hiç diş hekimine gitmeyenlerin oranının da yüzde 12,5 olduğunu söyledi. 12-13 yaşlarındaki her 100 çocuktan 84'ünün dişinde çürük bulunduğunu ifade eden Yıldırım, "30 - 34 yaş grubunda 100 kişiden çürüğü olmayan kişi sayısı yalnızca 3'tür. Kişi başına düşen diş macunu kullanımının yılda 90 gramdır. İngiltere'de ise bu 480 gramdır. Okullarda koruyucu diş hekimliğine önem verilmesi için yapılan çalışmalar bugüne kadar gerçekleşmedi. Dünya Sağlık Örgütü'nün araştırmasına göre en yüksek maliyete sahip 4. hastalık diş ve ağız sağlığıdır" dedi.

Ağustos 2007 yılında yapılan çalışmaya göre aktif olarak çalışan diş hekimi sayısının 21 bin 22 olduğunu anlatan Yıldırım, "Türkiye ortalamasına göre diş hekimi başına düşen hasta sayısının ise 3 bin 428'dir. İstanbul'da ise Şişli'de kişi başına 438 diş hekimi düşerken, Sultanbeyli'de kişi başına 10 bin 556 hasta düşmektedir. Bu da diş hekimi ve hasta dağılımı arasındaki dengesizliği göstermektedir. Sağlık Bakanlığı'na bağlı diş hekimleri 2006 yılında 3 milyon 663 bin 629 diş çekimi yapmıştır. Aslında ihtiyaç duyulan çekim ise 35 milyondur. Bakanlığın diş hekimi istihdamı 5 bindir. Bu yetersizdir" ifadelerini kullandı.

Sahte diş hekimi konusunda bugüne kadar yapılan çalışmaların da yetersiz olduğunu dile getiren Yıldırım, "Ülkemizde ağız ve diş sağlığı konusunda yetkisi olmadan sağlığa zarar veren çok sayıda sahte diş hekimi bulunmaktadır. Yeni yapılan düzenlemelerde ise sahte hekimlere yönelik cezaların düşürüldüğü görülmektedir. Bunun TBMM genel kurulunda düzenlenmesini istiyoruz" şeklinde konuştu.

Yemekte konuşmak gaz sorununa yol açıyor

Edirne - Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, ''Yemeği acele ve hızlı yemek, yemek sırasında çok konuşmak, daha fazla hava yutulmasına yol açar. Bu da kişide gaz sorununa neden olur'' dedi.

Prof. Dr. Yorulmaz, mide bağırsak gazının, herkesin her zaman yaşadığı ve toplumda en sık rastlanan şikayetlerden biri olduğunu söyledi.

Aslında her sağlıklı midenin içinde üst kısmında hava olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yorulmaz, gazın, yenen gıdaların sindirilemeyen kısımlarının kalın bağırsaktaki mikroplar tarafından parçalanması sırasında ortaya çıktığını söyledi.Özellikle fazla yenen ağır bir yemekten sonra görülen ve çok önemsenmeyen gaz sorununun kullanılan bir ilacın yan etkisi ya da şeker hastalığı da içinde olmak üzere pek çok nedeni olabildiğini ifade eden Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, şunları kaydetti:

''En sık neden, beslenme sorunlarıdır. Yemeği acele ve hızlı yemek, yemek sırasında çok konuşmak, daha fazla hava yutulmasına yol açar. Bu da kişide gaz sorununa neden olur. Ayrıca öğün atlama ve diğer öğünde fazla yemek yeme, liften fakir beslenme, gıda alerjisi, sigara ve alkol kullanımı, hareketsiz hayat da gazın oluşmasında rol oynamakta.

Kadınların adet dönemleri ve gebelik, mide çıkışını daraltan sorunlar, midenin sarkması, mide fıtığı, midenin fazla genişlemiş olması, sindirim salgılarının yetersizliği, mide barsak enfeksiyonları, bağırsakların gıdalara hassas olması, ülser, reflü gibi hastalıklara bağlı olarak da bu sorun ortaya çıkabilir.

Şeker hastalığı da midenin boşalmasında gecikme gibi sorunlara neden olarak şişkinliğe neden olur. Bazı ishal ilaçları gibi mide ve barsak hareketlerini etkileyen ilaçlar da bu soruna yol açabilir. Stres, üzüntü gibi psikolojik faktörler de gaz sorununa neden olabilmektedir. Bunların yanında üşüme tüm vücudu etkilediği gibi bağırsakları da etkiler ve gaza neden olabilir. Sıkı giysiler de karın içindeki basıncı artırarak karında gaz ve gerginliğe neden olmaktadır. ''Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, kola, kebap, hamburger gibi yağlı gıdalar ve soğan, lahana, baklagiller, bezelye, mercimek, turp, brokoli, karnabahar, lahana turşusu, kayısı, muz, erik ve erik suyu, üzüm, tam tahıllı buğday ekmeği ve kepekli tahıllar, süt gibi sindirimi güç gıdaların daha fazla gaza neden olduğunu bildirdi.

Şişkinlik şikayetiyle başvuran hastaların çoğunun fazla kilolu olduğunu ve zayıfladıklarında çoğunlukla bu şikayetlerinin kaybolduğunu belirten Prof. Dr. Yorulmaz, gaz şikayeti olanların sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanması gerektiğini kaydetti.

Uykusuzluk cinsel gücün en büyük düşmanı


ANKARA (İHA) - Cinsel Tıp Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe, uyku bozukluklarının cinsel sorunlara neden olduğunu belirterek, "Uykusuzluk, başta cinsel isteksizlik, sertleşme bozukluğu, orgazm olamama olmak üzere cinsel işlev bozukluklarına yol açabilir ve cinsel ilişkide başarıyı olumsuz etkileyebilir" dedi.

Dr. Keçe, cinsel işlev bozukluğunun ortaya çıktığı geçici ve kısa süreli uykusuzlukların, hipnotik ilaçlar ve davranışsal tekniklerin sıkça kullanıldığı cinsel terapi uygulamaları ile düzeltilebildiğini kaydetti. Son aylarda cinsel isteksizlik, sertleşme bozukluğu ve orgazm olamama sorunları yaşıyorsanız, çabuk sinirleniyorsanız, sabah yorgun uyanıyor, stres, unutkanlık ve konsantrasyon bozukluğundan sıkça yakınıyorsanız altında yatan neden bir uyku bozukluğu olabilir. Dr. Cem Keçe, cinsel isteksizlikten ereksiyon problemlerine, trafik kazalarından iş hayatında başarısızlığa kadar yaşamın pek çok alanını olumsuz etkileyen ve 'dissomniya' adı verilen uyku bozukluklarının her geçen gün yaygınlaştığını ve çeşitli tiplerinin olduğunu ifade etti. Sağlıklı uykunun tanımının saat üzerinden yapılmasının yanlış olduğunu söyleyen Dr. Cem Keçe, "Çünkü bazı kişiler için 5-6 saatlik uyku yeterli olurken, bazı kişiler ise normalde 10-12 saat uyku uyurlar. Sağlıklı uyku etkin ve dinlendirici olan bir uykudur. Etkin uyuyan kişi uyandığında kendini cinsel olarak arzulu, zinde, formda ve yeni bir günü yaşamaya hazır hisseder. Bu açıdan bakıldığında her gece ortalama 8 saatlik (6 ila 9 saat arasında) bir uyku normal sınırlarda kabul edilmektedir" diye konuştu. Uyku bozukluklarının cinsel sorunlara neden olduğunu anlatan Keçe, şöyle devam etti:

"Uykusuzluk, horlama ve uyku apne sendromu adı verdiğimiz uykuda nefes almanın kısa aralıklarla durması durumlarında; başta cinsel isteksizlik, sertleşme bozukluğu, orgazm olamama olmak üzere cinsel işlev bozukluklarına sık rastlanmakta ve cinsel ilişkide başarıyı olumsuz etkilemektedir. Ancak yumurta tavuk hikayesinde olduğu gibi, cinsel sorunların da kafaya takılması kişide uykusuzluğa yol açabilir. Çünkü cinsel sorunlarla birlikte var olan uykusuzluk, bu sorunların çözümüne yönelik bir refleks mekanizmasıdır. Kişi kafasına takmadığını düşünse bile cinsel sorunlar, gün içinde farkında olunmadan zihni meşgul eder ve bu meşguliyet uykudan hemen önceki zamanda daha da büyür, sorunlar su yüzüne çıkar ve uykuyu olumsuz etkiler."

Uykusuzluk, horlama ve uyku apne sendromu olanlarda kandaki oksijen seviyesinin düştüğünü iddia eden Dr. Keçe, kandaki oksijen seviyesinin düşmesinin gün içinde halsizlik, konsantrasyon bozukluğu ve yorgunluk yaptığı gibi, cinsel fonksiyonların da yeterince yerine getirilememesine neden olduğuna dikkati çekti. Enstitü olarak yaptıkları araştırmalar ve anket çalışmaları sonucunda, uykusuzluk, horlama ve uyku apne sendromu olanlarda dolaşımdaki testosteron miktarının azalmasıyla ve stres hormonlarından kortizol salınımının artmasıyla ilişkili olarak cinsel sorunların meydana gelebildiğinin ortaya çıkarıldığını belirten Dr. Keçe, "Bilindiği gibi testosteron hem erkeklerde ve hem de kadınlarda cinsel istekten sorumlu olan bir hormondur ve kandaki düzeyi başka uykusuzluk, stres, anksiyete, depresyon, evlilik sorunları, iç çatışmalar gibi duygu durumdaki değişikliklerden etkilenir. Yani cinsel gücün en büyük düşmanlarından biri düzensiz uykudur" şeklinde konuştu. Uykusuzluk, horlama ve uyku apne sendromunun erkekleri kadınlara göre cinsel fonksiyonlar açısından daha fazla etkilediğini ifade eden Cinsel Tıp Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe, "Sertleşme problemi genellikle cinsel ilişkiyi imkansız ve doyumsuz kıldığı ve erkeklerin cinsel ilişkiye aktif olarak katılımları beklendiği için, erkekler kadınlara göre daha fazla hekime başvurma ve yardım arayışına girme eğilimindedirler. Ayrıca erkeklerin kadınlara göre daha fazla vardiyalı çalışmaları da uyku düzenlerini bozan bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır" dedi.

Dr. Keçe, uyku bozukluklarında başta kulak-burun-boğaz, nöroloji, psikiyatri, göğüs hastalıkları, iç hastalıkları, fizik tedavi ve rehabilitasyon bilim dallarından hekimlerle cinsel terapistler birlikte yürütülmesi gerektiğinin altını çizdi. Uyku bozuklukları nedeniyle meydana gelen cinsel sorunların kader olmadığının altını çizen Cinsel Tıp Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe; uyku bozukluklarıyla birlikte cinsel sorun yaşayanlara şu önerilerde bulundu:

- Uykunuzu düzenli bir şekilde almaya çalışın.
- Elinizden geldiğince aynı saatte uyuyup aynı saatte kalkmaya çalışın.
- Yatmadan bir süre önce banyo yapın. Ilık bir banyo veya ılık bir süt uykuya dalmanızı kolaylaştırabilir.
- Yatma zamanına yakın ağır yemek yemeyin.
- Beslenme saatleriniz düzenli olsun, aç yatmaktansa hafif bir şeyler yiyerek uyuyun.
- Kahve, çay, kola uykuya dalışı zorlaştırdığından, alkol ise uykuya dalışı kolaylaştırmasına karşın kalitesini bozup sabah yorgunluğuna neden olduğundan kullanmayın.
- Akşamları ev içi veya dışında sosyal aktivitelere katılın ancak uyku saatinden önce gerilim oluşturabilecek diyaloglardan kaçının.
- Yatak odasında kitap okumayın, TV seyretmeyin, yemek yemeyin, sadece dinlendirici müzik dinleyin, uyuyun, cinsel ilişkiye girerek rahatlayın.
- Ortamın ısısı, gürültü olup olmaması, yatak değişikliği gibi alışkanlıklarınıza özen gösterin.
- Gündüz uykularından sakının.
- Sabahları fiziksel egzersiz yapın ve gün içinde egzersizi arttırın ancak uyku zamanı uyarıcı egzersizden kaçının.
- Uyku hijyenine dikkat edin

Alkolizm, kalça protezine götürüyor.


Dizdeki eklemlerin yapısı bozulunca, hareket sırasında sürtünmeler ve anormal etkileşimler meydana geliyor.

Eklemleri yıpranan hastalar yürürken, merdiven çıkarken zorlanıyor, ağrı çekiyor. International Hospital Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Bülent Aksoy, protez cerrahisi ile hastaların yürüme ve merdiven çıkmasını kolaylaştırmanın yanısıra, yeni kullanılan protezler sayesinde hastaların golf, tenis oynama gibi sporları da yapabildiklerini belirtiyor.

Dize protez takılarak, yıpranan eklemin fonksiyonunu yerine koymak amaçlanıyor. Protez malzemeleri, metal, seramik, polietilen, alüminyumdan olabiliyor. Günümüzdeki protezlerin dayanıklılığının yüksek, hareket açıklığının fazla ve uzun süre yıpranmaya dayanabildiğini belirten Doç. Aksoy, şöyle konuştu: “Eklemin kıkırdak yüzeyinde kayıp oluştuğundan, eklemin yıpranmadan önceki hareket açıklığı sıfır derece ile 130 derece arasındadır. Ancak eklem yıprandığı zaman, hastalar daha dar açılarla hareket edebiliyor, ağrı oluşuyor, bu ağrı ve hareket kısıtlılığı günlük yaşamdaki aktiviteleri zorlaştırıyor. Eklem yıprandığından, dizden kıtırdamaya benzeyen sesler geldiği gibi, özellikle de kadın hastaların dizinde çarpılmalar meydana gelebiliyor.”

GENÇ YAŞTA PROTEZ TAKILAN HASTA SAYISI ARTIYOR

Protez cerrahisinden önce hastalara fizik tedavi, dizlik, basit ayak tabanlıkları, artroskopik cerrahi girişimleri gibi yöntemleri önerdiklerini anlatan Doç. Aksoy, protezlerin 15-20 yıl ömrü bulunduğunu, bu nedenle 65 yaşından sonra protez takmaya özen gösterdiklerin söyledi. Protez erken yaşta takıldığında, ikinci hatta üçüncü ameliyat da gerekli olabiliyor. Bugünkü modern ortopedik cerrahinin felsefesine göre, hastaların en aktif dönemlerinde ağrılar içinde yaşamasındansa, protez takılarak yaşam konforuna kavuşturulması amaçlanıyor. Son yıllarda 65 yaş altı protez takılan hasta sayısının arttığını ve 20-30 yaşlarında bile protez yaptıklarını belirten Doç. Aksoy, gençlere yapılan protez uygulamasının nedenlerini şöyle sıraladı:

-Hastanın kalça eklemi, kireçlenme dışı ve romatizmal nedenlerle bozulduysa
-Ağrılar çekiyorsa
-Tuvalet ihtiyacını göremiyorsa
-Cinsel ihtiyaçlarını karşılamada zorluk çekiyorsa

DİRSEK VE AYAK BİLEĞİNE DE PROTEZ TAKILIYOR


Protezi gerektiren hastalıklar sadece kireçlenmeden ibaret değil. Onun dışında başka nedenlere bağlı da eklemlerde hareket kaybı ve bozukluğu meydana geliyor. Bunların başında da romatizmal hastalıklar var. “Ankilozan spondilit”, 20'li yaşlarda erkeklerde görülen, eklemleri, tüm omurgayı ve çeneyi etkileyen bir hastalık. Tüm omurga etkilendiği için, hasta tüm vücudunu döndürerek yataktan kalkmak zorunda kalıyor. Hastalık ilerlediğinde bakımı çok zorlaşıyor. Belirli eklemleri tutulmuşsa sadece dirsek, diz, kalça, ayak bileğine de protezi uygulamak durumunda kaldıklarını anlatan Doç.Dr. Bülent Aksoy, “Bu tip hastalarda enfeksiyon daha yüksek görülüyor. Çünkü enfeksiyon nedeniyle protezin ömrü 15-20 yılken, 10 yıla iniyor” dedi.

ALKOLİZM, KALÇA PROTEZİNE GÖTÜRÜYOR

Romatoit artrit yaygın görülen bir hastalık. Bu nedenle kalça ve diz protezi ameliyatları çok yapıldığı gibi, dirsek, omuz, ayak bileği protezleri de gittikçe daha çok yapılıyor. Kortizona bağlı, alkolizme bağlı hastalıklar da proteze götürüyor. Alkol ve uzun süre kortizon kullanımına bağlı olarak hastaların kalçalarında kemik iliğinin kanlanmasını bozan bir hastalık oluşuyor. Uzun süreli kortizon kullanımına ya da alkol kullanımına bağlı olarak gelişiyor. Aynı zamanda kireçlenmeyle beraber eklemde kırıklar ortaya çıkıyor. Eklemin bozulması da çabuklaşıyor. Kemik iliğinin kanlanması bozulduğundan, kemikte belli alanlarda kuruma meydana geliyor. Bu kuruma eklem açıklığını daraltıyor, eklem tek bir parça haline geliyor. Hasta merdiven inemiyor, çıkamıyor, yürüyemiyor. Yaşam kalitesi düşüyor, bu nedenle 40 yaş civarında bu sorunlarla gelen hastalara protez yapılması gerekebiliyor.

Armut, nezleyi geçirir, sinirleri rahatlatır

SAMSUN (İHA) - Halk Sağlığı ve İç Hastalıkları Uzmanı Dr. M. Emin Dinççağ, armudun nezleyi geçirdiğini ve sinirleri rahatlattığını söyledi.

Nezle olanlara armut yemelerini tavsiye eden Dr. Dinççağ, armudun mideyi kuvvetlendirip hazmı kolaylaştırdığını ve çarpıntıyı önlediğini hatırlatarak, "Armudun içinde A, B1, B2, B3, B6 ve C vitaminleri bulunur. Bu meyve yemeklerden önce yenmelidir. Armut kandaki üre asidi ve üre tuzlarını dışarı attığından, böbreklerin düzenli çalışmasına yardımcı olur" dedi. Armudun nezleyi geçirdiğini, sinirleri yatıştırarak beyni çalıştırdığını ifade eden Dr. Dinççağ, "Kabızlığı önleyerek idrar söktürür. Böbreklerde kum ve taşlarının dökülmesine yardımcı olur. Tansiyonu düşürür ve kanı temizler. Hamilelerin kusmalarını önler. Mafsal kireçlenmesi, nikris ve romatizma tedavisinde faydalıdır. Su söktürücü ve doyurucu etkisinden dolayı rejimde ve diyetlerde acıkma hissini bastırır" diye konuştu.

Uzmanlardan diabetlilere uyarı

MARDİN (İHA) - Mardin Devlet Hastanesi Dahiliye Uzmanı Dr. Şeyhmus Akaploğlu, diyabet hastalığının diyet, düzenli ilaç kullanımı ve yaşam biçimine dikkat edilmediği takdirde sinir hastalığı, böbrek yetmezliği, kalp ve damar hastalığı, körlük, felç gibi çok ciddi yan hastalıklara sebep olduğunu söyledi.

Dünya Diyabet Günü dolayısıyla bir açıklama yapan Dahiliye Uzmanı Dr. Şeyhmus Akaploğlu, diyabetin binlerce yıl önce bilindiğini ve dünyada da binlerce vatandaşın diyabet hastası olarak yaşadığını belirterek, hastalara bazı uyarılarda bulundu. Diyabetin yaşam boyu süren, kronik bir hastalık olduğunu açıklayan Dr. Akalpoğlu, diyet, düzenli ilaç kullanımı ve yaşam biçimine dikkat edilmediği takdirde diyabetin sinir hastalığı, böbrek yetmezliği, kalp ve damar hastalığı, körlük, felç gibi çok ciddi yan
hastalıklara sebebiyet verebileceğini ifade ederek, "Ailesinde diyabet hastalığı olanlar, şişman ve kilo fazlalığı olanlar, hareketsiz yaşantı sürenler, hamileliği sırasında kan şekeri yükselenler, 4 kilodan daha ağır bebek doğuran kadınlar, yüksek tansiyonlu hastalar, kan şekerini yükselten ilaç kullananlar, aşırı stres altında olanlar diyabet riski taşır. Diyabet hastalığının belirtilerini sık idrara çıkma, ani kilo kaybı, ağız kuruluğu ve çok su içme, çok yemek yeme, ciltteki yaraların veya kesiklerin
yavaş iyileşmesi, kuru ve kaşıntılı bir cilt, halsizlik, aşırı yorgunluk, ellerde ve ayaklarda uyuşma, tekrarlayan enfeksiyonlar, karıncalanma, bulanık görme şeklinde sıralamak mümkün. Diyabet hastalarının ayrıca doktor kontrolünde kilo kontrolünü sağlaması, ilaç kullanım kurallarına uyması, egzersiz yapması, stresten uzak durması gerekmektedir. Bunları günlük yaşamına ne kadar çabuk uyarlarsa diyabetle yaşamayı o kadar kolay benimser ve birçok yan hastalığın oluşması da engellenmiş olur" dedi.

Obez çocuk sayısı ciddi rakamlarda olmasa bile gün geçtikce bu oranın arttığını kaydeden Dr. Akalpoğlu, "Diyetisyenler bu sorunlara en iyi cevabı verecek ve çocuğun kilo almasını önlemek isteyen anne ve babalara rehberlik edecektir. Okul kantinlerinde gıda tüketiminin kesinlikle kontrol altında tutulması gerekir. Buralarda hamburger, cips, kolalı içecekler yasaklanmalı. Buna alternatif meyve, pastörize süt ve ayran satışı zorunlu olmalı" diye konuştu.

Diyetlerin doktor gözetiminde olması gerektiğini söyleyen Akalpoğlu, "Kilo fazlalığı ve şişmanlık varsa önce ağırlık artışı önlenmeli, daha sonra ağırlık kaybı hedeflenmelidir. Aşırı ve hızlı ağırlık kaybından mutlaka uzak durulmalıdır. Ağırlık kaybı için bireyin cinsiyeti, yaşı, boyu ve fiziksel aktivitesi dikkate alınmalı, kişinin beslenme alışkanlıklarına uygun bir beslenme programı uygulanmalıdır" şeklinde konuştu.

Sağlık bilinci, daha çok meyve suyu tükettiriyor

.
İSTANBUL (İHA) - Meyve Suyu Endüstrisi Derneği (MEYED), düzenlediği sohbet toplantısı ile meyve suyunun sağlığa yararlarını ve meyve suyu tüketim trendlerinin gittiği yönü değerlendirdi.

Ankara Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü ve MEYED Başkanı Prof Dr Aziz Ekşi ve Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı ve Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Prof Dr Sevinç Yücecan'ın katılımıyla gerçekleştirilen toplantıda son dönemde dünyada ve ülkemizde artan meyve suyu tüketiminin nedenleri ve etkileri ele alındı.

Toplantıda konuşan MEYED Başkanı Prof Dr Aziz Ekşi, Türkiye'de endüstriyel ölçekte 1960 yıllarda başlayan meyve suyu üretiminin, dünyaya paralel olarak 2000'li yıllarda hızlanarak arttığını, bunun da başlıca nedeninin de tüm dünyada "yükselen sağlık bilinci" olduğunu vurguladı. Tüketicinin alım gücüne paralel olarak, sağlıklı beslenme bilincinin gelişmesi sonucu firmaların son derece değişik ürünlere yönelerek pazara yeni tatlar kattıklarını belirten Ekşi, aynı trendin Avrupa'da da yaşandığına dikkat çekti.

Aziz Ekşi, "dünya genelinde tüketiciler uzun zamandan beri sıvı,vitamin ve mineral gereksinimi için meyve suyuna yönelirken, ülkemizde meyve suyunun gıda maddesi olarak tüketilme aşamasına henüz daha yeni ulaşıldı. Meyve suyunun yükselişinde, sağlık bilincinin gelişmesi kadar, iyi bir yaşam sürme isteğinin artması ve kolay tüketilebilir olması büyük rol oynamaktadır" dedi. Dünyanın farklı bölgelerinde tüketimin farklı çeşitlere kaydığına işaret eden Ekşi, "Meyve sularında tercih edilen meyve çeşitleri, kültürel farklılığa paralel olarak değişiklik gösteriyor. Örneğin, Amerika'da portakal ve Kuzey Avrupa'da elma suyu tercih edilirken, Akdeniz'de şeftali ve kayısı suyu daha büyük talep görüyor. Yaban mersini, nar gibi yeni tatlar da dönemsel olarak meyve suyu modasında yerini alıyor" şeklinde konuştu.

Ekşi, antioksidanca zengin vişne suyunun da yakın gelecekte dünya ölçeğinde ilgi bulabileceğini vurguladı. Türkiye'de 2000-2006 yıllar arasında işlenen meyve miktarının yüzde 34 artışla 433 bin tondan 582 bin tona ulaştığını ifade eden MEYED Başkanı, aynı dönemde kişi başına meyve suyu, gibi alkolsüz içecek tüketiminin de 4.4 litreden 8.1 litreye ulaşarak yüzde 84 artış gösterdiğini de sözlerine ekledi.

Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı ve Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Prof Dr Sevinç Yücecan ise konuşmasında, sağlıklı bir beslenmenin vazgeçilmez parçası olan meyve sularının vitamin C, vitamin E, karotenoid ve biyoaktif bileşen olarak değerlendirilen fenolik bileşik içerikleri ile potansiyel antioksidan etkinlik gösterdiğini ve biyoaktif bileşenlerin sebze ve meyvelere kıyasla sebze ve meyve sularından daha kolaylıkla emilebildiğini vurguladı. Yücecan ayrıca meyve sularında bulunan bu bileşenlerin insan bedenini sürekli tehdit altında tutan oksidatif strese karşı antioksidan savunma sistemini güçlendirdiğini belirtti ve yaşam kalitesini artırmada önemini vurguladı.

Kadın tiryakilerde risk daha fazla


Çin'de yapılan bir araştırma, sigara içen kadınlarda, amfizem ve kronik bronşit gibi akciğer hastalıkları görülmesi riskinin erkeklere göre daha fazla olduğunu ortaya koydu.

Nanjing Tıp Üniversitesi'nden Dr. Fei Xu, akciğer hastalıklarının Çin'de ikinci sıradaki ölüm nedeni olduğunu kaydetti.

Araştırma kapsamında çeşitli akciğer hastalıkları olan 1743 kişi ile aynı sayıdaki sağlıklı insanın verileri karşılaştırmalı olarak incelendi. Araştırmada, incelenen erkeklerin yüzde 50'sinden fazlasının, kadınların ise yüzde 5,3'ünün sigara içtiği kaydedildi.

Araştırmada, az sayıda sigara içenlerdeki hastalık riskinin yüzde 40, orta dereceli içicilerde yüzde 55, ağır içicilerde ise yüzde 77 daha fazla olduğu saptandı.

Kadın sigara kullanıcılarının ise erkeklere göre yüzde 20 daha fazla risk taşıdıkları belirlendi. Bilimadamları, hastalık riskinin kadınlarda fazla olmasının nedeninin henüz bilimsel olarak ispatlanmış bir nedeni olmadığını belirttiler.

Hareketsizlik damar sertliği riskini artırıyor

SAMSUN (İHA) - Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Kalp Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Göl, hareketsiz yaşayan ve ideal kilonun üzerinde bulunan kişilerde damar sertliği riskinin arttığını söyledi.

OMÜ Şehir Polikliniği'nde düzenlenen "Koroner Kalp Hastalıkları Tanı ve Tedavisi" konulu seminere konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. Kamil Göl, damar sertliğinin sıklıkla bacakların atardamarları, kalbi besleyen koroner arterler ve beyini besleyen karotis arterlerini (şah damarı) etkilediğini vurguladı. Prof. Dr. Göl, damar sertliği nedeniyle bacak damarlarının tıkanması ya da daralması sonucunda yürümekle baldırlarda ortaya çıkan keskin ağrılar (kesikli topallama, klodikasyon), istirahatta ayak ve bacaklarda zonklayıcı tarzda ağrı, ayak parmaklarında ve ayakta iyileşmeyen yaralar ve bacağın kesilmesi ile sonuçlanan kangrenlere sebep olduğunu kaydetti. Beyni besleyen damarlarda oluşan darlıkların geçici körlüğe neden olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Kamil Göl, "İnsanlarda zaman zaman gelen şuur kaybı, geçici ya da kalıcı felçler ve inmeler, koma haline sebep olur. Kalbi besleyen koroner arterlerin darlıkları yada tıkanıklıkları hallerinde de, efor ve yorgunluk sonrası veya stres altında ortaya çıkan göğüs ağrısı, nefes darlığı, egzersiz veya stresle ilişkisiz göğüs ağrısı, göğüste baskı ve yanma hissi, kalp krizi, kalpte ritim bozuklukları şeklinde kendini gösterir. Atardamarda daralmaya yol açan aterom plağının üzerinde pıhtı oluşması sonucu, ani olarak tam tıkanıklığı ile hayati veya organların yaşamını tehdit eden klinik tablolara neden olabilir" dedi.

Damar sertliği için risk oluşturan etkenler hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Kamil Göl, "Yaşlanma sürecinin bir parçası olan damar sertliği doğduğumuz günden itibaren damar yatağını etkilemeye başlar. Ancak hastalık olarak ortaya çıkışı 50'li yaşlardan sonra olmaktadır. Yaş ilerledikçe bu hastalığın vücudu etkileme olasılığı artmaktadır. Ancak erken yaşlarda da görülme olasılığı vardır. Özellikle ailesel yatkınlığı olan ve diğer risk faktörlerini taşıyanlarda daha erken yaşlarda ortaya çıkabilmektedir.

Erken yaşlarda erkekleri daha fazla etkilemektedir. Kadınlarda da menopoz sonrasında etkilenme oranı erkeklere eşitlenmektedir. Yaşlanmak ve erkek cinsiyetin yanı sıra ailesel yatkınlık bu hastalığın gelişmesinde önemli bir risktir" diye konuştu.

Sigara bağımlılığının bütün risk faktörlerinden daha fazla bir öneme sahip olduğunu dile getiren Prof. Dr. Göl, "Sigara kullanımı sebep olduğu akciğer kanseri, kronik akciğer hastalıkları, mesane ve cilt kanserleri gibi hastalıkların yanı sıra kalp krizi, felçler ve bacaklardaki kangrenlerin en önemli sebebidir. Yukarıda sayılan risk faktörlerinden başka, şeker hastalığı (diyabet), yüksek tansiyon, yüksek kolesterol düzeyleri (hiperkolesterolemi), kanda pıhtılaşmayı arttırıcı hastalıklar, şişmanlık damar sertliği için önemli hazırlayıcı risk faktörleridir. İdeal kilosunun üzerinde olan, hareketsiz bir yaşam süren, sigara kullanan ve şeker hastalığı olan erkekler en yüksek risk grubunu oluşturmaktadır" şeklinde konuştu.

Damar sertliğine bağlı hastalıkların ortadan kaldırılmasının şu anki tıbbi olanaklarla mümkün olduğunu dile getiren Prof. Dr. Kamil Göl, şöyle devam etti:
"Damar sertliğinin ilerleyişi önlemlerle yavaşlatılabilmekte, hatta geriletilebilmektedir. Bu önlemlerin başında sigara kullanmamak, ya da sigara bağımlılığından en kısa sürede kurtulmak gelir. Ailesel risk faktörleri olanların düzenli doktor kontrolünde olmaları, hastalığın bulguları ortaya çıkmadan önce fark edip önlem almayı kolaylaştıracaktır. Diyabetik hastalarda kan şekeri düzeyinin kontrol altında olması hastalığın ilerleyişi anlamında çok yüksek öneme sahiptir. Kan yağları ve kolesterol düzeyleri damar sertliğinin gelişebileceğini işaret eden önemli bulgulardır. Toplam kolesterol düzeyinin 200mg/dL altında olması, iyi kolesterol olarak tabir edilen HDL kolesterol düzeyinin 50mg/dL üzerinde bulunması, kötü kolesterol olarak bilinen LDL-kolesterol düzeyinin kanda 130mg/dL altına indirilmesi (ilaçlar, diyet veya egzersizle) damar sertliğine bağlı hastalık riskini azaltacaktır."

Her yıl 3 milyon kişi KOAH'dan ölüyor

Ankara - Dünyada her yıl 3 milyondan fazla kişinin Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) nedeniyle öldüğü bildirildi.

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, KOAH'ın kişide ilk sigara içildiği gün başlayan bir hastalık olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Özlü, KOAH'ın sigaraya bağlı olarak oluşan ve nefes darlığıyla karakterize edilen, ilerleyici bir hastalık olduğunu belirtti.

KOAH'ın gerek ulusal ve gerekse küresel olarak önemli ve öncelikli bir halk sağlığı sorunu olduğunu ifade eden Özlü, ''KOAH, dünyada en sık görülen, en çok öldüren, en fazla sakat bırakan ve en yüksek tedavi maliyetlerine yol açan hastalıklar listesinin başında yer almaktadır. İş gücü kayıpları, maluliyet ve erken ölümler yoluyla ekonomik bilançosu çok ağırdır'' dedi.

Türkiye'nin, fazla sigara içilen ülkeler arasında yer aldığını kaydeden Özlü, şöyle konuştu:

''KOAH, istisnalar dışında tamamen sigaraya bağlı olarak oluşan bir hastalıktır. Sigara içen her 5-6 kişiden biri, yaşamının son yıllarını bir KOAH hastası olarak geçirmektedir. Aslında KOAH ilk sigara içildiği gün başlamaktadır. Hastalık yıllar boyu sinsi olarak ilerler, akciğeri içten içe kemirip tüketir ama kişi bunu uzun süre fark edemez. Fark ettiğinde zaten iş işten geçmiş olur.''

Hastalığın en etkin tedavisinin hemen sigarayı bırakmak ve sigara içilen ortamlardan uzaklaşmak olduğunu belirten Özlü, ''Daha iyisi ise sigaraya hiç başlamamaktır. Kişi sigara içmiyorsa bile anne, baba, eş ya da iş yerinde içilen sigara dumanıyla da KOAH olabilir. Bu kötü hastalığın iyi tarafı tamamen önlenebilir olmasıdır. Sigara içmemekle hastalıktan korunulabilir'' dedi.

Ciltteki yara ve kaşıntıları dikkate alın


Suadiye Memorial Tıp Merkezi Dermatoloji Bölümünden Uzman Doktor Vildan Şengöz, ciltteki yara, kaşıntı ve sivilcelerin dikkate alınması gerektiğini belirterek, "Bunlar diyabet habercisi olabilir" dedi.

Suadiye Memorial Tıp Merkezi Dermatoloji Bölümünden Uz.Dr. Vildan Şengöz, vatandaşları ciddiymiş gibi görünmeyen ama aslında dikkate alınması gereken bazı durumlara karşı uyardı. Diyabetin, ciddi cilt sorunlarına neden olabildiğini ve basit bir kaşıntıdan, kontrol altına alınması güç olan enfeksiyonlara kadar çeşitli derecelerde rahatsızlıklara dönüşebildiğini anlatan Dr. Şengöz, diyabet hastalarının cilt bakımlarına herkesten çok daha fazla özen göstermesi gerektiğini bildirdi.

Diyabet hastalığının, vücudun yakıt trafiğindeki bozulmayla birlikte bütün sistemleri etkilediğini, yükselen kan şekerinin kontrol altına alınamamasıyla deride birtakım hastalıkların ortaya çıkacağını anlatan Dr.Şengöz şöyle konuştu:

"Bazı deri bulguları diyabetin başladığının işareti olabilir. İlerleyen zamanlarda sinir ve damarların etkilenmesi deri bulgularını şiddetlendirebilir. Diyabette mantar ve bakteriler başta olmak üzere virüsler de kolayca hastalık yapabilir. İyileşmeyen yaralar, sivicelenme ve kıl dibi enfeksiyonlarıyla apseler bakterilerin işaretidir. El ve ayak tırnaklarında kalınlaşma ve sararma, altlarının boşalması, ayak parmak aralarının beyazlaşması, çatlaması mantar enfeksiyonlarıyla olur. Kasıklarda kaşıntı ve kızarıklık olması, yerleşmiş ve sinsi ilerleyen mantarların bulgusudur. Vücudun her yerinde görülebilen ancak en çok ellerin üzerini genital bölgeyi, yüzü tutan HPV virüsleri 'siğil' adı verilen kabarıklıklar şeklinde lezyonlar yapar. Ayak tabanını tutarsa nasırla karıştırılabilir. Bunlara mutlaka dermatoloji hekiminin müdahale etmesi gerekir. Yanlışlıkla nasır sanılıp asitli solüsyonlar sürülmesi, kesilmesi ya da kurcalanması aylarca iyileşmeyen yaralara neden olabilir. Bahsedilen bu mikrobik etkenler doğru tedavi edilmedikleri takdirde hem bulaşıcıdır, hem de kan şekerinin inatçı yüksekliğine sebep olurlar. Bu nedenle bahsedilen bulguların görülmesi halinde doğru tedavi için mutlaka Dermatoloji uzmanına başvurmak gerekir. Şeker hastalarının inatçı kaşıntıları olur. Bu kaşıntılar bazen özellikle genital bölgede yoğunlaşır. Bu durumda yine cilt doktorundan yardım almak gerekir. Ayrıca deride kabarcıklanma ve yaraların oluşması çok sık görülen bulgular arasındadır. Bu kabarcıklar kesinlikle patlatılmamalıdır".

Diyabet hastaları için uyarılarda bulunan Dr.Şengöz, bu kişilerin boyun kenarında, kasıklarında ve koltuk altlarında görülen et benlerinin sürtünme ve kaşıma nedeniyle kanaması, kopartılmasının risk oluşturduğunu bildirdi. Bunların çok büyümeden dermatoloji hekimi tarafından alınmalarının doğru olduğunu söyleyen Dr. Şengöz, "Bu et benlerini iple bağlayarak düşürmeye çalışmak, asitli ilaç sürmek son derece yanlıştır. Diyabet hastalarının cildi her zaman daha duyarlı olduğu için uygun ve doğru bakım gerektirir. Vücudu banyodan sonra nemlendirirken ve cilt bakım ürünlerini seçerken cilt doktoruna mutlaka danışılması gerekir. Yanlış ve eksik kullanılan ürünler, diyabetin bulgularının maskelenmesine ve farkında olmadan şikayetlerin ilerlemesine sebep olabilir. Yaralar ve cilt şikayetleri en çok ayakta yoğunlaştığı için ayak bakımının özel bir yeri olmalıdır. Nasırlar, çatlak ve sıyrıklar, parmak arası yaraları, tırnakta batma, kalınlaşmaların tedavisi ayak bakım merkezlerinde değil, dermatoloji uzmanı kontrolünde yapılmalıdır" ifadelerini kullandı.

16 Kasım 2007 Cuma

Zayıflamak isteyenlere iştah kapatan yiyecekler

Zayıflamak isteyenlere iştah kapatan yiyecekler

Avokado: B6 vitamini deposudur. Kansere karşı koruyucu etkisi vardır. Tok tutan avokadoyu kendinizi aç hissettiğiniz zamanlarda yiyebilirsiniz.

Çavdar Ekmeği: Yapılan diyetlerin hepsinde kepek ekmeğinden bahsedilse de aslında çavdar ekmeğinin tok tutan etkisi yadsınamaz. Hatta beyaz buğday ekmeğine göre yüzde 50 oranında daha fazla doyma hissi verir.

Dil Peyniri: Gün içerisinde açlık hissettiğinizde atıştırabileceğiniz faydalı bir gıda olmasının yanında proteinli yapısından dolayı tok tutma özelliğine de sahiptir.

Böğürtlen: Kendinizi aç hissettiğinizde bir kase yoğurdun içine karıştıracağınız böğürtlen sizi bir süre tok tutar. Böğürtlen çok fazla antioksidan içerir, bu nedenle de yararlıdırlar.

Sardalya: Protein deposudur. Kan şekeri seviyesinin dengelenmesini sağlar. Bu sayede tokluk hissi verir. Ayrıca metabolizmanın harekete geçmesini sağlar.

Elma: Yapılan diyetlerde ara öğün olarak elma tavsiye edilir bunun nedeni ise tok tutucu özelliğinin olmasıdır. Kalorisi az olan elmayı acıktığınızda yerseniz bir süre daha tok hissedersiniz.

Kepekli Makarna: Günlük gıda tüketiminde önemli bir yere sahip olan lifli besinlerdendir. Bu besinler yendikten sonra hacimlerinin yüzde 20’si kadar genişleme özelliğine sahip oldukları için tokluk hissi verirler.

Esmer Pirinç: Kan şekerini dengede tutarak açlık hissinin önüne geçen karbonhidratların başında gelen esmer pirinç, uzun süre acıkmamanızı sağlar. Bu nedenle yemeklerinizde esmer pirince yer verin.

Yulaf Ezmesi: Tokluk ve şişkinlik hissi veren besinlerin başında gelir. Fakat yulaf ezmesini süt ile değil su ile yapmakta fayda vardır. Sütle yapıldığında ise sütü tercih edin.

Badem: Günde iki avuç düzenli olarak yenecek bademin, tokluk hissi vererek obeziteye karşı müzadelede yararlı olduğu yapılan araştırmalar ile kanıtlanmış bir gerçek.

Brokoli: Brokolide vücuttaki insulin dengesini koruyan krom bulunur. Kan şekerinin düşmesini engelleyen krom sayesinde açlık hissetmezsiniz.

Yumurta: Çok pişmiş yumurta da tok tutan yiyecekler arasındadır. Hazırlanması kolay olan yumurta protein açısından da zengindir. Protein sizi tok tuttuğu için kolay kolay acıkmazsınız.

Donmuş Yoğurt: Dondurma isteğinizi donmuş yoğurt yiyerek karşılayabilirsiniz. Meyveli donmuş yoğurt yediğinizde hem karnınızı tok tuttuğunu hissedecek, hem de fazla kalori almamış olacaksınız.

Sebze Çorbası: Çorba, atıştırmak için ideal olmasa da az kalorisi ve tok tutan etkisi ile idealdir. Acıktığınızda bir kase çorba açlığınızı bastırır.

Çilek: Canınız çok fazla tatlı istediğinde bir kap dolusu çilek yiyebilirsiniz. Çileklerin üzerine bir tatlı kaşığı pudra şekeri de dökerseniz tatlı yemiş kadar olursunuz. Ayrıca çilek tok hissetmenizi sağlar.

Balık: Balıkta bulunan iyot, tiroit hormonlarının yapımı için gereklidir ve açlık duygusunun gelişmesini engeller.

Ihlamur: Yemek saatine yakın içilen ıhlamurun, hastalıklara faydasının yanı sıra iştahı kapatan etkisi de var.

Glisemik endeksi düşük besinler: Sürekli acıkıyor ve bunun önüne geçmek istiyorsanız, glisemik endeksi düşük besinleri tüketmelisiniz. Glisemik endeks, yenilen herhangi bir besinin kan şekerini yükseltme yeteneğidir. Tükettiğiniz besin, kan şekerini ne kadar uzun zamanda ve az miktarda yükseltiyorsa, glisemik endeksinin düşük olduğunu belirtir. Bu besinler, bireyin daha uzun süre tok kalmasını sağlar.

Karbonhidratlar: Karbonhidratlar kepek, buğday gibi tahıl ürünlerinde, sebze ve meyvelerde bulunur. İçeriğindeki lifler, sindirim sistemini harekete geçirir. Ayrıca bu besinler insanı tok tutarak açlık hissini engeller.

Triptofan: Proteinlerin büyük bir bölümünde bulunan bir çeşit aminoasittir. Triptofan, vücutta serotoninin oluşmasında ve hücrelere taşınmasında önemli bir görev alır. Serotonin ise iştah etkisini azaltır. Özellikle muz, avokado, yulaf ve peynirde bulunur.

Krom: Krom vücuda insülin dengesini korur. Bu denge kan şekerinin düşmemesini veya azalmaması açısından çok önemlidir. Kan şekerinin düşmesi açlığa yol açar. Krom ihtiyacınızı karşılamak için fındık, ceviz gibi kabuklu yemişler ve tahıl ürünleri yemek gerekir.

Albümin: Bir tür taşıyıcı proteindir. Can sıkıntısını giderir ve iştahı kapar. Bu protein, triptofanı oluşturarak beyine taşır ve serotonin üretimini arttırır. Bezelye, fıstık ve fasulyede bulunur.

Fruktoz: Meyvelerden elde edilen doğal şekerdir. Fruktoz kan şekeri dengesini kesinlikle etkilemez. Ayrıca yemek sonrası tatlı ihtiyacı duymanızı engeller. Çilek ve bal früktozun kaynağıdır.

İyot: Tiroid hormonlarının yapımı için gereklidir. Açlık duygusunu engeller. Balık, iyotlu tuz ve soğanda bulunur.

Yaşlılarda ani baş ağrısı nedenleri

Yaşlılarda ani baş ağrısı nedenleri

Yaşlılarda ani baş ağrısı nedenleri

Yaşlılarda ani olarak başlayan baş ağrısının beyin tümörü, ani halsizliğin beyin damarları, sürekli halsizliğin ise kalp, akciğer ve kansızlık gibi hastalıkların habercisi olabileceği belirtildi.

AA-Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Geriatrik Bilimler Araştırma Merkezi (GEBAM) Müdürü Prof. Dr. Yeşim Gökçe Kutsal, yaşlılarda bildirimi yapılmayan hastalık oranının çok yüksek olduğunu ve birçok hastalığın bir arada bulunduğunu söyledi.

Kutsal, 65 yaş üzerindeki kişilerin yüzde 90′ında 1, yüzde 23′ünde 3, yüzde 15′inde ise 4 veya daha fazla hastalığın bir arada olduğunu kaydetti.


Kutsal, “Bunun yanında yaşlılarda, hastalıklara ait bilinen belirtiler olmayabilir. Örneğin, göğüs ağrısı olmadan kalp krizi, öksürük olmadan zatürre, ateşsiz seyreden sepsis (kana mikrop karışması) gibi durumlar görülebilir” dedi.

Prof. Dr. Kutsal, yaşlılarda ani olarak başlayan baş ağrısının, beyin tümörüne, damar hastalığına, boyun omurlarında kıkırdak dejenerasyonuna veya kireçlenmeye bağlı olabileceğini söyledi.

Aniden gelişen halsizliğin, beyin damarları ile ilgili veya mikrobik kaynaklı hastalığa bağlı olabileceğini anlatan Kutsal, halsizliğin sürekli hale gelmesi durumunda ise kalp, akciğer, tiroit bezi hastalıkları, kansızlık veya idrar söktürücüler ile bazı psikiyatri ilaçlarının yan etkilerinin söz konusu olabileceğini kaydetti.

Kutsal, yaşlılarda, göğüs ağrısı, bayılma, mide ve bağırsak kanaması, sıcak çarpması ve ısı kaybı gibi durumlarda vakit kaybetmeden en yakın sağlık kuruluşuna gidilmesi gerektiğini ifade etti.

Kalp için 8 risk faktörü

Kalp için 8 risk faktörü

Dünyada ve ülkemizde kalp hastalıklarına bağlı ölümler, ölüm sebepleri arasında ilk sıralarda yer alıyor.

Kalp sağlığı için önemli olan ise hastalığın oluşumunu engellemektir. Kalp hastalıklarından korunmak için kişinin yaşam tarzını denetleyebilmesi büyük önem taşır.

Dünyada ve ülkemizde kalp hastalıklarına bağlı ölümler, ölüm sebepleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. İstanbul Özel Hizmet Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Uzm. Dr. Ece Açan, kalp sağlığını olumsuz etkileyen risk faktörlerini “değiştirilebilen” ve “değiştirilemeyen” olmak üzere 2 gruba ayırdı.


Değiştirilemeyen risk faktörleri
Ailede erken yaşta kalp krizi geçiren bireylerin bulunması, erkek cinsiyet, ileri yaş, şeker hastalığı ve kişilik yapısı (stresli kişilik) değiştirilemeyen faktörlerdir.

Değiştirilebilen risk faktörleri
Günlük yaşantımızda yaptığımız birçok hata, sağlığımız açısından geri dönüşü olmayacak sonuçlara yol açabiliyor. Oysaki alacağımız bazı önlemlerle bu riskleri ortadan kaldırmamız mümkün. Sigara içmemek, kolesterolü kontrol altında tutmak, stresten uzak durmak ve düzenli egzersiz yapmak bunlardan sadece birkaçı…

1-Sigara Tüketimi
Kalp damar hastalıklarından ve bu hastalıkların yol açtığı ölümlerden korunmak için atılacak ilk adım sigara ve dumanından uzak durmaktır. Çünkü sigara tüketimi hastalık riskini iki kat arttırmaktadır.

Sigara dumanıyla birlikte vücuda binlerce zehirli madde (nikotin, arsenik, amonyak, siyanür, benzopiren vb.) girer. Bu tehlike karşısında vücut adrenalin salgılar. Adrenalin, vücudumuzun bir tehlike karşısında doğal olarak salgıladığı bir hormondur. Adrenalin salgılanması sonucunda damarla büzüşür. Damarların büzüşmesine ek olarak, tütün dumanındaki karbonmonoksit kanı kıvamlaştırır. Kalp, kıvamlaşan büzüşen damarlar içinden vücudun en uzak noktalarına göndermek için var gücü ile çalışır. Sigaradan ilk nefesin çekilmesiyle birlikte kalbin atışı dakikada yaklaşık 20 atış hızlanır. Normalden hızlı çalışan kalbin daha fazla oksijene ihtiyacı vardır. Oysa sigara dumanıyla birlikte vücuda giren karbonmonoksit kandaki oksijeni kovar dolayısıyla kalp az oksijenle çok fazla çalışmak zorunda kalır ve vaktinde önce yorulur.

2-Kolesterol
Kolesterol kontrolü sağlamak için beslenmede doymuş yağ oranının azaltılması, tekli ve çoklu doymamış yağ asitleri içeren yağların oranının arttırılması, besinler yoluyla alınan kolesterole dikkat edilmesi, posa içeren yiyecekler ile meyve-sebze tüketiminin arttırılması gerekiyor. Doğru rejimin az miktarda protein içermesi, u proteinin ise balık, kümes hayvanları ve soyadan alınması gerekir.

3-Yüksek tansiyon
Yüksek tansiyona yol açan nedenlerin başında alınan fazla kilolar gelmektedir. Öte yandan kilo kaybı, özellikle karın bölgesinden zayıflandığından kan basıncını hemen düşürerek kalbin yükünü azaltır. Tansiyon hafif şekilde yüksekse beslenmede tuzu kesmek, ilaç kullanmadan tansiyonu normale düşürmeye yardımcı olabilir.

4-Aşırı alkol tüketimi
Aşırı alkol tüketimi tansiyonu yükselten bir diğer etmendir. Çok fazla kalori içermesine karşın hiçbir besleyici değer taşımayan alkol, organizmaya zarar verir. Günde belli bir miktarın üzerine çıkılmaması gerekir. Bu limit günde 1 veya 2 kadeh kırmızı şarap olarak gösterilebilir.

5-Kontrolsüz şeker hastalığı
Şeker hastalarında damar sertliği, daha sık ve erken yaşta görülmektedir. Bu hastalara sıklıkla şişmanlık ve hipertansiyon da eşlik etmektedir. Şeker hastalığı kontrolünde diyet ve egzersiz, ilaç tedavisinin yanında önemli rol oynamaktadır.

6-Obezite (Şişmanlık)
Obezite tedavi edilmediğinde hipertansiyon, kolesterol yüksekliği ve şeker hastalığı gibi kalp damar hastalığı riskini artırmaktadır.

7-Hareketsizlik
Yapılan araştırmalarda, düzenli egzersiz yapmanın ve yüksek bir efor kapasitesine sahip olmanın azalmış kalp ve damar sorunları ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Hergün 30 dk. veya daha fazla hızlı yürüyüş yapanlarda kalp damar hastalığı riskinin %18, koşanlarda &42 kadar azaldığı ifade edilmiştir. Düzenli egzersizlerde, vücut yağ oranında azalma, uzun dönemde kan basıncında düşme, kalbin veriminde artma, şeker hastalığı ve kan yağ metabolizma bozukluklarında azalma sağlamaktadır. Bu etkiler kalp krizi geçirmiş kişilerde de benzer olmaktadır. Egzersizden sağlanan yararlar kilo kaybından bağımsızdır.

8-Stresli yaşam
Yüksek stres vücut direncinin düşmesine sebep olur. Vücut strese adrenalin hormonu salınımını arttırarak yanıt verir. Bu da kalp ve solunum hızının artmasına ve tansiyonun yükselmesine sebep olur. Yağ asitleri ve kolesterol kana daha çok salınır ve kan kalınlaşmaya başlar. Stresle mücadele de düzenli egzersiz yapmanın etkili olduğu pek çok araştırma da gösterilmiştir.

8 Kasım 2007 Perşembe

Kanseri neler tetikliyor?

21 ünlü uzman tarafından yapılan ve beş yıl süren araştırmadan kanserle ilgili şu sonuçlar çıktı.


Günde 1 porsiyon köfte bile kanser riskini artırıyor

Beş yıl süren araştırma sonucuna göre günde bir dubleden fazla içki de kanseri tetikliyor

Dünya Kanser Araştırmaları Fonu tarafından yapılan bir araştırmaya göre, kırmızı et ve alkol çok az miktada tüketilse bile kanser riskini artırıyor. Kamu sağlığı, diyet ve beslenme konusunda 21 dünyaca ünlü uzman tarafından yapılan ve beş yıl süren araştırmaya göre, günde 100 gram bile kırmızı et tüketmenin özellikle bağırsak kanseri riskini artırdığı belirlendi.

Uzmanlar tarafından yayınlanan tavsiye raporunda günde 80 gramın üzerinde kırmızı etin kesinlikle tüketilmemesi gerektiği kaydedildi. Rapora göre, alkol tüketiminin ise sıfır olması gerekiyor. Erkekler günde iki bardak, kadınlar ise bir bardak alkolü geçtiklerinde kanser riski katlanıyor.

HANGİ MENÜDE KAÇ GRAM ET VAR?

*Hamburger'deki köfte 110 gr.

* İskender 120 gr.

* Bir porsiyon köfte 100 gr.

Organik gıda kanser düşmanı

ORGANİK gıdalar üzerinde bugüne kadar yapılan en büyük araştırmanın sonuçlarına göre, organik besinler diğer besinlerden çok daha sağlıklı. 4 yıl süren ve tam 24 milyon dolar harcanan araştıma sonucunda organik meyve ve sebzelerin yüzde 40 daha fazla antioksidan içerdiği, diğer meyve sebzelere oranla demir ve çinko açısından çok daha zengin olduğu belirlendi.

Organik yöntemlerle üretilen sütte ise antioksidan oranı yüzde 90 daha fazla olabiliyor. Organik besin tüketenlerde kanser ve kalp rahatsızlıkları azalıyor. Bu araştırmayla AB hükümetlerinin organik yiyeceklerle ilgili tavsiye kararları alması bekleniyor.

Soğuk algınlığında yapılması gerekenler

Uzmanlar, hastalıkta yapılması gerekenleri sıraladı..

Havaların serinlemeye başlamasıyla nezle, grip gibi soğuk algınlıklarına karşı uyarılarda bulunan uzmanlar, önce hastalığa yakalanmamanın sonra da, ondan en kısa ve etkili biçimde kurtulmanın yolları konusunda uyarılarda bulundu. Özellikle geleneksel yöntemlerin zararlarına dikkat çeken uzmanlar, ezber bozan tavsiyelerde bulunuyor. İşte nezlede yapılması ve yapılmaması gerekenler:

* Sakın ellerinize hapşırmayın. Özellikle anne babalar çocuklara hapşırma sırasında avuç yerine kollarını kullanmasını öğretmeli.

* Ellerinizi temiz tutun. Nezleye virüsler değil bakteriler yol açtığı için el temizliği çok önemli.

* Hastayken vitaminlere yüklenmeyin. Bünyenizi güçlendirici gıdalar alın.

* Yatağa çakılıp kalmayın. Sağlıklı olduğunuz kadar olmasa da sizi terletecek derecede egzersiz yapabilirsiniz.

* Akıntıyı kurutmak için burnunuzu tıkamayın.

* Size güzel ve lezzetli gelmese de yeme ve içmeden geri kalmamalısınız. İştahınızı açık tutun.

* Sigaradan uzak durun. Hatta bunu sigarayı bırakmak için bir fırsat olarak kullanın.

4 Kasım 2007 Pazar

Göz Tansiyonuna Dikkat

Uzun süreli düşük tansiyon glokoma yani göz tansiyonuna yol açıyor. Tansiyonunuz 8 ve altında ise, 2 yılda bir göz kontrolünden geçin ve glokom testi yaptırın!..

40 yaşından sonra check-up listenize glokomu da ekleyin. Göz içi basıncının 15 numaradan yüksek olması durumunda glokom riskin başladığını açıklayan Dünya Glokom Vakfı Başkanı Scott Christensen, "20 ve sonrasında ciddi görme kayıpları yaşanabilir, ehliyetiniz elinizden alınabilir" diye konuşuyor.
AİLEDE VARSA DİKKAT!
Önlenebilir körlük nedenleri arasında 2. sırada olan glokom, dünyada 70 milyon kişiyi etkiliyor. Bu rakamın 2020'de 80 milyona bulabileceğini açıklayan Christensen; miyop olan, kronik düşük tansiyon sorunu yaşayan, Asya kökenli ve ailesinde glokom bulunan kişilerin büyük risk altında olduklarını dile getiriyor. Hastalıkla mücadele etmek için yaptıkları 'Tüm gözler glokom'da adlı anketin sonuçlarını geçtiğimiz günlerde Londra'da bir basın toplantısı düzenleyerek açıklayan Christensen şöyle konuştu: "Ankete Avustralya, Brezilya, Almanya, Japonya, İspanya, İngiltere ve Amerika'da 4 bin 352 kişinin katıldı. Özellikle Avustralya ve İspanya'dan gelen sonuçlar bizi çok şaşırttı. Glokom gün geçtikçe daha da tehlikeli bir hal alıyor."
UZMAN DESTEĞİ ŞART!
Glokomun, kişiye doktora gitme ihtiyacı hissettirecek kadar büyük şikayetlere yol açmadığını belirten Christensen, "Kişilere glokom tanısı konulduğunda, zaten en az yüzde 30 görme kaybı oluşmuş oluyor" dedi ve ekledi: "Tedavilerle görme kaybını geri döndüremiyoruz ancak hastalığın ilerlemesi ilaçlar veya ameliyatlar ile durdurulabiliyor. Son zamanlarda sık sık eşyalara çarpıyor, merdivenlerden düşüyor, okumakta güçlük çekiyor, bulanık görüntü veya parlak ışık nedeniyle görme sorunları yaşıyorsanız mutlaka glokom konusunda uzman bir göz doktoruna müracaat edin."
KADINLAR DAHA RİSKLİ!
Kadınların yaşam sürelerinin erkeklere göre daha uzun olması nedeniyle glokomda daha yüksek risk altında olduklarını açıklayan Christensen, yoğun olarak bilgisayar kullanan kişilerin ve ofis ortamında çalışanlarının da son yıllarda risk grubunda yüksek oranda yer aldıklarını söyledi.

10 adımda ağız kokusundan kurtulun

Nefeste oluşan kötü koku büyük oranda ağız içi kaynaklıdır. Ağız içi bir enfeksiyon, ilerlemiş bir dişeti hastalığı ya da sadece ağız içinde birkaç saatten fazla kalmış gıda artıklarına yerleşen bakteriler kokuya sebep olurlar.
İSTANBUL - İstanbul Özel Hizmet Hastanesi Ağız ve Diş Hastalıkları Bölümü’nden Diş Hekimi Doğan Kontacı’ya göre alınacak 10 kolay önlemle beraber ağız kokusu ortadan kalkabiliyor
Ağız kokusunun öncelikle sebebi teşhis edilmeli ve tedavisinin buna göre yapılması gerekir.

Ağız içi kaynaklı kokularda yapılması gerekenler söyle sıralanabilir.
Tüm diş çürükleri tedavi edilmeli.
Diş eti hastalığı tedavi edilmeli. Dişeti cebi ve diş taşları elimine edilmeli.
Gömük ve yarı gömük 20 yaş dişleri çekilmeli.
Hatalı yada eskimiş köprü ve protezler yenilenmeli.

Ağız Kokusunun Diğer Sebepleri
Özellikle sinüs ve akciğer kaynaklı enfeksiyonlarda,
Şeker hastalığı (aseton kokusu gibidir),
Böbrek yetmezliği (balık kokusu gibidir),
Karaciğer yetmezliği,
****bolizma bozuklukları (teşhisi zor olabilir, zaman zaman ortaya çıkan kötü bir balık kokusu),
Açlık, diyet, ağız kuruması, oruçlu olmak (Sıvı gıda eksikliklerinde vücuttaki yağ ve protein çözünmeye başlar, bu ****bolizmanın yan ürünleri kötü ağız kokusu olarak yansır).


AĞIZ KOKUSUNU ÖNLEMEK İÇİN
1-Dişlerinizi ve dişetlerinizi koruyun
Diş çürükleri, diş eti iltihapları ağız kokusunun önemli nedenlerindendir. Ağız içi herhangi bir enfeksiyon bakteri üremesini artıracağı için daima ağız kokusuna neden olur. Bu nedenle diş hekimizin önerilerini mutlaka dinlemelisiniz.

2-Ağızda var olan protez ve köprüleri kontrol ettirin
Ağız içinde var olan eskimiş köprü ve protezle zamanla gıda birikmesine yol açacağından kötü kokulara neden olabilir. Bu durumlarda yenilenmesi gerekenleri değiştirmeli, eksik olan dişlerin yerleri için gerekli tedavileri yaptırmalısınız.

3-Sakız çiğneyin
Tükürük ağız kokusu ile savaşmanın en güçlü yoludur. İçinde yemek parçacıklarını yerinden söküp mideye gönderecek güçlü enzimler, güçlü bakteri öldürücü antibiyotikler vardır. Bu nedenle şeker gibi bazı hastalıklarda, pek çok ilacın yan etkisi olarak ortaya çıkan kuru ağızlar daima kötü kokuludur. Sabahları niçin ağzınızın kötü koktuğunu merak ediyorsanız yanıt buradadır; gece boyunca tükürük salgısı azalır ve ağzınızın içindeki yemek parçacıkları uzun süre burada durur. Bakteriler de onları afiyetle kullanır ve çürütür. Böylece sabahları ağzınız kötü kokabilir. Şekersiz sakız çiğnemek tükürük salgınızı artırarak ağız temizliğinize yardımcı olur. Nane şekerleri ve tatlı sakızlar genellikle işe yaramaz ve durumu daha da kötüleştirir. Ancak xylitol içeren sakızlar da bu konuda size yardımcı olabilir.

4-Tarçın kullanın
İçeceklerinizde ve uygun yiyeceklerinizde tarçın kullanabilirsiniz. Tarçın ağız içi bakterilerle mücadelede önemli bir silahtır. Eğer varsa tarçınlı şekersiz sakızlar da uygun bir öneri olabilir.

5-Daha fazla su için
Özellikle yaşla artan vücut kuruması pek çok yönden dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Çok su içmek onlarca diğer yararının yanında dilinizin kurumasını da önleyerek ağız kokusu ile mücadelede önemli bir silah olarak kullanılabilir. Su ağız içindeki bakterilerin minimumda tutulması için direk yardımcıdır. Ayrıca tükürük salgısını artırarak da yardımcı olur.

6-Asla burnunuz tıkalı uyumayın
Sinüzit gibi hava yolu rahatsızlıkları ve burun tıkanmasına neden olan diğer durumlar geceleri ağızdan nefes almamıza neden olur. Bu durum ağzı ve boğazı kurutarak bakterilerin üremesi için ideal bir ortam oluşturur. Azalan tükürük salgısı durumu daha kötü hale getirir. Bu nedenle kesinlikle burnunuz tıkalı uyumamalısınız.

7-Basit şeker tüketiminizi azaltın
Beyaz un, beyaz şeker, glukoz/fruktoz şurubu ile tatlandırılmış tüm hazır gıdalar ağız içindeki bakteriler için inanılmaz bir hazinedir. Bu tür şekerleri çok kolay kullanarak hızla çoğalırlar. Basit şekerler (atıştırmalık tüm şekerli gıdalarda olduğu gibi) diş çürüklerine neden olur ve ağız sağlığını büyük bir süratle bozarlar. Bu nedenle basit şeker tüketiminizi azaltmalısınız. Bu da su içmek gibi size onlarca yararın yanında ağız kokunuzun azalmasına da yardım edecektir.

8-Lokmaları iyi çiğneyin
Bu sayede yiyeceklerle tükürük salgısı iyice karışır ve ağızda yemek parçası kalma olasılığı düşer. Daha çok çiğneme hareketi daha çok bakterinin yerinden koparak mideye gitmesine yardımcı olur.

9-Diş ipi kullanın
Diş ipi sayesinde fırçanın çıkaramadığı yerlerdeki bakteri ve yemek artıklarını sökebilirsiniz. Özellikle diş gövdeleri arasındaki dar bölgelerde biriken yemek artıkları hızlı bakteri çoğalmasına neden olabilir.

10-Sigara içmeyin
Sigara içmek ağız kuruluğuna neden olduğundan ağız kokusuna sebep olur. Ayrıca diğer bir ağız kokusu nedeni olan diş eti hastalıklarına da zemin hazırlar.

Hayvan ısırıklarına dikkat

Avrupa Acil Tıp Birliği Başkanvekili Dr. Ülkümen Rodoplu, her tür hayvan ısırığında mikrop kapma, tetanoz ve kuduz mikrobunun bulaşma riski olduğunu belirtti. 07.10.2007 12:08

Rodoplu, ''ısırıklarda dişlerin derine işlediğini ve mikropların dokulara geçtiğini'' belirterek, ısırılan yerde diş biçiminde yara izleri, deride açılma veya yaralanma, az veya çok kanama, morluk veya kızarıklık görülebileceğini ifade etti. Rodoplu, ısırılan yerde ağrı, şişme, kaşıntı, hassasiyet ve bazen de aşırı duyarlılık olabileceğini ve hemen doktora gidilmesi gerektiğini söyledi.
Rodoplu, ısırığa maruz kalan kişilere yönelik yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:
''Isırıklarda yarayı en az 5 dakika sabunlu suyla yıkamak, sonra da durulamak gerekir. Eğer uygun bir yaraysa yara civarına buz uygulanabilir. Bu sayede ağrı duyumu azabilir ve şişlik oluşumu geciktirilir, azaltılır. Buzun cilde doğrudan temas ettirilmemesi gerektiğini unutmayın. Bir bez veya naylon kullanarak buz sarılabilir ve cilt üzerine bu şekilde uygulanabilir.
Bundan sonra mümkün olan en kısa zamanda acil servise müracaat edilmesi gerekir.''

Kadınların kalp krizi riskini düşürmenin 5 yolu

Doğru beslenme, az alkol, fiziksel aktivite, sağlıklı kilo ve sigaradan uzak durma...
NEW YORK - Bir araştırmaya göre doğru beslenme, az alkol, fiziksel olarak etkin olmak, sağlıklı bir kiloda kalmak ve sigara içmemek, kadınlarda kalp krizi riskini önemli oranda düşürüyor.


İsveç’in başkenti Stockholm’deki Karolinska Enstitüsü’nden Dr. Agneta Akesson ve arkadaşları, 1997’de kaydettikleri menopoz sonrasındaki 24 bin 444 kadın üzerinde yaşam ve beslenme biçimlerini değerlendiren bir araştırma yaptı. 1997’de, bu kadınların hiçbirinde kalp hastalığı, şeker ya da kanser gibi hastalıkların olmadığı bildirildi.

Araştırmacılar, 4 ana beslenme biçimi belirlediler: Sağlıklı (sebze, meyve, baklagiller), Batı/İsveç (kırmızı et, işlenmiş et ürünleri, kümes hayvanları, pirinç, makarna, yumurta, kızarmış patates, balık), Alkol (şarap, bira, likör ve kuruyemiş), Tatlı (kurabiye tarzı pişirilmiş tatlı ürünler, şeker, çikolata, reçel, dondurma). Ayrıca, deneklerin ailelerinin kalp hastalığı geçmişi, eğitim düzeyi, fiziksel aktiviteleri ve vücut kitleleri saptandı. Yaklaşık 6 yılın ardından bu kadınların 308’inde kalp krizi meydana geldi.

Uzmanlar, sağlıklı beslenen (sebze, meyve, tahıl ürünleri, balık ve baklagillerden yana zengin beslenme) ve günde 5 gram ya da daha az alkol alan kadınlarda, daha az sağlıklı beslenenlere göre, ilk kalp krizi riskinin yüzde 57 oranında azaldığını belirlediler. Sağlıklı beslenmenin yanısıra sigara içmeme, fiziksel olarak etkin olma ve aşırı kilodan kaçınma gibi yaşam biçimleri de eklendiğinde, kalp krizinden kaçınma oranının yüzde 92’ye dek yükseldiğini kaydettiler.

Akesson ve arkadaşları, araştırma sonuçlarına göre “beslenme, yaşam biçimi ve sağlıklı beden kitle endeksine sahip olmanın, kalp krizi riskini 4’te 3’ten daha fazla düşürebildiğini” bildirdiler.

2 Kasım 2007 Cuma

Ergenlikte Stres Öğrenmeyi Etkiliyor

Ergenlikte Stres Öğrenmeyi Etkiliyor

Harvard Tıp Okulu’ndan Susan Andersen ve çalışma arkadaşları, ergenlik döneminde, kafeslerde yalnız bırakılarak strese maruz kalan farelerde, yetişkinlik döneminde beynin yan karıncıklarının orta ve arka boynuzları üzerindeki iki adet kabartıda kilit önemdeki bir proteinin seviyesinin düştüğünü tespit etti ve beynin bu bölümünün “hafıza ve öğrenme” açısından önemli olduğu belirtti.


Bilim adamları, söz konusu proteinin, beyin hücreleri arasındaki bağlantı sayısını ölçmek için kullanıldığını, eksilmesinin, beyin faaliyetindeki düşüşü ifade ettiğini bildirdi. Andersen’in ekibi, New Orleans’taki bir bilim konferansında duyurdukları araştırmalarının, ergenlikte karşılaşılan stresin, yetişkinlikte beyin hücrelerinin bağlantısı etkilediğini ortaya koyan ilk çalışma olduğunu söyledi. Araştırma, insanlarda 18 ila 20 yaşlarında zirveye ulaşan bu proteinin, ergenlikte strese maruz bırakılan eşdeğer yaştaki farelerde normal bir artış göstermediğini gösterdi.
Bilim adamları, ergenlik döneminde cinsel tacize uğrayan veya ihmal edilen kişilerin beyninde bu tür bir duruma rastlanabileceğini de kaydetti.

Gripten korunmak için Neler Yapılmalıdır

Gripten korunmak için Neler Yapılmalıdır

Mevsim grip, nezle mevsimi. İşte, evde, yolda mikroplar havalarda uçuşuyor. Gribe karşı koymanın yolu mİkroplardan korunmak ve bağışıklık sisteminizi kuvvetlendirmek. Onun da yolu aşağıdaki maddelerden geçiyor.

EL TEMİZLİĞİNE DİKKAT

Ellerinizi yıkamak sizi birçok bulaşıcı hastalıktan olduğu gibi gripten de koruyacaktır. Bunun yanısıra bakterilerden korunmak için kullandığınız telefon ahizelerini ve çalışma masası gibi yüzeyleri düzenli olarak dezenfekte etmelisiniz.

GRİPLİLERE YAKLAŞMAYIN


Çevrenizde grip olan kişilere çok yaklaşmayın ve telefon, bardak gibi eşyalarını kullanmayın.

BESLENMENİN ÖNEMİ

Bağışıklık sisteminizin zayıflamaması için düzenli ve dengeli beslenmeye özen gösterin. Tek yönlü beslenmeden kaçınarak bol bol sebze ve meyve tüketin. Yetersiz uyku, aşırı alkol ve sigara tüketiminin de bağışıklık sisteminizi zayıf düşüreceğini unutmayın.

MEVSİME GÖRE GİYİNİN

Sonbahar-kış aylarına uygun kalın ve yünlü kıyafetleri tercih edin. Fakat terli kalmanın da hastalıklara davet çıkaracağını göz önünde bulundurun.

EGZERSİZİ UNUTMAYIN

Vücudunuzun mikroplara karşı dirençli olması için bağışıklık sisteminizi güçlendirmeniz gerekiyor. Düzenli yapılan egzersizin ise bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etkisi olduğu biliniyor.

VÜCUT DİRENCİ İÇİN

Bal ve pekmezin soğuk havalarda vücudun ısınmasına yardımcı olarak grip ve benzeri hastalıklara karşı koruyucu. Yoğurt, araştırmanın sonuçlarına göre soğuk algınlığını önlüyor.

Amerikan Klinik Gıda Gazetesi’ne göre, sağlıklı yaşam için domates vazgeçilmez yiyecekler arasında bulunuyor. Sarımsak, grip virüslerinin vücutta çoğalmasını engelleyen allicine ve aliin maddelerini bol miktarda içeriyor. Günde 3-4 diş sarımsak yemek, gripten koruyor

Cilt sağlığı için ılık duş

Günde bir kez alınacak ılık duşun vücudun yorgunluğunu alarak cildin daha sağlıklı olmasını sağladığı, cilt kurumasına karşı ise nötr sabun ve jel kullanılması gerektiği bildirildi.

Cilt temizliği önemli
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamdi Memişoğlu, özellikle sıcak yaz günlerinde, cilt temizliğine çok daha fazla önem gösterilmesi gerektiğini söyledi.

“Aşırı duş almanın cilde zararlı olduğu” yönündeki açıklamaların gerçeği yansıtmadığını belirten Prof. Dr. Memişoğlu, “Günde bir kez alınacak ılık duş, vücudun yorgunluğunu alarak cildi temizler. Ayrıca kan dolaşımını düzenleyerek, daha güzel ve sağlıklı olmasına yol açar” dedi.

Cildin kurumaması gerekiyor
Duş sonrasında cildin kurumamasına özen gösterilmesi gerektiğini bildiren Prof. Dr. Memişoğlu, asitli sabunların deriye zarar vereceğini kaydetti.

Duş sırasında, asitlerden arındırılmış, nötr sabunlar ve jeller kullanılmasını öneren Prof. Dr. Memişoğlu, şöyle konuştu:
“Deriye rahat bir nefes aldırmanın en kolay yolu, günde bir kez alınacak duştur. Ancak bunu yaparken, ona zarar verecek etkenlerden uzak durmak gerekir. Sağlıklı bir cilt istiyorsak, nötr sabun ve jel dışında ürünler kullanılmamalı. Bunun yanı sıra duş sonrasında, cildin kurumasını önlemek için deriye mutlaka nemlendirici kremler uygulanmalı.”

Lif ve keseden uzak durun
Deri üzerinde, zararlı maddelerin içeriye nüfuz etmesini engelleyen bir katman (manto) bulunduğunu belirten Prof. Dr. Memişoğlu, bu katmanın tahriş edilmesinin bazı deri hastalıklarına davetiye çıkaracağını bildirdi.

Geleneksel Türk aile yapısında yoğun olarak kullanılan lif ve kesenin deriye büyük zarar verdiğini bildiren Prof. Dr. Memişoğlu, “Banyo ve duş sırasında kullanılan kese, deriyi soyar, yağını alır ve deri kuruluğu oluşturur. Derinin sağlıklı bir şekilde görevini yürütmesi için bunlardan vazgeçilmesi gerek” dedi.

Kanseri yenme kuralları

Kanseri yenme kuralları

Kanseri yenmenin yeni kuralları sıralandı. 7 bin araştırmanın sonucu şöyle;

Yeni bir araştırmanın sonuçlarına göre, normalden biraz daha kilolu olmak meme, pankreas ve bağırsak kanserine yakalanma riskini artırıyor. 7 bini aşkın araştırma beslenme ile kanser arasındaki ilişkiyi ortaya koyuyor.

Bu araştırmaları birleştiren raporda belirtilen kurallardan bazıları şöyle:

-Normal vücut ağırlığına uygun ölçüde zayıf kalın,
-Her gün düzenli egzersiz yapın,


-Kırmızı et ve işlenmiş gıda tüketimini azaltın,
-Daha çok sebze ve meyve tüketimine yönelin,
-Alkol tüketimini kadınlar için günde bir erkekler için günde iki kadehle sınırlayın,
-Tuzu kesip bakliyata ağırlık verin.

“Araştırmada ayrıca yeni doğan bebeklerin de en az altı ay anne sütüyle beslenmesi gerektiği vurgulandı.”

Nargile 101 sigaraya bedel

Nargile 101 sigaraya bedel

Yapılan bir araştırma, nargilenin sigaradan onlarca kat zararlı olduğunu gösterdi

Fransız bilim adamlarının bir araştırması nargilenin sigaradan onlarca kat daha fazla zararlı olduğunu gösterdi. Fransa’nın tütün karşıtı çalışmalarıyla bilinen kurumu OFT’nin, devlete bağlı bir laboratuvarda, üç tip nargile üzerinde yaptığı araştırmalardan elde ettiği verilere göre, nargile içince 15-52 sigaradan alınan miktarda karbonmonoksit, 27-101 sigaradan alınan miktarda da katran açığa çıkıyor. OFT’nin raporuna göre nargile, kapalı ortamlardaki hava kirliliğinin de en önemli kaynağı.


Sigara yasak, nargile değil
Kanada’nın Quebec kentindeki nargile kafeler, bar ve restoranlarda uygulanan sigara yasağından muaf tutulmuş durumda. Fransa’da da 1 Ocak’tan itibaren tüm bar ve restoranlara sigara yasağı geliyor. Bu yasaktan muaf tutulmak isteyen nargile kafeler, bu konuda bir düzenleme yapılmasını istiyor. Fransa’daki 200 nargile kafe yılda yaklaşık 1 milyon kişiyi konuk ediyor

Yorgunluğun 7 farklı Nedeni

Yorgunluğun 7 farklı Nedeni

Kansızlık

Üretkenlik çağınızda iseniz ve özellikle adet dönemleriniz uzun sürüyorsa, miyomlarınız varsa ya da yakın zaman önce doğum yaptıysanız, bunlara bağlı kan kaybı nedeniyle kadınlarda yorgunluğun birinci nedeni olan anemi gelişmiş olabilir. Kanamalar sonucunda kanda oksijeni taşıyan alyuvarlardaki demirden zengin bir protein olan hemoglobin miktarı azalır. Dokular ve organlar yeterince oksijen almayınca bunun sonucu yorgunluktur. Kansızlığın diğer nedenleri iç kanama veya demir, folik asit ya da vitamin B12 eksikliği olabilir. Böbrek hastalığı gibi kronik hastalıklar da kansızlığa neden olabilir. Baş dönmesi, solukluk, üşüme hissi, kalp atımında hızlanma kansızlığın diğer belirtileridir. Kansızlığın tanısı için doktorunuz bir kan testi isteyecektir. Eğer sebep demir eksikliği ise demir takviyesi gibi kansızlığın nedenine yönelik tedavi uygulanır. Etkili tedaviyle yorgunluk, en geç 30 günde geçecektir.

Hipotiroid

Genel olarak enerji düzeyiniz hep düşükse, kendinizi tükenmiş ve hattâ biraz depresyonda gibi hissediyorsanız bunların sebebi yavaş çalışan tiroid bezi olabilir. Tiroid bezi vücudun enerji metabolizmasını kontrol eder. Kadınlarda sanıldığından çok daha yaygın olan tiroid bozukluğu T3 ve T4 gibi tiroid hormonlarının düzeyinin saptanmasıyla teşhis edilebilir. Bu hormonlar düşükse dışarıdan hormon takviyesi yapıldığında yorgunluk şikâyetiniz kısa zamanda geçecektir.

İdrar yolu enfeksiyonu

Kadınların çoğunda idrar yolu enfeksiyonu yanma veya sık idrara gitme ihtiyacı gibi belirtilerle birlikte ise de bazı hastalarda hiçbir belirti olmayabilir ya da belirtiler hafif olduğundan fark edilmeyebilir. Sürekli yorgunluk da bu gibi idrar yolu enfeksiyonlarının tek belirtisi olabilir. Cinsel birleşme bakterileri idrar yolunun ağzından vajinaya doğru ittiğinden bu riski artırabilir. Bir idrar tahliliyle teşhis konulabilir. Genellikle ağızdan alınan bir antibiyotikle tedavi hızlı ve kolay sonuç verir. Yorgunluk da birkaç gün içinde kaybolur. Bir süre sonra yorgunluk veya başka belirtiler tekrarlarsa tekrar idrar testi yaptırın çünkü bazı kadınlarda idrar yolu enfeksiyonları kroniktir.

Fazla kafein alımı

Hızlı bir enerji desteği için çoğumuz kahve ya da kola içeriz ama bazı kadınlarda kafeinin fazlası ters bir etki yapabilir. Bir uyarıcı olan kafein, fazla miktarda alındığında yorgunluğa neden oluyor. Bu nedenle kafein alımının daha da artırılması sorunun kötüleşmesinden başka işe yaramıyor. Çözüm; yaşantınızdan kafeini mümkün olduğu kadar çıkarın. Bu, sadece kahvenin değil çikolata, çay, kola ve kafein içeren bazı ilaçların da kesilmesi anlamına geliyor.

Besin intoleransı

Besinlerin bize enerji verdiği kabul edilir ama bazı doktorlar gizli besin intoleranslarının bunun tersine yol açtığına inanıyor. Hafif bir besin intoleransı bile uykunuzun gelmesine yol açabilir. Tolere edemediğiniz yani yendiğinde size, sizin bu besine bağlamadığınız ve ondan olduğunu düşünmediğiniz rahatsızlıklar verebilen bazı besinler olabilir. Bu besinlerin farkında olmadan sürekli yenilmesi kendinizi,sürekli yorgun ve tükenmiş hissetmenize neden olabilir. Eğer belirli besinleri yedikten sonra 10-30 dakika içinde uykunuz geliyor, kendinizi kötü hissediyorsanız şüphelendiğiniz besinleri beslenmenizden çıkarın. Böyle bir şüpheniz varsa doktorunuzla konuşun.


Uyku apnesi

Yeterli uyku uyumuyorsanız bu bir yorgunluk sebebi olabilir. Ama ya yeterli uyku uyuyup ta aslında uykunuzu almadığınızı bilmiyorsanız? Uyku apnesi olarak bilinen durumda siz uykuda iken genellikle her gece birçok kez nefes almanız durmaktadır. Sonuç, gece kaç saat uyursanız uyuyun bütün gün yorgun olmanızdır. Uyku apnesi konusunda uzmanlaşmın bir doktorun yardımıyla uyku laboratuvarında bu hastalığa tanı konulması mümkündür. Uyku apneniz varsa doktorunuz kilo verme ve sigarayı bırakma gibi yaşam tarzı değişimleri önerecektir. Siz uyurken hava yollarını açık tutan cihazlar veya nefesle tetiklenen basınçlı hava cihazları kullanılabilir. Aşırı olgularda, yeterli hava akımının sağlanması için ameliyat gerekebilir.

Tanı konmamış kalp hastalığı

Elektrikli süpürgeyle evi temizlemek, bahçe işleri veya olağan günlük işlerinizi yapmak gibi sıradan işler sizi yoruyorsa, kalbiniz SOS sinyali gönderiyor olabilir. Eğer bu basit hareketlerle gelen yorgunluk hissi hele birdenbire ve sebepsiz yere ortaya çıktıysa, ciddi durumların habercisi olabilir, beklemeden doktorunuza danışmalısınız.

Zayıflamak isteyenlere iştah kapatan yiyecekler

Zayıflamak isteyenlere iştah kapatan yiyecekler

Avokado: B6 vitamini deposudur. Kansere karşı koruyucu etkisi vardır. Tok tutan avokadoyu kendinizi aç hissettiğiniz zamanlarda yiyebilirsiniz.

Çavdar Ekmeği: Yapılan diyetlerin hepsinde kepek ekmeğinden bahsedilse de aslında çavdar ekmeğinin tok tutan etkisi yadsınamaz. Hatta beyaz buğday ekmeğine göre yüzde 50 oranında daha fazla doyma hissi verir.

Dil Peyniri: Gün içerisinde açlık hissettiğinizde atıştırabileceğiniz faydalı bir gıda olmasının yanında proteinli yapısından dolayı tok tutma özelliğine de sahiptir.

Böğürtlen: Kendinizi aç hissettiğinizde bir kase yoğurdun içine karıştıracağınız böğürtlen sizi bir süre tok tutar. Böğürtlen çok fazla antioksidan içerir, bu nedenle de yararlıdırlar.

Sardalya: Protein deposudur. Kan şekeri seviyesinin dengelenmesini sağlar. Bu sayede tokluk hissi verir. Ayrıca metabolizmanın harekete geçmesini sağlar.

Elma: Yapılan diyetlerde ara öğün olarak elma tavsiye edilir bunun nedeni ise tok tutucu özelliğinin olmasıdır. Kalorisi az olan elmayı acıktığınızda yerseniz bir süre daha tok hissedersiniz.

Kepekli Makarna: Günlük gıda tüketiminde önemli bir yere sahip olan lifli besinlerdendir. Bu besinler yendikten sonra hacimlerinin yüzde 20’si kadar genişleme özelliğine sahip oldukları için tokluk hissi verirler.

Esmer Pirinç: Kan şekerini dengede tutarak açlık hissinin önüne geçen karbonhidratların başında gelen esmer pirinç, uzun süre acıkmamanızı sağlar. Bu nedenle yemeklerinizde esmer pirince yer verin.

Yulaf Ezmesi: Tokluk ve şişkinlik hissi veren besinlerin başında gelir. Fakat yulaf ezmesini süt ile değil su ile yapmakta fayda vardır. Sütle yapıldığında ise sütü tercih edin.

Badem: Günde iki avuç düzenli olarak yenecek bademin, tokluk hissi vererek obeziteye karşı müzadelede yararlı olduğu yapılan araştırmalar ile kanıtlanmış bir gerçek.

Brokoli: Brokolide vücuttaki insulin dengesini koruyan krom bulunur. Kan şekerinin düşmesini engelleyen krom sayesinde açlık hissetmezsiniz.

Yumurta: Çok pişmiş yumurta da tok tutan yiyecekler arasındadır. Hazırlanması kolay olan yumurta protein açısından da zengindir. Protein sizi tok tuttuğu için kolay kolay acıkmazsınız.

Donmuş Yoğurt: Dondurma isteğinizi donmuş yoğurt yiyerek karşılayabilirsiniz. Meyveli donmuş yoğurt yediğinizde hem karnınızı tok tuttuğunu hissedecek, hem de fazla kalori almamış olacaksınız.

Sebze Çorbası: Çorba, atıştırmak için ideal olmasa da az kalorisi ve tok tutan etkisi ile idealdir. Acıktığınızda bir kase çorba açlığınızı bastırır.

Çilek: Canınız çok fazla tatlı istediğinde bir kap dolusu çilek yiyebilirsiniz. Çileklerin üzerine bir tatlı kaşığı pudra şekeri de dökerseniz tatlı yemiş kadar olursunuz. Ayrıca çilek tok hissetmenizi sağlar.

Balık: Balıkta bulunan iyot, tiroit hormonlarının yapımı için gereklidir ve açlık duygusunun gelişmesini engeller.

Ihlamur: Yemek saatine yakın içilen ıhlamurun, hastalıklara faydasının yanı sıra iştahı kapatan etkisi de var.

Glisemik endeksi düşük besinler: Sürekli acıkıyor ve bunun önüne geçmek istiyorsanız, glisemik endeksi düşük besinleri tüketmelisiniz. Glisemik endeks, yenilen herhangi bir besinin kan şekerini yükseltme yeteneğidir. Tükettiğiniz besin, kan şekerini ne kadar uzun zamanda ve az miktarda yükseltiyorsa, glisemik endeksinin düşük olduğunu belirtir. Bu besinler, bireyin daha uzun süre tok kalmasını sağlar.

Karbonhidratlar: Karbonhidratlar kepek, buğday gibi tahıl ürünlerinde, sebze ve meyvelerde bulunur. İçeriğindeki lifler, sindirim sistemini harekete geçirir. Ayrıca bu besinler insanı tok tutarak açlık hissini engeller.

Triptofan: Proteinlerin büyük bir bölümünde bulunan bir çeşit aminoasittir. Triptofan, vücutta serotoninin oluşmasında ve hücrelere taşınmasında önemli bir görev alır. Serotonin ise iştah etkisini azaltır. Özellikle muz, avokado, yulaf ve peynirde bulunur.

Krom: Krom vücuda insülin dengesini korur. Bu denge kan şekerinin düşmemesini veya azalmaması açısından çok önemlidir. Kan şekerinin düşmesi açlığa yol açar. Krom ihtiyacınızı karşılamak için fındık, ceviz gibi kabuklu yemişler ve tahıl ürünleri yemek gerekir.

Albümin: Bir tür taşıyıcı proteindir. Can sıkıntısını giderir ve iştahı kapar. Bu protein, triptofanı oluşturarak beyine taşır ve serotonin üretimini arttırır. Bezelye, fıstık ve fasulyede bulunur.

Fruktoz: Meyvelerden elde edilen doğal şekerdir. Fruktoz kan şekeri dengesini kesinlikle etkilemez. Ayrıca yemek sonrası tatlı ihtiyacı duymanızı engeller. Çilek ve bal früktozun kaynağıdır.

İyot: Tiroid hormonlarının yapımı için gereklidir. Açlık duygusunu engeller. Balık, iyotlu tuz ve soğanda bulunur.

Yaşlılarda ani baş ağrısı nedenleri

Yaşlılarda ani baş ağrısı nedenleri

Yaşlılarda ani baş ağrısı nedenleri

Yaşlılarda ani olarak başlayan baş ağrısının beyin tümörü, ani halsizliğin beyin damarları, sürekli halsizliğin ise kalp, akciğer ve kansızlık gibi hastalıkların habercisi olabileceği belirtildi.

AA-Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Geriatrik Bilimler Araştırma Merkezi (GEBAM) Müdürü Prof. Dr. Yeşim Gökçe Kutsal, yaşlılarda bildirimi yapılmayan hastalık oranının çok yüksek olduğunu ve birçok hastalığın bir arada bulunduğunu söyledi.

Kutsal, 65 yaş üzerindeki kişilerin yüzde 90′ında 1, yüzde 23′ünde 3, yüzde 15′inde ise 4 veya daha fazla hastalığın bir arada olduğunu kaydetti.


Kutsal, “Bunun yanında yaşlılarda, hastalıklara ait bilinen belirtiler olmayabilir. Örneğin, göğüs ağrısı olmadan kalp krizi, öksürük olmadan zatürre, ateşsiz seyreden sepsis (kana mikrop karışması) gibi durumlar görülebilir” dedi.

Prof. Dr. Kutsal, yaşlılarda ani olarak başlayan baş ağrısının, beyin tümörüne, damar hastalığına, boyun omurlarında kıkırdak dejenerasyonuna veya kireçlenmeye bağlı olabileceğini söyledi.

Aniden gelişen halsizliğin, beyin damarları ile ilgili veya mikrobik kaynaklı hastalığa bağlı olabileceğini anlatan Kutsal, halsizliğin sürekli hale gelmesi durumunda ise kalp, akciğer, tiroit bezi hastalıkları, kansızlık veya idrar söktürücüler ile bazı psikiyatri ilaçlarının yan etkilerinin söz konusu olabileceğini kaydetti.

Kutsal, yaşlılarda, göğüs ağrısı, bayılma, mide ve bağırsak kanaması, sıcak çarpması ve ısı kaybı gibi durumlarda vakit kaybetmeden en yakın sağlık kuruluşuna gidilmesi gerektiğini ifade etti.

Kalp için 8 risk faktörü

Kalp için 8 risk faktörü

Dünyada ve ülkemizde kalp hastalıklarına bağlı ölümler, ölüm sebepleri arasında ilk sıralarda yer alıyor.

Kalp sağlığı için önemli olan ise hastalığın oluşumunu engellemektir. Kalp hastalıklarından korunmak için kişinin yaşam tarzını denetleyebilmesi büyük önem taşır.

Dünyada ve ülkemizde kalp hastalıklarına bağlı ölümler, ölüm sebepleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. İstanbul Özel Hizmet Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Uzm. Dr. Ece Açan, kalp sağlığını olumsuz etkileyen risk faktörlerini “değiştirilebilen” ve “değiştirilemeyen” olmak üzere 2 gruba ayırdı.


Değiştirilemeyen risk faktörleri
Ailede erken yaşta kalp krizi geçiren bireylerin bulunması, erkek cinsiyet, ileri yaş, şeker hastalığı ve kişilik yapısı (stresli kişilik) değiştirilemeyen faktörlerdir.

Değiştirilebilen risk faktörleri
Günlük yaşantımızda yaptığımız birçok hata, sağlığımız açısından geri dönüşü olmayacak sonuçlara yol açabiliyor. Oysaki alacağımız bazı önlemlerle bu riskleri ortadan kaldırmamız mümkün. Sigara içmemek, kolesterolü kontrol altında tutmak, stresten uzak durmak ve düzenli egzersiz yapmak bunlardan sadece birkaçı…

1-Sigara Tüketimi
Kalp damar hastalıklarından ve bu hastalıkların yol açtığı ölümlerden korunmak için atılacak ilk adım sigara ve dumanından uzak durmaktır. Çünkü sigara tüketimi hastalık riskini iki kat arttırmaktadır.

Sigara dumanıyla birlikte vücuda binlerce zehirli madde (nikotin, arsenik, amonyak, siyanür, benzopiren vb.) girer. Bu tehlike karşısında vücut adrenalin salgılar. Adrenalin, vücudumuzun bir tehlike karşısında doğal olarak salgıladığı bir hormondur. Adrenalin salgılanması sonucunda damarla büzüşür. Damarların büzüşmesine ek olarak, tütün dumanındaki karbonmonoksit kanı kıvamlaştırır. Kalp, kıvamlaşan büzüşen damarlar içinden vücudun en uzak noktalarına göndermek için var gücü ile çalışır. Sigaradan ilk nefesin çekilmesiyle birlikte kalbin atışı dakikada yaklaşık 20 atış hızlanır. Normalden hızlı çalışan kalbin daha fazla oksijene ihtiyacı vardır. Oysa sigara dumanıyla birlikte vücuda giren karbonmonoksit kandaki oksijeni kovar dolayısıyla kalp az oksijenle çok fazla çalışmak zorunda kalır ve vaktinde önce yorulur.

2-Kolesterol
Kolesterol kontrolü sağlamak için beslenmede doymuş yağ oranının azaltılması, tekli ve çoklu doymamış yağ asitleri içeren yağların oranının arttırılması, besinler yoluyla alınan kolesterole dikkat edilmesi, posa içeren yiyecekler ile meyve-sebze tüketiminin arttırılması gerekiyor. Doğru rejimin az miktarda protein içermesi, u proteinin ise balık, kümes hayvanları ve soyadan alınması gerekir.

3-Yüksek tansiyon
Yüksek tansiyona yol açan nedenlerin başında alınan fazla kilolar gelmektedir. Öte yandan kilo kaybı, özellikle karın bölgesinden zayıflandığından kan basıncını hemen düşürerek kalbin yükünü azaltır. Tansiyon hafif şekilde yüksekse beslenmede tuzu kesmek, ilaç kullanmadan tansiyonu normale düşürmeye yardımcı olabilir.

4-Aşırı alkol tüketimi
Aşırı alkol tüketimi tansiyonu yükselten bir diğer etmendir. Çok fazla kalori içermesine karşın hiçbir besleyici değer taşımayan alkol, organizmaya zarar verir. Günde belli bir miktarın üzerine çıkılmaması gerekir. Bu limit günde 1 veya 2 kadeh kırmızı şarap olarak gösterilebilir.

5-Kontrolsüz şeker hastalığı
Şeker hastalarında damar sertliği, daha sık ve erken yaşta görülmektedir. Bu hastalara sıklıkla şişmanlık ve hipertansiyon da eşlik etmektedir. Şeker hastalığı kontrolünde diyet ve egzersiz, ilaç tedavisinin yanında önemli rol oynamaktadır.

6-Obezite (Şişmanlık)
Obezite tedavi edilmediğinde hipertansiyon, kolesterol yüksekliği ve şeker hastalığı gibi kalp damar hastalığı riskini artırmaktadır.

7-Hareketsizlik
Yapılan araştırmalarda, düzenli egzersiz yapmanın ve yüksek bir efor kapasitesine sahip olmanın azalmış kalp ve damar sorunları ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Hergün 30 dk. veya daha fazla hızlı yürüyüş yapanlarda kalp damar hastalığı riskinin %18, koşanlarda &42 kadar azaldığı ifade edilmiştir. Düzenli egzersizlerde, vücut yağ oranında azalma, uzun dönemde kan basıncında düşme, kalbin veriminde artma, şeker hastalığı ve kan yağ metabolizma bozukluklarında azalma sağlamaktadır. Bu etkiler kalp krizi geçirmiş kişilerde de benzer olmaktadır. Egzersizden sağlanan yararlar kilo kaybından bağımsızdır.

8-Stresli yaşam
Yüksek stres vücut direncinin düşmesine sebep olur. Vücut strese adrenalin hormonu salınımını arttırarak yanıt verir. Bu da kalp ve solunum hızının artmasına ve tansiyonun yükselmesine sebep olur. Yağ asitleri ve kolesterol kana daha çok salınır ve kan kalınlaşmaya başlar. Stresle mücadele de düzenli egzersiz yapmanın etkili olduğu pek çok araştırma da gösterilmiştir.