31 Ekim 2007 Çarşamba

KOLESTEROL Değerleri

Kanda kolesterol ve LDL-kolesterolün yüksek olması, HDL-kolesterolün düşük olması bir risktir. Bu tür kişilerde, kalp krizi, felç, damar tıkanması, böbrek yetmezliği gibi hastalıkların ortaya çıkma olasılığı daha fazladır.

20 YAŞIN ÜZERİNDEKİLER İÇİN KAN KOLESTEROL DÜZEYLERİ
< 200 mg/dl (NORMAL)
200-239 mg/dl (SINIRDA YÜKSEK)
> 240 mg/dl (YÜKSEK)
KAN LDL-KOLESTEROL DÜZEYLERİ
< 130 mg/dl (NORMAL)
130-159 mg/dl (SINIRDA YÜKSEK)
> 160 mg/dl (YÜKSEK)

KAN HDL-KOLESTEROL DÜZEYİ
KADINDA ORTALAMA 55 mg/dl (NORMAL)
ERKEKTE ORTALAMA 45 mg/dl (NORMAL)
< 35 mg/dl (DÜŞÜK)

RİSKLİ DURUMLAR
Kolesterol > 200 mg/dl veya
LDL-kolesterol > 130 mg/dl veya
HDL-kolesterol < 35 mg/dl.

KAN TRİGLİSERİD DÜZEYİ
< 200 mg/dl (NORMAL)
200-400 mg/dl (SINIRDA YÜKSEK)
400-1000 mg/dl (YÜKSEK)
> 1000 mg/dl (ÇOK YÜKSEK)

Yukarıdaki değerlere uygun olmayan sonuçların saptanması, yağ metabolizması bozukluğunu düşündürür. Bu durumda kan alınarak kolesterol, LDL-kolesterol, HDL-kolesterol ve trigliserid düzeyleri ölçülmelidir.

Kan kolesterol seviyeleri parmak ya da kolunuzdan alınan kan örneğinden ölçülür.

Kan testinde toplam kolesterol ve HDL-kolesterol seviyeniz ölçülür.

Kan testi öncesi aç olmanız ya da özel bir şey yapmanız gerekmemektedir.

Testlerin sonucuna göre LDL-kolesterol seviyesinin direkt ölçümü gerekebilir, bu test için aç olmanız gerekir.

LDL-kolesterol seviyesi kalp hastalığı riskinizle ilgili daha fazla bilgi verir ve tedaviyi belirlemede yardımcı olur.

ilkyardım bilgileri

A. TANIMI

Aniden hastalanan veya kazaya uğrayan kişinin hayatını kurtarmak ve doktora ulaştırılıncaya kadar, o andaki durumunun daha kötüye gitmesini önlemek için mevcut malzemelerle yapılan yardıma ilk yardım denir. İlk yardımı yapan kimse ne kadar bilgili olursa olsun doktorun yerini tutamaz. Bu husus unutulmamalıdır.
B. ÖNEMİ

Yaşamı boyunca insan, ilkyardımı gerektiren durumlarla her zaman karşılaşabilir. Zamanında yapılacak basit ve etkili bir ilk yardımla hasta veya yaralının hayatı kurtarılabilir.
C. TEMEL İLKELER

TEŞHİS: Teşhis için önce hastanın veya yaralının hikayesi öğrenilir. Sonra belirtiler ve bulgular saptanır.

TEDAVİ:Hasta için en uygun ilkyardım, zamanında ve zarar vermeden uygulanır.

TAŞIMA:Teşhis ve tedavi yapıldıktan sonra en yakın sağlık kurumuna uygun koşullar içinde taşınır.
D. İLK YARDIMIN TEMEL KURALLARI:


Hasta veya kazazedenin emniyetini sağlayın
Yatırıp, dinlendirin.
Kaza yerini işaretleyin.
Paniği önleyin, kalabalığı dağıtın.
Temiz hava sağlayın, hastayı sıcak tutun, sıkı giysilerini gevşetin.
Hasta veya kazazedeyi iyice muayene edin.
Müdahaleyi süratle, sakin ve gerektiği kadar yapın.
Düzenli solunum sağlayın.
Kanamayı durdurun.
Şoku önleyin.
Bilinci yerinde olmayanlara yiyecek ve içecek vermeyin
Gerekiyorsa tıbbi tedavi için doktor sağlayın.
Bilmediğiniz durum varsa, ısrar etmeyin.
E. KANAMALARDA İLK YARDIM

Çeşitli nedenlerle kanın damar dışına çıkmasına kanama denir. Yetişkin bir kimsede 5-6 kg. kan vardır. 1-1,5 kg. kan kaybeden bir insanın hayatı tehlikeye girer. O HALDE KANAMALARI HEMEN DURDURMAK GEREKİR. Kanamaları kanın aktığı yere göre iç ve dış kanama olmak üzere ikiye ayırabiliriz.
1. İç kanamalar

İç organlardaki dokuları besleyen kan damarlarının yırtılması veya zedelenmesi sonucu kanın damarlardan vücut boşluklarına akmasında denir. İç kanamaları kişiyi ölüme götürebilir.
Bulguları;

-Baygınlık hali, baş dönmesi,
-Yüzde, dudaklarda ve parmak uçlarında solukluk,
-Huzursuzluk, -Derinin nemli ve soğukluğu, -Susama hissi,
-Hızlı ve zayıf nabız, nabzın güçlükle hissedilmesi,
-Hızlı solunum,
-Hava açlığı hissetmesi (Sanki hava alamıyormuş gibi bir hisse kapılması),
-Bilincin azalması ve en sonunda bilincin kaybolması.
Yapılacak ilk yardım

-Yaralı sırt üstü yatırılır.
-Baş yana çevrilir.
-Şoka karşı tedbir alınır.
-Ağızdan yiyecek-içecek verilmez.
-Sarsmadan ambulans veya sedye ile hastahaneye götürülür.
2. Dış Kanamalar

Kanın damardan vücut dışına çıkmasına dış kanama denir. Dış kanama genellikle yaralanmalar sonucu olur ve atardamar, toplardamar, kılcal damar kanamaları şeklinde görülür.
Dış Kanamaları Durdurucu Yöntemler

a. Parmakla Basınç Yapma

Yara ufak ve kanama az ise; Yara üzerine temiz bir bez ya da pansumanla BASTIRINIZ.
b.Basınçlı Pansuman (Tampon)

Yara içindeki yabancı cisimleri çıkarmadan yara üzerine temiz bir pansuman koyduktan sonra kravat, eşarp veya varsa sargı bezi ile sıkıca SARINIZ.
c. Kanayan Yerin Yüksekte Tutulması

Yaralı veya kanayan kısmın kalp seviyesi üzerine yükseltilmesi ile kanama oldukça azalır hatta durulabilir.
d. Damar Üzerine Basınç Yapılacak Tazyik Noktaları

Şakak bölgesi: Kulak önüne parmağınızla bastırınız.
Yüz bölgesi: Kanamanın olduğu taraf alt çene kemiğinin orta kısmına parmağınızla bastırınız.
Baş ve yüzün bir bölgesinde:
-Önce yaralının arkasına geçiniz. -Hastanın başını kanayan yana doğru eğiniz. -Dört parmakla alt çene köşesinin hemen altına (kanayan tarafta) boyuna BASTIRINIZ.
Kol bölgesinde (Omuz ve üst kol):
-Yaralının önüne durunuz. -Başını kanayan tarafa doğru eğiniz. -Baş parmağınızla o taraf köprücük kemiğinin üçte bir iç kısmının arka ve alt tarafına doğru BASTIRINIZ.
Bacak bölgesinde:
-Yaralıyı sırt üstü ve düz yatırınız.
-Kanayan tarafta yer alınız.
-Kasık kıvrımının üçte bir kısmından geçen atardamarı sıkıştıracak bir kuvvetle bastırınız.
-Kalp seviyesinin yukarısına kaldırınız.
e. Boğucu Sargılama (Turnike)
Boğucu sargılama; kol ve bacaklardaki büyük kanamalarda atardamarı, deri ile kemik arasına sıkıştırarak kanamayı durdurma yöntemidir. Tek kemikler üzerine uygulanır. (Kolda pazı, bacakta uyluk kemiğine uygulanır). Uygulamada dar sargı, kravat, kemer, eşarp, mendil, ince lastik vb. malzeme kullanılabilir. Kesinlikle tel, kablo, zincir v.b. kullanılmamalıdır.Turnike uygulaması sonucu meydana gelen doku harabiyeti ve bunun ortaya çıkardığı istenmeyen etkiler nedeniyle günümüzde turnike uygulanmamaktadır.
Ancak, aşağıda belirtilen özel durumlarda başka bir şey yapılamıyorsa turnike uygulanır.
-Çok sayıda ciddi yaralının bulundugu bir ortamda tek ilk yardımcı varsa, kanamayı durdurmak ve daha sonra diğer yaralılar ile ilgilenmek gerekiyorsa
-Yaralının güç koşullarda bir yere taşınması gerekiyorsa (örnegin, engebeli bir arazi geçilecekse), taşıma sırasında kanamayı durdurmak amacıyla
-Uzuv kopması varsa ve kanama yerine en yakın atar damara baskı uygulaması yetersiz kalmışsa hasta/yaralıya turnike uygulanabilir.
f. Boğucu Sargılama Uygulanması

-Boğucu sargılama uygulanacak yer tespit edilir.
-Boğucu sargılama malzemesi sıkıca 2-3 kez sarılır ve bağlanır. -Sıkıştırma çubuğu (turnike ağacı) yerleştirilir tekrar bağlanır.
-Kan duruncaya kadar sıkıştırma çubuğu döndürülür, kan durunca çubuk sabitleştirilir.
-Boğucu sargı bağlandıktan sonra uygulama zamanı bir kağıda kaydedilir ve görülecek şekilde vücuda asılır.
-Her 20 dakikada bir 5-10 saniye boğucu sargı gevşetilir.
-Turnike bir saatten fazla uygulanmamalı şayet uzun kalacaksa gevşetme aralıkları sıklaştırılmalıdır.
-Kol ve bacak kopmaları varsa, temiz bir poşet içine konulan kopan uzuv buz ve su bulunan ikinci bir poşetin içine konularak kazazede ile birlikte tam teşekküllü bir hastahaneye götürülmelidir.
F. YARALANMALAR

Çeşitli nedenlerle vücut dokularının bütünlüğünün bozulması ya da bir kısmının kaybına yara denir.
1. Yaralanmalarda İlk Yardım

a. Yapılması Gerekenler

-Yaralıyı emniyetli bir yere alarak oturtunuz veya yatırınız.
-Ellerinizi sabunlu su ile yıkayınız.
-Varsa önce kanamayı durdurunuz.
-Yara üzerinde giysi varsa dikiş yerinden sökünüz veya kesiniz.
-Yara çevresinde kılları temizleyiniz.
-Yara üzerine pansuman koyduktan sonra yara etrafını sabunlu su ile temizleyiniz ve yaraya değmeyecek şekilde tentürdiyot sürünüz.
-Yara kirli ise yarayı merkezden, dış çevreye doğru ılık sabunlu su ile yıkayınız.
-Yara üzerine pansuman koyup, sargı bezi ile sarınız.
-Yaralı kısmın altına kalın karton vb. koyup sararak tespit ediniz, dinlendiriniz.
-Ağrıyı, şişliği ve morluğu önlemek için o bölgeye havluya sarılı buz koyunuz.
-Yara içinde batık cisimler varsa, simitçik yapıp koyunuz ve sargı bezi ile sarınız.
b. Yapılmaması Gerekenler

-Yara üzerine tentürdiyot ve benzeri antiseptik sürmeyiniz.
-Yara üzerine, yara tozu, pudra, merhem, kül, tütün vb. şeyler koymayınız.
-Batmış olan cisimleri çıkarmayınız.
-Yara üzerine pamuk koymayınız.
-Yaraya ve pansuman malzemesine el sürmeyiniz.
G. YANIKLAR, HAŞLANMALAR VE İLK YARDIM

Ateş, sıcak bir cisim, elektrik, radyasyon, asit veya bazla oluşan yaralara yanık; sıcak su, buhar vs. yol açtığı doku bozukluklarına ise haşlanma denir. Vücut dokularının yanma derecelerine göre yanıklar 3 gruba ayrılır.

1.Birinci derece yanık: Bunun en güzel örneği güneş yanıklarıdır. Deri yüzeyi kızarır, hafif şiş oluşur. Yanık bölge duyarlı olup bastırınca ağrır.
2.İkinci derece yanık:Yukarda belirtilenlere ek olarak deri üzerinde içi su dolu kabarcıklar olur. 5 cm2 den daha büyük böyle bir yanığı olan kişiyi hemen hastahaneye gönderiniz.
3.Üçüncü Derece yanık: Yanık derinin bütün kalınlığını içine aldığı gibi bazen daha derinlere, kemiğe kadar inebilir. Böyle yanığı olanlar hemen hastahaneye gönderilmelidir. Yanıklarla haşlanmalar; şoka, mikrop almaya, solunum zorluğuna sebep olur.
Yanık ve Haşlanmalarda İlk yardım

- Küçük bir yeriniz yanmışsa içinde küçük buz parçaları bulunan su dolu bir kovaya sokunuz ya da musluk suyu altına 10 dakika tutunuz. -Yanık veya haşlanmış kısımlara elinizi sürmeyiniz.
-Yanık veya haşlanmış yüzeye temiz bir bez veya pansuman koyunuz. -Yanık nedeniyle deride oluşan içi su dolu kabarcıkları sıkmayınız, patlatmayınız.
-Yanıklı hastayı sakin, ılık bir yerde dinlendiriniz.
-Yanmış giysileri çıkarmayınız. -Yanık üzerine yoğurt, salça, diş macunu sürmeyiniz.
-Yanık bölgesinde bilezik, künye, yüzük varsa keserek çıkarınız.
-Asit yanıklarında, giysilerini çıkarınız, bol su ile yıkayınız. -Baz yanıklarında, asit yanıklarındaki gibi davranınız.
-Elektrik sonucu oluşan yanıklar ile büyük yanıklarda hastayı zaman kaybetmeden hastahaneye götürünüz.
H. SOLUNUM SİSTEMİYLE İLGİLİ İLK YARDIM

Yaşam için gerekli temiz havanın alınıp kirli hava olarak geri atılmasına SOLUNUM, çeşitli nedenlerle solunum durması haline de BOĞULMA denir.
1. Boğulma nedenleri

-Solunum yolu; bilinçsiz olarak dilin arkaya gitmesi, başın öne doğru bükülmesi, yabancı cisim, takma diş, ağızda biriken kanın solunum yolunu kapatması veya solunum yollarının yaralanması, ses tellerinin şişmesi gibi nedenlerle tıkanabilir.
-Çeşitli zehirli gazlar, kafa yaralanmaları gibi nedenlerle santral sinir sisteminin çalışmasının yavaşlaması, suda boğulma ve iple boğulmalar v.b. nedenlerle solunum yavaşlayabilir veya durabilir.
-Kalp durması, şok durumu, elektrik çarpması, karbonmonoksit zehirlenmesi nedeniyle de solunum durabilir.
-Göğüs duvarının delici cisimlerle yaralanmaları sonucu da boğulma olabilir.
2. Boğulma belirtileri Duygu ve Bulguları Bunlar boğulmanın derece ve şiddetine göre ikiye ayrılırlar.

a. İlk Safhada Görülenler

-Baş dönmesi ve halsizlik,
-Nefes darlığı, -Nabız sayısının artması,
-Kısmi bilinç kaybı, -Boyun damarlarında şişme,
-Yanak ve dudaklarda morarma ile birlikte yüzde kızarma, kan toplanması.
b. Sonraki Safhada Görülenler

-Dudaklar, burun, kulaklar ve ayak parmakları mavimtırak gridir.
-Solunum kesik kesiktir veya hiç yoktur.
-Nabız yavaş ve düzensizdir.
-Tam bilinç kaybı vardır.
c. Ne Yapmalıyız?

-Boğulmaya neden olan etken ortadan kaldırılır. (yabancı cisim, ağızda takma diş, sakız v.b)-Boyun, çene yere dik olacak şekilde, arkaya bükülür. Çene açılır, dil öne çekilir.
-Ağızdan ağıza yapay solunum yapılır. Solunum yollarının açılması ilk üç dakika içinde yapılmalıdır, beyin daha fazla oksijensizliğe dayanamaz.
3. Suda Boğulmada İlk yardım

-Suda boğulma tehlikesi geçiren kişiyi karaya çıkarıp, sırt üstü yatırın.
-Yakasını, kemerini gevşetiniz.
-Takma dişini çıkarınız.
-Ağzının içindeki yabancı cisimleri temizleyiniz. Ağızdan ağıza yapay solunum yapınız. Soluk verdiği zaman kişinin başını yana çeviriniz. Bu hareketi 5-6 kez tekrarlayınız. Böylece; fazla su köpürerek dışarı çıktığı gibi kişiye yeterli solunum da yaptırmış olursunuz.
-Daha sonra ıslak giysileri çıkarıp battaniyeye sarın,
-Yutulan suyu çıkartmak için iki elinizle karnı altından tutarak hastayı yukarı kaldırınız. Bu suretle hava yolundaki suların boşalmasına yardım etmiş olursunuz.
4. Ağızdan ağıza Sun'i Teneffüs Metodu

-Kişiyi düz bir yere sırtüstü yatırınız.
-Çenesini yukarı gelecek şekilde başını geriye çekerek solunum yollarını açınız.
-Ağız çevresini temizleyiniz.
-Çeneye bastırarak ağzın açılmasını sağlayıp, diğer elinizle burun deliklerini tıkayınız.
-Derin nefes alıp ağızdan ağıza dakikada 12-15 defa üfleyiniz.
-Göğüs kafesinin yükselip, yükselmediğini kontrol ediniz.
-Solunum normale dönünceye kadar veya hastahaneye ulaştırıncaya kadar işleme devam ediniz.
I. ELEKTRİK ÇAPRMASINDA İLK YARDIM

Elektrik çarpması sonucunda kas krampları, kırıklar, sinir felci, solunum merkezinin felci, solunum ve kalbin durması olabilir.
-Kesinlikle kendinizi tehlikeye atmayınız.
-Elektrik fişi size yakınsa çekiniz.
-Sigortayı çıkarınız.
-Kuru tahta, sopa, ip, deri kemer ya da kuru gazete tomarı ile yaralının elektrik teli ile olan ilişkisini kesiniz.
-Varsa yanık tedavisi uygulayınız.
-Bilinçsiz ve soluk alamıyorsa ağızdan ağıza yapay solunum yapınız.
-Bilinçsiz fakat soluk alıyorsa, şok durumunu önleyiniz, ayaklarını yukarı kaldırınız. Nabız alınamıyorsa kalp masajı yapınız.
-Bilinçli ve soluk alıyorsa, sakin olarak dinlendiriniz. Kendisine gelince ambulansla hastahaneye gönderiniz.
J. ŞOK

Kelime anlamı SARSILMA demektir. Dolaşım sistemindeki kanın çeşitli nedenlerle azalması, hücrelere yeterli oksijenin gelmemesi sonucu ortaya çıkar.
1.Belirtileri

-Kaza yerinde sessiz, sakin, hiç hareket etmeyen bir yaralının bilinci yerinde olmayabilir.
-Deri soğuktur ve soluktur,
-Soğuk ve yapışkan bir terleme görülür,
-Gözler göz çukuruna batmış şekilde sanki burnu sivrilmiş gibidir.
-Nabız zayıftır ve hızlıdır. -Solunum hızlanmıştır.
2. Yapılması Gerekenler


-Uygun bir yere sırtüstü yatırınız.
-Etrafındaki kalabalığı dağıtınız.
-Az hareket ettirmeye çalışınız.
-Beynin kan dolaşmasını ve çalışmasını kolaylaştırmak için başta kanama yoksa başı 150-300 aşağı getirip, ayak ucunu 30-40 cm kaldırınız.
-Yakasını, kemerini, gömleğini gevşetiniz.
-Solunum yolu tıkanıklığı varsa gideriniz.
-Gerekirse yapay solunum ve kalp masajı yapınız.
-Kanaması varsa kanamayı durduracak önlemi alınız.
-Kırık varsa atel ile tespit yapınız.
-Soluk almakta güçlük çekiyorsa baş ve göğüs kısmını hafifçe yükseltiniz.
-Battaniye ile örtünüz.-Yaralı bilinçsiz ise katı yiyecek-içecek vermeyiniz.
-İhtiyaç durumunda dudakları ve dili birkaç damla su ile ıslatınız.
K. BİLİNÇ KAYBI (HİSSİZLİK) VE İLK YARDIM

Bilinç kaybı, beynin çalışmasındaki geçici bir duraklamadır.
Bilinç Kaybında İlk Yardım

-Yaralı veya hastaya temiz hava sağlayınız ve solunum yollarının tıkanmasını önleyiniz.
-Solunum bozulmuş veya durmuşsa suni solunum yaptırınız.-Hastayı yana yatırınız.(sağa ya da sola)
-Giysilerinin boyun, göğüs ve bel kısımlarını gevşetiniz.
-Battaniyeye sarınız, sıcak uygulama yapmayınız.
-Yiyecek ve sulu şeyler vermeyiniz.
-Hastayı yalnız bırakmayınız.
-Mümkün olan süratle tıbbi müdahaleye naklediniz.
L. KIRIKLAR-ÇIKIKLAR-BURKULMALAR

1. Kırıklar

Herhangi bir kuvvet zoru ile kemik bütünlüğünün bozulmasına KIRIK denir. Çeşitleri:
a.Açık Kırık
b.Kapalı Kırık
a. Kırıklarda Genel Duygu ve Bulgular -Kırık yerinde ve yakınında ağrı, -Dokunmaya karşı hassasiyet, -Şekil bozukluğu, -Şişlik, morluk, -Hareketsizlik ve kuvvetsizlik, -Kırık kemiklerin birbirine sürtünme sesi.
b. Kırıklarda Genel Tedavi Kuralları
-Eğer deride yara varsa üzerine steril bir pansuman ya da mendil koyup sarınız.
-Yara içinde görülen kemik parçalarını çıkarmaya çalışmayınız. Kanama yapabilir. Damar ve sinirleri yaralayabilirsiniz. O kısmın üzerine steril pansuman koyunuz. Sonra bir bezi simit şeklinde katlayıp delik olan kısmı ortaya gelecek şekilde yerleştiriniz. En üst kısmına kalın pamuk ya da sünger tabakası koyunuz.Sarınız.
-Kırık olup olmadığını önce elbisesi üzerinden hafifçe elle muayene ederek saptamaya çalışınız. -Önce sağlam tarafın, elbise kolunu çıkarınız. Gerekirse elbise yerini dikiş yerinden sökünüz ya da kesiniz.
-Elle hoyratça muayene etmeyiniz. Kırık yerini oynatmayınız. Ağrı şoka yol açabilir. Kırık kemik uçları damar ve sinirleri yaralayabilir.
-Kırık uçlarını hareketsiz hale getirmek için kırık yerini tespit ediniz. Kol ya da bacağın her iki yanına kalın karton ya da tahta koyup sargı bezi, eşarp, kravat ya da gömlek parçaları ile sarınız.
-Tespit için kullanılan karton, tahta gibi gereçler kırık yerini bir üst birde alt tarafındaki eklemlerin ötesine kadar gelecek uzunlukta olmalıdır. Bu araçlara atel adı verilir. Atellerin deriye gelen kısımları pamuk ve bezlerle beslenmelidir.
-Şok durumuna göre önlem alınız.
-Kanama varsa bilinen önlemlerle kanamasını durdurunuz.
-Kırık yerin üzerine havluya sarılı buz torbası koyunuz.
-Yaralıyı battaniye ile örtünüz. Dinlendiriniz.
-Yaralı kısmı kalp seviyesinin yukarısına kaldırınız.
-Kırılan organı hangi durumda bulduysanız o durumda tespit ediniz. Kırığı yerine koymaya çalışmayınız. Gereksiz dokunmalardan kaçınınız.
-Yaralıyı ambulansla ortopedi ve travmatoloji kliniğine götürünüz.
c. Omurga Kırıklarında İlk Yardım
Çoğu kez yüksek bir yerden düşme ya da trafik kazaları sonucu omurgada kırık ve bazen içinden geçen omurilikte değişik derecelerde yaralanmalar olabilir.
-Yaralıyı muayene etmeden, belinde ya da boynunda ağrısı, başka bir şikayeti olup olmadığını sormadan döndürmeyiniz. Ayağa kaldırmayınız.
-Kesin tanı bilinmedikçe belinde ağrısı olan böyle bir yaralıda kırığın da olabileceğini unutmayınız. Kırık olmadığı kesin olarak saptanıncaya kadar kırık var gibi hareket ediniz.
-Eğer omurgasında bir kırıktan şüpheleniyorsanız, yaralıyı yerinden kaldırmadan altına genişçe bir tahta ya da kapı yerleştiriniz.
-Baş ve boyunun her iki yanına ayakkabılarını ve katlayarak elbiselerini koyarak boynunun oynamasını engelleyiniz. Eğer elinizde kum torbası varsa onu da koyabilirsiniz. Naylon torba içine kum veya toprak doldurarak kum torbası yapabilirsiniz.
-Yaralıyı omuzlar, havsala, uyluk, dizaltı ve ayak bileğinin üzerinden geçecek şekilde geniş bezlerle tahtaya bağlayınız. Böyle taşıyınız. Röntgen çekilip kesinlikle kırık olmadığı saptanmadıkça ayağa kaldırmayınız.
-Aksi durumda kendiliğinden iyi olabilecek bir omurga kırığı, yaralı kişinin kaba muayenesi, ayağa kaldırılması ya da uygun olmayan taşıma koşulları nedeniyle omurilik zedelenmesi olabilir. Bunun sonucu bacaklarda felç, halsizlik, idrarı ve büyük abdestini tutamaması gibi çok önemli sonuçlar doğurabilir.
-Yara varsa steril pansuman koyunuz.
-Şok durumuna göre önlem alınız.
-Ağrısını dindiriniz.
d. Parmak Kırıklarında İlk Yardım
-Kırık olan parmak altına parmak genişliğinde bir tahta ya da eğer elinde varsa hazır dar bir alüminyum şerit (atel) koyarak sarınız. Gerekirse kırık parmağı; yandaki sağlam parmağa flasterle ya da sargı bezi ile sararak tespit ediniz.
-Kırık tarafı kalp seviyesinin üzerinde tutunuz.
-Kırık yer üzerine buz koyunuz.
-Parmaktaki yüzük kesilerek çıkarılmalıdır. (yüzük nedeniyle şişlik olur. Yüzük parmağı sıkarak kangrene çevirebilir.)
-Hastahaneye gönderiniz.
e. Ön Kol Kırıklarında İlk Yardım
-Kazanın olduğu yerde yaralının ceketini çıkarmadan, kırık olan tarafın elini karşı omuza gelecek şekilde kolu göğüs üzerine koyunuz ve göğüse sarınız.
-Ön kolu da üçgen sargı bezi ya da tülbentle boyuna asınız.
-Eğer elinizde tespit için hazır gereçler (atel) ya da tahta, kalın karton varsa kol ya da ön kolun her iki yüzüne bunları uygulayınız. Gömleğinizden yırttığınız bezlerle, kravat, eşarp ya da sargı bezi ile kırık yerinin yukarısından ve aşağısından bağlayınız.
-Kolu göğüs üzerine koyup başka bir eşarp ya da üçgen sargı ile sarınız. -Ön kolu da üçgen sargı, tülbent ya da eşarp ile boyuna asınız.
-Kırık yer üzerine buz koyunuz. Bilezik varsa çıkarınız.
f. Kürek ve Köprücük Kemiği Kırıklarında İlk Yardım
-Kırık tarafın koltuk altına ufak bir pamuk topağı ya da katı bir bez koyup kolu eşarp ya da tülbentle boyuna asınız.
-Kırık yer üzerine buz koyunuz.
-Yaralıyı oturur durumda ve ambulansla hastahaneye gönderiniz.
-Eğer üçgen sargı ya da eşarp yoksa yaralı elinizi ceketinizin iki düğmesi arasından içeri sokup aynı taraf ceket eteğini yukarı kaldırıp iğneleyiniz.
-Bir omuz üzerinden gelen sargıyı (katlanmış bir tülbent) karşı taraf koltuk altından geçirip arkada bağlayınız. Diğer sargı ile yanı işlemi karşı tarafa yapıp arkadan birbiri ile ve ilk sargının uçları ile düğüm ediniz. Bunları yaparken omuzları arkaya doğru çekiniz.
g. Bacak Kırıklarında İlk Yardım
-Bacakta kırık varsa kaza yerinde yaralının pantolonunu çıkarmaya çalışmayınız.
-Eğer yara varsa pantolonun dikiş yerinden sökünüz ya da kesiniz. Yara üzerine temiz mendil ya da pansuman koyup üzerinden sarınız. Böylece açık bir kırıkta yaradan mikropların girmesini önlemiş ve kanamanın durmasını sağlamış olursunuz.
-Eğer elinizde uzun tahta ya da kalın karton varsa uzun olanını dışta ayak bileğinden bele kadar, kısa olanını da iç tarafta ayak bileğinden kasığa gelecek şekilde bacağın her iki yanına yerleştiriniz.
-Ayak bileğinin üzerinden diz altından ve üstünden gömlek parçası, eşarp, kravat ya da sargı bezi ile bağlayınız.
-Eğer elinizde tespit için araç-gereç varsa içine katlanmış bez ya da pamuk koyup bacağı yavaşça yerleştiriniz, sonra bunun üzerinden sarınız.
-Eğer elinizde tespit için hiçbir araç-gereç yoksa kırık olan bacağı sağlam bacağa sararak tespit ediniz. -Kırık yara üzerine havluya sarılı buz koyunuz.
-Sırtüstü yatar durumda ve sedye ile hastahaneye gönderiniz.
h. Ayak ve Ayak Bileği Kırıklarında İlk Yardım
-Kişinin ayağındaki yaraların üzerine temiz bir mendil ya da pansuman koyup sarınız.
-Yumuşak kare şeklindeki bir yastığın ortasına ayağı yerleştiriniz.
-Yastığın kenarlarını önde birbirine yaklaştırınız, çengelli iğne ile tutturunuz. Gerekiyorsa üzerinde sargı bezi ile sarınız.
-Yastık içine koymadan önce havluya sarılı buz uygulayınız.
-Kalp seviyesinin üzerinde tutunuz.
N. ÇIKIKLARDA İLK YARDIM

Bir eklemi oluşturan kemiklerden bir veya hepsinin birbiri üzerinde yer değiştirerek normal eklem ilişkisinin değişmesine "ÇIKIK"denir. Çıkık ile eklem kapsülü denen eklemi çevreleyen zar bağları da yırtılabilir. Bu ise sık sık çıkıklara, burkulmalara yol açar. Çıkık olan eklemde ağrı, şişlik, hareket sınırlılığı vardır. Çıkık eklemi bükme ile eklemin tekrar eski çıkık durumuna geldiği görülür.
-Çıkık olan eklemi yerine koymaya çalışmayınız.
-Kırıkta olduğu gibi çıkık eklemi bir şekilde tespit ediniz.
-Çıkıktan şüphelendiğiniz zaman eklemde ve onun yanındaki kemiklerde kırığın, eklem bağında yırtığın da olabileceğini unutmayınız.
-Çıkık eklem üzerinde yarım saat havluya sarılı buz torbası koyunuz.
-Kalp seviyesinin üzerinde tutunuz.
-En yakın sağlık merkezine götürünüz.
O. BURKULMALARDA İLK YARDIM

Bir eklemin etrafındaki bağların, eklem kapsülü ve diğer yumuşak doku yapılarını; eklemin normal hareket genişliğinin ötesinde zorlanmasına "BURKULMA" denir. Eklemde şişlik, ağrı, morluk olur. Bu yapılar normalden fazla gerilebilir. Hatta yırtılabilir. Hareketler ağrılıdır.
-Burkulmuş eklemi hareket ettirmeyiniz.
-O eklem üzerine yarım saat havluya sarılı buz torbası koyunuz.
-Burkulmuş ayağınızın üzerine basmayınız. Koltuk değneği kullanınız.
-Burkulmuş ayağınızın altına 4-5 yastık koyarak kalp seviyesinin üzerine kaldırınız. Burkulmuş yerinizi sarkıtmayınız. Şişlik, kanama ve ağrı olabilir.
-Burkulma kolunuzda ise kolunuz kalp seviyesi üzerinde olacak şekilde tülbentle kolunuzu boynunuza asınız.
-Kesinlikle sıcak havlu ya da termofor uygulamayınız. Şişliğin artmasına yol açarsınız. -Ovuşturmayınız. O ekleminizi dinlendiriniz.
-Elastik sargı ile sıkmayacak şekilde sarınız.
-Parmaklarınızı oynatarak kaslarınızı çalıştırınız. Böylece kasların pompalayıcı etkisi ile şişliğin azalmasına çalışınız.
-Her burkulmanın altından bir kırık ya da eklem bağı yırtığı çıkabileceğini unutmayınız.
-En yakın sağlık merkezine götürünüz.
P. EZİLMELERDE İLK YARDIM

Vücudun bir yerine örneğin kol ya da bacağa ağır bir cisim düştüğü ya da çarptığı zaman deri ve altındaki dokular kaslar ezilir. Yırtılabilir, kanama şişlik olur.
-Elastik sargı sarıp o yerinizi yüksekte tutunuz.
-O bölgeye havluya sarılı buz uygulayınız.
-O bölgenizi dinlendiriniz.
R. ZEHİRLENMELER VE İLK YARDIM

Zehirli maddelerin vücuda girmesi sonucu ortaya çıkan duruma ZEHİRLENME denir.
1. Zehirlenme Şekilleri

a. Ağız Yolu İle;

*Gıda zehirlenmeleri, ilaçlarla olan zehirlenmeler, kimyasal madde ile zehirlenmeler, alkol zehirlenmesi.
b. Solunum Yolu İle;

*Karbonmonoksit zehirlenmeleri, diğer zehirli gazlarla olan zehirlenmeler.
c. Deri Yolu İle;

*Zehirli gazlar, böcek öldürücü ilaçlarla olan zehirlenmeler, diğer kimyasal maddelerle olan zehirlenmeler.
2. Belirtiler

-Ağızda yanma, özel tat, yutkunma zorluğu, bulantı, kusma, karın ağrısı, karın krampı, ishal, halsizlik, baş ağrısı, baş dönmesi ve terleme,
-Bilinçte değişik derecelerde bozukluk,
-Solunum ve dolaşımda değişik derecelerde bozukluk, hatta durma,
-Önemli durumlarda idrar miktarı azlığı hatta hiç idrara çıkamama,
-Görmede bozukluk, nabızda zayıflama, gözbebeklerinde küçülme, kan basıncında düşme ve havaleler olabilir.
a. Bilinci Yerinde ise;

-Mümkün olduğu kadar çabuk tıbbi yardım isteyiniz:
bir ambulans (Tel: 112) çağırınız. Zehirlenmenin nedenini biliyorsanız, haber verirken belirtiniz. Ayrıca Zehirlenmelerde Başvurulacak Danışma Merkezini arayabilirsiniz.
-Tıbbi yardım ulaşana kadar hasta yalnız bırakılmamalıdır.-Kusturarak mide içindekileri boşaltınız.
b. Bilinci Kaybolmuş ise;
-Yan yatırınız.
-Baş ve boyunu arkaya çeviriniz, soluk yolunu açınız.
-Alt çeneyi ve dili öne çekiniz.
-Gerekirse ağızdan ağıza yapay solunum yapınız.
-Kalp durmuşsa kalp masajı uygulayınız.
-Hastahaneye gönderiniz.
3. Zehirli mantar, Tütün ve Zehirli Diğer Bitkiler ile Olan zehirlenmelerde İlk yardım

-Ağızdan bol su içirerek sulandırınız.
-Parmağınızı zehirlenenin ağzına sokarak kusturmaya çalışınız. Tırnağınız uzunsa hastanın boğazını yaralayabilirsiniz. Tırnağınızı kesiniz.
-Kusarak çıkarılanı saklayınız. Birlikte hastahaneye götürünüz. Böylece zehrin cinsi saptanabilir.
-Zehirli gıdayı aldıktan sonra 3-4 saat geçmişse müshil vererek dışarı atılmasını sağlayınız.
-İki üç yemek kaşığı tıbbi kömürü bir bardak su içinde karıştırarak içiniz. Tıbbi kömür zehirleri bünyesinde tutar.
-Şoku önleyiniz. Hastahaneye gönderiniz.
DİKKAT: Genel kural olarak zehirlenen kişiyi kusturmayın; bu kuralın tek istisnası eğer kişi bilinçli ise ve kısa bir süre önce olması "ilaç içimi" söz konusu ise kusturulabilinir.

30 Ekim 2007 Salı

Sütsüz Çikolata Sağlığa Yararlı

İtalyan doktorlar, sütsüz çikolata yemenin, şeker hastalığı ve kan basıncının kontrolüne yardımcı olabileceğini bildirdi. Uzmanlar yine de genelde az çikolata yenmesi çağrısı yaptılar.
L’Aquila Üniversitesi’nde yapılan araştırmada, 15 gün boyunca her gün 100 gram çikolata yemenin, kan basıncını azalttığı ortaya çıktı. 15 kişi üzerinde yapılan araştırmada ayrıca çikolata yemekle, vücudun şeker metabolize etme yeteneğinin arttığı belirlendi. Şeker metabolizasyonunun düşük olması, şeker hastası kişilerin sorunlarından biri. Araştırmanın ilginç bir yanı ise beyaz çikolata yendiğinde aynı sonuçlara ulaşılmaması. L’Aquila Üniversitesi’nden Dr. Claudio Ferri, sütsüz çikolatanın faydalarına karşın, insanlara dikkatli olmaları çağrısında bulunuyor. Ferri, sütsüz çikolatanın, antioksidenin yanı sıra çok miktarda yağ ve kaloriyi de bünyesinde bulundurduğunu söylüyor. Ferri’ye göre, diyetlerine biraz çikolata da eklemek isteyen kişilerin, mutlaka diğer yiyeceklerden keserek kalori fazlalarnı vermeleri gerekiyor. İtalya’daki araştırma tıp ve beslenme uzmanlarından genelde olumlu tepki aldı.
Kaliforniya Üniversitesi’nden beslenme uzmanı Cesar Fraga, araştırmada kan basıncına yönelik bulguların inanılır göründüğünü söyledi. Ancak Fraga, çay ve şarap gibi içeceklerin de aynı etkiyi yaptığını belirtti. Diabetes UK adlı kuruluşun danışmanlarından Amanda Vezey, araştırmanın küçük bir çalışma olmasına karşın, ilginç sonuçlar verdiğini vurguladı. Vezey bu duruma karşın şeker hastalarına, dengeli bir diyet önerdiklerini, çok sayıda meyve sebzenin, düzenli sporla birlikte şeker hastalarına yardımcı olacağını söyledi. Blood Pressure Association adlı kuruluştan Prof. Graham MacGregor, konuyla ilgili olarak daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu belirtti.

Az Uyu,Kilo Alma

Sidney’de düzenlenen ve konusu uyku olan bir sağlık konferansında konuşan diyet uzmanları, uyku süresi ile obez olma riski arasında güçlü bir bağlantı olduğunu belirttiler.
Konferansta konuşan bilim adamları, gecede 4 saatten az uyuyanların 7 ile 9 saat uyuyanlara göre daha yüksek bir risk altında olduğunu kaydettiler.
Konferansta 5 saat uyuyanların obez olma riskinin yüzde 50 iken, altı saat uyuyanların riskinin yüzde 23 oranında olduğu bildirildi.
Columbia Üniversitesi St Luke’s-Roosevelt Hastanesi’nden Dr. Steven Heymsfield, “Belki insanların daha fazla uyumasını sağlayarak kilo vermelerini kolaylaştırabiliriz” derken, Kolombiya Salgın Hastalıklar Uzmanı James Gangwisch ile Heymsfield’ın birlikte yürüttükleri bu araştırma, bu hafta Kuzey Amerikan Birliği Obezite Çalışmaları toplantısında sunulacak.
İkili, 1980′lerde ABD Hükümeti’nin yaptığı Ulusal Sağlık ve Beslenme İncelemesi’nden aldıkları verileri kullandı.
Dr. Gangwisch, “İnsanlar dinlendiklerinde daha az kalori yakarlar bu yüzden uyumanın kilo alımını ve obeziteyi engelleyeceği söylemek mantıksız görülebilir. Ancak uyumadıklarında daha çok yemek yerler. Vücudun yiyecek isteme devrelerini etkileyen kronik uyku ihtiyacı obezite risklerini farklılaştıran etken olabilir” dedi.
Uzmanlara göre uyku ihtiyacı iştahı bastıran ve vücut yeterli besini aldığında beyni etkilediği düşünülen kan proteini leptinin oranını düşürüyor.
Sydney’de uyku eksikliği konferansında konuşan Stockholm Karolinska Enstitüsü’nden Prof. Torbjorn Akerstedt ise, vardiyalı çalışanlarda uyku kalitesinin düştüğünü ve kalp hastalıkları gibi rahatsızlıkların çoğaldığını belirtti.

Hamilelik ağız sağlığını nasıl etkiler?

Hamilelik ağız sağlığını nasıl etkiler?
Hamilelik sırasında anne dişlerinden kalsiyum kaybı ve her hamilelikte annenin bir dişini kaybedeceği yanlış bir inanıştır. Fakat hamilelik sırasında ağız sağlığında bazı değişikliklerin olacağı da bir gerçektir.

En önemli değişiklik östrojen ve progesteron hormon düzeylerindeki artış olup, bu durum da dişler üzerindeki plak birikiminin artması ile bağlantılıdır.


Eğer plak uzaklaştırılmazsa dişeti iltihabına (gingivitis) neden olur. Bu durum "hamilelik gingivitisi" adını alır. Dişeti kırmızı, hacim olarak artmış, hassas ve kanamalıdır. Bu tablo daha çok 2. üç aylık dönemde hamile kadınların çoğunluğunu farklı şiddette etkiler.

Eğer gingivitis zaten mevcutsa hamilelik sırasında şiddeti artabilir ve tedavi edilmezse periodontitise ilerleyebilir. Hamile kadınlarda aynı zamanda "hamilelik tümörü" geliştirme riski de vardır. Bunlar dişeti büyümelerinin irritasyonu sonucu oluşan iltihabi lezyonlardır.

Genellikle kendi haline bırakılmakla beraber, hastaya rahatsızlık veriyorsa veya çiğneme, fırçalama ve diğer ağız bakımı işlemlerini engelliyorsa dişhekimi tarafından alınmalıdır.

Bu problemler nasıl önlenebilir?

Dişeti iltihabı dişlerin etkin olarak bakımı ve temizlenmesi ile önlenebilir. Her gün en az iki kez, mümkün olan durumlarda her yemekten sonra dişler fıçalanmalıdır. Her gün tüm dişlerde diş ipliği ile temizlik işlemi de yapılmalıdır. Sabah diş fırçalamak rahatsızlık veriyorsa ağız su veya anti-plaque ve floridli gargaralarla çalkalanmalıdır.

Dengeli beslenme ile birlikte C ve B12 vitamin destekleri de ağız sağlığının sürdürülmesi açısından önemlidir. Dişhekimine daha sıklıkla gidilmesi de etkin plak kontrolünü sağlayarak gingivtis gelişimini önler. Plak kontrolünün sağlanması aynı zamanda dişeti irritasyonunu ve hamilelik tümörlerinin oluşma riskini de azaltır.

Dişhekimine ne zaman gitmelidir?

Hamilelik planlanıyorsa veya hamile olunduğundan şüpheleniliyorsa dişhekimi ziyaret edilmelidir. Ilk 3 aylık dönemde temizlik yapılması uygundur.

Dişhekimi hamileliğin kalan dönemi için bir tedavi takvimi hazırlayacaktır. İkinci 3 ayda da ağız dokularında meydana gelen değişikliklerin ve ağız bakımının etkinliğinin değerlendirilmesi ile birlikte tekrar temizlik önerilebilir. Duruma göre üçüncü 3 aylık dönemde de tekrar randevu verilebilir fakat tüm bu seanslar mümkün olduğunca kısa süreli olmalıdır.

Hamilelik sırasında yapılmaması gereken işlemler var mıdır?

Genellikle acil olmayan işlemler de hamilelik sürecinde yapılabilir. Ancak herhangi bir diş tedavisi için en uygun zaman 4. Ve 6. aylar arasıdır. Şiddetli ağrının eşlik ettiği acil durumlarda tedavi hamileliğin herhangi bir döneminde yapılabilir.

Anestezi ve ilaç verilmesini gerektiren durumlarda jinekolog ile irtibat kurulmalıdır. Ertelenebilecek işlemler doğumdan sonraya bırakılmalıdır.

Hamilelik döneminde diş röntgeni zararlı mıdır?

Bu dönemde tedavi için çok gerekli ise ağız içinden 1-2 film alınabilir.Her ne kadar dişhekimliğinde çekilen röntgenlerde verilen radyasyon miktarı çok az ve karın bölgesine çok yakın değilse de gelişmekte olan bebeğin ışın almasını önlemek için mutlaka kurşun önlük kullanılması gerekir.Yine de ilk üç ay film çekilmesinden kaçınmak gerekir.

Dişler hamilelik sırasında daha çabuk mu çürür?

Daha öncede de belirtildiği gibi "hamilelik döneminde annenin dişlerinden kalsiyum çekildiği ve bu nedenle her bebeğin anneye bir diş kaybettireceği" inancı kesinlikle doğru değildir.

Hamilelik döneminde vücuttaki dengenin bozulması dişlerin çabuk çürümesine uygun bir ortam yaratır. Bu dönemde dişlerin daha çabuk çürümelerinin nedenleri şunlardır;

Bebek beslenen dönemde tatlıya, aburcubura aşırı istek belirir ve bunlar yendikten sonra diş fırçalama ihmal edilir

İlk aylarda görülen kusmalardan sonra anne ağız bakımına yeterince özen göstermeyebilir.

Gebelik hormonlarının (östojen, progertron) etkisi ile dişetleri daha çabuk kanayan anne, dişlerini fırçalamaktan kaçınır. İşte bu nedenlerden ötürü bu dönemde diş sağlığına daha özen göstermek gerekir.

Bebeğin diş sağlığı için alınması gereken önlemler var mıdır?

Bebeğin diş gelişimi anne karnında başlar. Bu dönemde anne hem kendi sağlığı hem de bebeğinin diş gelişimi için dengeli beslenmeye dikkat etmelidir.

Diş sağlığı için protein,Avitamini (et, süt, yumurta, sarı sebze ve meyveler) C vitamini (narenciye, domates, çilek), D vitamini (et, süt, yumurta, balık) ve kalsiyum (süt ve süt ürünleri, yeşil yapraklı sebzeler) dan zengin gıdaların yeterince alınması gerekir.

Bunun yanısıra bilinçsiz ilaç kullanımından kaçınılmalıdır. Kullanılan ilaçlar bebeğin diş sağlığının yanısıra genel vücut gelişimini de olumsuz yönde etkileyebilecektir.

Bebeğin diş sağlığı konusunda bilgili olmak,çocuğunuzun ömür boyu sağlıklı dişlere sahip olmasında ilk basamaktır. Bebeğin diş bakımı ve beslenmesi ile ilgili bilgi edininiz.

"Hamileyken antibiyotik kullandım" bebeğimin dişleri etkilenir mi?

Bu dönemde bilinçsiz ilaç kullanımından kaçınılması gerektiğini belirtmiştik. Ancak kullanılan her antibiyotiğin bebeğin dişlerinde lekelenmelere neden olduğu kanısı yanlıştır. Dişlerde renklenmelere neden olan antibiyotik grubu "tetrasiklinler"dir. Bunun dışındaki antibiyotiklerin renklenme yaptığı kanıtlanamamıştır.

Gripten korunmak için

Mevsim grip, nezle mevsimi. İşte, evde, yolda mikroplar havalarda uçuşuyor. Gribe karşı koymanın yolu mİkroplardan korunmak ve bağışıklık sisteminizi kuvvetlendirmek. Onun da yolu aşağıdaki maddelerden geçiyor.

EL TEMİZLİĞİNE DİKKAT

Ellerinizi yıkamak sizi birçok bulaşıcı hastalıktan olduğu gibi gripten de koruyacaktır. Bunun yanısıra bakterilerden korunmak için kullandığınız telefon ahizelerini ve çalışma masası gibi yüzeyleri düzenli olarak dezenfekte etmelisiniz.

GRİPLİLERE YAKLAŞMAYIN

Çevrenizde grip olan kişilere çok yaklaşmayın ve telefon, bardak gibi eşyalarını kullanmayın.

BESLENMENİN ÖNEMİ

Bağışıklık sisteminizin zayıflamaması için düzenli ve dengeli beslenmeye özen gösterin. Tek yönlü beslenmeden kaçınarak bol bol sebze ve meyve tüketin. Yetersiz uyku, aşırı alkol ve sigara tüketiminin de bağışıklık sisteminizi zayıf düşüreceğini unutmayın.

MEVSİME GÖRE GİYİNİN

Sonbahar-kış aylarına uygun kalın ve yünlü kıyafetleri tercih edin. Fakat terli kalmanın da hastalıklara davet çıkaracağını göz önünde bulundurun.

EGZERSİZİ UNUTMAYIN

Vücudunuzun mikroplara karşı dirençli olması için bağışıklık sisteminizi güçlendirmeniz gerekiyor. Düzenli yapılan egzersizin ise bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etkisi olduğu biliniyor.

VÜCUT DİRENCİ İÇİN

Bal ve pekmezin soğuk havalarda vücudun ısınmasına yardımcı olarak grip ve benzeri hastalıklara karşı koruyucu. Yoğurt, araştırmanın sonuçlarına göre soğuk algınlığını önlüyor.

Amerikan Klinik Gıda Gazetesi’ne göre, sağlıklı yaşam için domates vazgeçilmez yiyecekler arasında bulunuyor. Sarımsak, grip virüslerinin vücutta çoğalmasını engelleyen allicine ve aliin maddelerini bol miktarda içeriyor. Günde 3-4 diş sarımsak yemek, gripten koruyor

Cilt sağlığı için ılık duş

Günde bir kez alınacak ılık duşun vücudun yorgunluğunu alarak cildin daha sağlıklı olmasını sağladığı, cilt kurumasına karşı ise nötr sabun ve jel kullanılması gerektiği bildirildi.

Cilt temizliği önemli
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamdi Memişoğlu, özellikle sıcak yaz günlerinde, cilt temizliğine çok daha fazla önem gösterilmesi gerektiğini söyledi.

"Aşırı duş almanın cilde zararlı olduğu" yönündeki açıklamaların gerçeği yansıtmadığını belirten Prof. Dr. Memişoğlu, "Günde bir kez alınacak ılık duş, vücudun yorgunluğunu alarak cildi temizler. Ayrıca kan dolaşımını düzenleyerek, daha güzel ve sağlıklı olmasına yol açar" dedi.

Cildin kurumaması gerekiyor
Duş sonrasında cildin kurumamasına özen gösterilmesi gerektiğini bildiren Prof. Dr. Memişoğlu, asitli sabunların deriye zarar vereceğini kaydetti.

Duş sırasında, asitlerden arındırılmış, nötr sabunlar ve jeller kullanılmasını öneren Prof. Dr. Memişoğlu, şöyle konuştu:
"Deriye rahat bir nefes aldırmanın en kolay yolu, günde bir kez alınacak duştur. Ancak bunu yaparken, ona zarar verecek etkenlerden uzak durmak gerekir. Sağlıklı bir cilt istiyorsak, nötr sabun ve jel dışında ürünler kullanılmamalı. Bunun yanı sıra duş sonrasında, cildin kurumasını önlemek için deriye mutlaka nemlendirici kremler uygulanmalı."

Lif ve keseden uzak durun
Deri üzerinde, zararlı maddelerin içeriye nüfuz etmesini engelleyen bir katman (manto) bulunduğunu belirten Prof. Dr. Memişoğlu, bu katmanın tahriş edilmesinin bazı deri hastalıklarına davetiye çıkaracağını bildirdi.

Geleneksel Türk aile yapısında yoğun olarak kullanılan lif ve kesenin deriye büyük zarar verdiğini bildiren Prof. Dr. Memişoğlu, "Banyo ve duş sırasında kullanılan kese, deriyi soyar, yağını alır ve deri kuruluğu oluşturur. Derinin sağlıklı bir şekilde görevini yürütmesi için bunlardan vazgeçilmesi gerek" dedi.

Ses kısıklığı neden oluşur sebebi nedir?

Ses kısıklığı, genellikle sesin azalması veya hiç çıkmaması olarak algılanır. Ancak her türlü normalden farklı ses oluşumuna ses kısıklığı denir ve bu durum bazı ciddi hastalıkların habercisi de olabilir.

Sesteki çatallaşmalar, titreşimler, boğuk ses ve diğer tüm ses değişikliğine ses kısıklığı denir. Gırtlaktan daha aşağı seviyelerdeki rahatsızlıklar sesin cılız ve zayıf çıkmasına neden olurken, gırtlağın kendisi ile ilgili hastalıklarda sert, tırmalayıcı ve kısık ses oluşumuna neden olur. Ağız boşluğu ve dil hastalıklarının ise sesin, “ağızda sıcak patates varmışçasına” çıkmasına sebep olduğunu söyleyen Etiler Memorial Polikliniği Kulak Burun Boğaz Bölümü’nden Op. Dr. Haldun Şan, “Ses Kısıklığının hastalıklarla ilişkisi” hakkında merak edilen sorulara cevap verdi.

SES KISIKLIĞI” NEDEN OLUŞUR?
Ses kısıklığı oluşturan pek çok sebep vardır. Bunlar arasında çok basit ve kendiliğinden iyileşebilecek sebepler olduğu gibi ciddi ve tedavisinin büyük ameliyatlar gerektirdiği hastalıklar da olabilir.

Ses kısıklığına sebep olabilecek hastalıklar arasında şunlar sayılabilir:
* -Larenjit (Gırtlak iltihabı)
* -Ses tellerinde nodül, kist veya polip gibi iyi huylu kitleler
* -Akciğer hastalıkları
* -Ses teli hareketini sağlayan sinirlerin felci
* -Alerji veya iltihaplara bağlı geniz akıntısı
* -Mideden yukarı doğru asit kaçağının olması (reflü) ve şiddetli kusmalar
* -Gırtlak ve çevresindeki dokuların tümörleri
* -Ses telleri çevresine gelen darbeler
* -Psikolojik sebepler
* -Şeker hastalığı veya sinir sistemi hastalıkları gibi vücudun diğer bölgeleriyle birlikte ses telini de tutan hastalıklar
* -Sigara, duman ve kimyasal gazlar gibi tahriş edici maddelere maruz kalmak
* -Yanlış ses kullanımları(bağırma, çığlık, şiddetli ağlama ve öfke durumları)
* -Birtakım cerrahi travmalar(gırtlağa yada üst solunum yoluna yönelik yada genel anestezi için solunum yoluna tüp(entübasyon tüpü) yerleştirilmesine bağlı olarak.


NE ZAMAN DOKTORA GİDİLMELİ?
Doğrusu ses kısıklığı olur olmaz doktora gitmektir. Ancak ülkemizde bu pek mümkün olmamaktadır. Bu nedenle genelde 1-2 haftadan daha fazla süren ses kısıklıklarında mutlaka doktora gidilmesini öneriyoruz. Ses kısıklığı ile beraber nefes alma zorluğu, ağızdan kan gelmesi, yutma zorluğu veya boyunda kitle (şişlik) gibi şikayetler de varsa bir Kulak Burun Boğaz uzmanına başvurmak için daha acele etmek gerekir.

Kulak burun boğaz uzmanına ne zaman muayene olmak gerek?
* Ses kısıklığı 2-3 haftadan uzun sürerse
* Ses kısıklığı ile birlikte aşağıdaki belirtiler varsa
* Soğuk algınlığı gibi belirli bir neden yokken ağrı bulunması
* Öksürükle kan gelmesi
* Yutma güçlüğü
* Boyunda şişlik
* Birkaç günden uzun süren tam ses kaybı veya seste şiddetli değişiklik olursa Kulak Burun Boğaz uzmanı ile görüşülmelidir.

Ses kısıklığı olduğu zaman ne hemen ciddi bir hastalık endişesine kapılmalıyız ne de çok küçümseyip muayeneyi ihmal etmeliyiz. Özellikle sigara içen, 50 yaşını aşmış ve 2 haftadan uzun süreli ses kısıklığı olan erkek hastaların mutlaka hekime başvurmaları ve dikkatli bir gırtlak muayenesinden geçmeleri şarttır. Çünkü gırtlak kanserinin ilk ve en önemli işareti ses kısıklığı olup erken evrede saptandığında yüzde 100’e yakın oranda tedavi edilebilmektedir.

Ses kısıklığının tedavisi, ses kısıklığı yapan hastalığa göre değişir. Çünkü ses kısıklığı kendisi bir hastalık değil başka hastalıkların belirtisidir.


NELERE DİKKAT EDİLMELİ?
* -Sigara ve alkol kullanılmaması (sigaranın rolü çok daha fazladır)
* -Sesin doğru tonda, kalınlaştırma ve inceltmeleri fazla yapmadan kullanılması
* -Çok uzun süre konuşmaktan kaçınılması
* -Diyaframı kullanarak, gırtlak kaslarını çok yormadan konuşulması
* -Bol su içilmesi
* -Boğaz temizleme hareketini yapmaktan kaçınılması
* -Mideden asit kaçağı olan (Reflü) hastalar için akşam saatlerinde çay, kahve, kola, alkol alınmaması, mideyi dolduracak kadar yemek yenmemesi, yemek yiyip hemen yatılmaması, yüksek yastıkta yatılması
* -Bulunduğunuz ortamın nemi ve ısısının uygun olması

28 Ekim 2007 Pazar

Ergenlik Sivilceleri

*Papatya, pırasa suyunda kaynatılır. Süzülerek elde edilen posası şahtere otu ilâvesiyle pomat kıvamına gelinceye kadar badem yağı île yoğrulur. Hazırlan pomattan sivilceli bölgeye sürülür.
*Nar kabuğu sirke ile birlikte kaynatılır. Elde edilen sıvı gül suyu ile karıştırılır.Bu karışıma batırılan temiz bir pamukla sivilceli bölgeye pansuman yapılır.
*Gül, şahtere otu ve papatya sirkeli suda kaynatılır. Süzülerek elde edilen posası, krem kıvamına gelinceye kadar dövülmüş nar kabuğu ilâvesiyle yoç Hazırlanan krem, badem yağı ile yumuşatılarak sivilceli bölgeye sürülür.
*Şahtere otu kaynar suda yarım saat bekletilir. Elde edilen sıvı tülbentle dükten sonra badem yağı ile karıştırılır. Hazırlanan bu karışımla sivilceli be kompres yapılır.
*Ergenlik sivilceleri için Aslanpençesi de çok etkili bir bitkidir. Bu bitkinin haşlaması deri için tonik, yumuşatıcı ve iyileştiricidir.

Cinsel istekte Azalma

Bireyde devamlı olarak ya da ara ara tekrarlayan dönemler halinde cinsel fantezi kurmak ve cinsel eylemde bulunmak yolunda isteğin az ya da hiç olmaması halidir. Bu durum kişide önemli bir miktarda gerilim, sorun ya da kişiler arası ilişkilerde güçlüklere yol açar. Bu sorun başka bir psikiyatrik hastalığın etkisine bağlı olmayıp, asal olarak bir madde, ilaç ya da başka bir vücutsal hastalığın doğal etkilerine bağlı olmamalıdır.
Bu durumdan etkilenen kişiler genellikle cinsel aktiviteyi kendileri başlatmazlar, karşı tarafın başlatması halinde ise isteksizce eşlik edebilirler. Eşlerinin baskısı ile cinsel eylemin miktarını , başka nedenlerle ( eslerinin kendilerini terk etmemesi, hediyeler alınması, kendilerine değer verilmesi gibi amaçlarla) arttırabilirler. Bu kişilerin düzenli cinsel aktivitelere isteksizlikleri nedeniyle evlilik ya da arkadaşlıklarında bozulmalar, boşanmalar görülebilmektedir. Bu bireylerde eşini görünüm ve duygusal olarak itici olarak algılama da görülebilmektedir .
Cinsel istekteki azalma uyarılma ya da orgazm sorunları tarafından oluşturulmuş da olabilir. Bazı kişilerde istek aşamasında bozukluk varken, diğer aşamalar normal de olabilir.

Bu durumu olan erkeklerde bir araştırma sonucuna göre daha düşük testesteron düzeylerine rastlanmıştır. Araştırmalara göre beş kişiden birinde bu durum mevcut olup, kadınlarda daha çok rastlanmaktadır.
İstek azlığı kişinin cinsellik hakkındaki bilinç dışı korkularından kendini korumak üzere geliştirdiği bir savunma mekanizmasıdır. Bu durum uzun suren stres, kaygı ve depresyona başka vücutsal hastalıklara bağlı olarak ta gelişebilmektedir. Uzun sure cinsel aktivitenin olmaması da cinsel istek bozukluğuna yol açabilir. Ayrıca bozulan bir ilişkiye karşılık olarak ve bir öfke- düşmanlık ifadesi olarak ta karşılaşılabilir.
Cinsel istek azlığının gelişmesine yol açabilecek etkenler arasında biyolojik dürtünün olmaması, yeterli özgüvenin yokluğu, cinsel acıdan geçmişteki kötü deneyimler, tacizlerin varlığı,uygun bir esin olmaması, es ile cinsellik dişi alanlarda iyi bir iletişimin olmaması sayılabilir.
Rahatsızlık genellikle erişkinliğe geçiş döneminde başlar
Tedavide bilişsel, davranışçı tedavi ve aile terapisi kullanılır.

Cinsel Tiksinti Nedir?
Devamlı olarak veya tekrarlayıcı olarak cinsel birleşmeden çok fazla miktarda tiksinti duyarak, cinsel ilişkiden kaçınma halidir. Bu durum kişide yoğun bir gerilim ya da sosyal ilişkilerde güçlüklere yol açar. Bu teşhisin konması için bu durumun başka bir psikiyatrik bozuklukla net bir ilişkişinin olmaması gerekir.
Kişi cinsel ilişki söz konusu olduğunda kaygılanır, tiksinir ya da korku duyar. Bu iğrenme hali cinsel birleşmenin herhangi bir anına ilişkin olabilir. Bunlar sperma ( cinsel birleşme sırasında boşalan sıvı materyal ) ile ilgili ya da cinsel kasılmalar ve cinsel organların temas etmesi gibi farklı durumlara yönelik olabilir. Bazı vakalarda öpüşmek ve ten teması dahi bu durumu oluşturabilir.
Bu rahatsızlığı olan kişiler o anda bas dönmesi, mide bulantısı, sıcak basması, terleme, çarpıntı, nefes darlığı, baygınlık gibi yakınmalarla panik nöbetleri yaşayabilirler. Bu durumdaki kişiler durumdan kaçınmak için eslerinden çeşitli bahanelerle uzak durarak, erken yatabilir, aşırı bir çalışma temposu içine girebilir, evde kalma surelerini kısıtlayabilir ya da alkol-madde kullanımına başlayabilirler.
Tedavide başlangıçta imajinasyon yöntemleri ve bazen ilaç tedavileri ile kaygının azaltılması ile psikoterapi sürdürülür.

Sahte orgazm nasıl anlaşılır?

Yapılan araştırmalarda kadınların yüzde 40'ının orgazm takliti yaparak eşini kandırdığı belirtildi.
25.09.2007 12:46

İtalyan seks uzmanı Maurizio Bossi, seks sırasında 5 bin kadını inceleyerek, gerçek orgazm`ın sahte`sinden ayırt edilebileceğini söyledi.
Bossi, orgazm sırasında kadınların çok farklı tepkiler gösterdiklerini ve erkeklerin bunu dikkatli incelediklerinde rahatlıkla anlayabileceklerini de sözlerine ekledi. Bossi, seks sırasında erkeğin kadınının yüzünü, göbeğini, göğüs ve ayaklarını görebilecek şekilde yatış pozisyonuna almasını önererek, orgazm`dan önce kadının burnu kaşınmaya, göğüs uçları sertleşmeye, göğüslerinin arasındaki derinin kızarmaya başladığını belirtti.

Bossi ayrıca, erkeklerin kadınların parmaklarına dikkatlice bakmaları gerektiğini, çünkü orgazm sırasında ayak parmaklarının oynadığını sözlerine ekledi..

Bekaret Hapı Geliyor

Hollanda'nın Utrecht Hastanesi, "bekâret hapı" üreterek piyasaya sürmeye hazırlanıyor. Yetkililer "bekâret hapı" ile gelinin bakire çıkmaması halinde boşanmaların önüne geçilebileceğini açıkladı.

Sabah'ın haberine göre, cinsel ilişkiye girmeden yarım saat önce alınacak "bekâret hapı" ile kanamanın sağlandığı ifade edildi. Dr. Ineke van Seumeren, çok sayıda Müslüman kızın "kızlık zarı dikimi" için başvurduğunu belirterek, "Müstakbel eşleriyle konuşmalarını tavsiye ediyorum. Ancak bu konunun tabu olduğunun farkındayız. Başka çaresi yoksa "bekâret hapı"nı veriyoruz" dedi.

Türbanlılar Daha Fazla D Vitamini Almalı

Türbanlılar daha fazla D vitamini almalı
FETHİYE (ANKA) – Romatoloji uzmanı Prof. Dr. İhsan Ertemli, türban takan kadınların güneş ışığından faydalanamadıkları, bu nedenle daha fazla D vitamini ve kalsiyum almaları gerektiğini söyledi. Ertemli, D vitamini ve kalsiyum eksikliğinin romatizmal hastalıklara yol açabileceği uyarısını yaptı.

Fethiye Ölüdeniz'de devam eden 2007 Romatoloji Kongresi'ne katılan Prof. Dr. İhsan Ertemli türban takan kadınlara uyarıda bulundu.

Romatolojik hastalıklara yakalanmada D vitamini ve kalsiyum eksikliklerinin oldukça etkili olduğunu işaret eden Ertenli “Bu doğrultuda güneş ışınlarının alınması çok önemlidir. Özellikle tesettürlü bayanlarımızın, türban kullanların bu ışıktan doğrudan yararlanması mümkün değildir. Bu yüzden bu bayanların vitamin ve kalsiyum takviyesi alması yararlı olacaktır” dedi.

Ölüdeniz'deki 2007 Romatoloji Kongresi alanın uzmanlarının yoğun katılımıyla yapılıyor. Romatoloji Araştırma ve Eğitim Derneği tarafından her yıl düzenlenen kongrede romatolojideki son gelişmelerin yanında ulusal sorunların da tartışılıyor.

Osuruğun Bilimsel Açıklaması

Osuruk Nedir?
Osuruk vücuttaki toksinleri atmanın bir yoludur. Mide ve bağırsaklarda biriken aşırı miktardaki gazın baskı yapması sonucunda osururuz.
Osuruklar
ana olarak beş çeşit gazdan oluşur; Nitrojen(N2), karbondioksit(CO2), hidrojen(H2), metan(CH2), oksijen(O2) Bunlardan metan patlayıcıdır. Yandığı takdirde mavi renk, güçlü bir alevi olur. Bunu kendi kıçınızda denemeyin... Tabi bunlar tek başına osuruğa o kokuyu vermezler. Kokunun nedeni karbon(C) ve sülfürdür(S).
Nasıl Osururuz?
Ağzımızı her açışımızda içeri hava girer ve döngü başlar. Tahmin edeceğiniz üzere, içeri giren hava dışarı çıkmak zorundadır. Bu durumda hava, sekiz metrelik bir sindirim tünelinden geçtikten sonra dışarı çıkabilir. Hava, önce midemize girer. Bu sırada hala sadece oksijen ve nitrojenden oluşan havanın bir kısım oksijeni burada emilir, geri kalan mideden bağırsağa geçer. Fermantasyon sonucu ortaya çıkan karbondioksit de birleşime katılır. Osuruğa gürültülü, yüksek ve sulu sesi ile kokusunu verebilmek için bağırsaklarda protein ve karbonhidrat olması gerekir.
Sindirim sırasında bakteriler fermente olup kalan besinlere saldırır. Bu sırada diğer gazlar üretilir. Bazı yiyecekler gaz yapar; lahana gibi selüloz açısından zengin besinler, fasulye, mantar...
Çıkmayan osuruğum nereye gider?
Çıkmak isteyen gaz içerde durmaz. Kaale
almayabilirsiniz, bastırmaya
çalışabilirsiniz, suçu başkasına atabilirsiniz, ama eninde sonunda kokulu gerçek ortaya çıkacaktır. Zaten osurmazsak vücudumuzdaki toksinler tekrar kana karışıp bizi zehirler. Aynı zamanda da karın bölgesinde şişkinlik ve ağrıya neden olur. Daha az osuruğun sırrı, yemek yerken konuşmamaktır. Eğer yemek yerken konuşursanız, gaz bir delikten içeri girecek ve bir başka delikten de dışarı çıkmak isteyecektir.
Çıkarken ne olduğunu anlamadığın şey işte bu , OSURUK .

Boy Geni Bulundu

Harvard ve Oxford üniversitelerinin katkılarıyla yapılan bir araştırmada, insanlarda boyu belirleyen gen bulundu. 35 bin kişinin DNA’larını inceleyen uzmanlar, bazı insanların diğerlerinden daha uzun olmasının nedeninin genetik şifrelerinde yer alan tek bir harfte kaynaklandığını ortaya çıkardı.

Araştırmaya göre, boyu belirleyen “HMGA2” adlı genin, şifresinde T yerine C harfi bulunan bir kopyasının çocuğa geçmesi halinde, bu kişinin boyunun yarım santimetre daha uzun olacağı anlamına geliyor.

Tüm DNA’lar adenin (A), sitozin (C), guanin (G), ve timin (T) olarak adlandırılan temel yapı taşlarının farklı dizilimlerinden oluşuyor.

İlk defa, boyu etkileyen tek bir gen keşfedildi

Ortalama beyazların dörtte biri, genin iki farklı ‘uzun’ genetik şifresini taşıyacaklar. Diğer dörtte biri ise iki ‘kısa’ genetik şifreyi taşıyacaklar.

5 bin beyaz gönüllü hastanın DNA örneklerini inceyen Harvard Üniversitesi, Boston Çocuk Hastanesi ile İngiliz araştırmacılar, HMGA2 adlı genin çok etkin bir rol taşıdığını belirlediler. Bilim adamlara, ayrıca bir genetik şifrenin değişmesiyle, vücüdun gelişiminde büyük bir fark yaratılabileceğini söylediler.

‘Nature Genetics’ dergisinde yayımlanan haberde, araştırma sorumlusu Joel Hirshhorn, “uzunluk çok karışık bir özellik, genetik ve genetik olmayan faktörler içeriyor. Genetik çerçeve hakkında bizim için değerli bir ders olucak. Ayrıca bu araştırmanın diyabet, kanser ve insan hastalıklarınada faydalı olacağını düşünüyoruz” şeklinde yorumladı.

2005’de yayımlanan bir araştırmada, HMGA2’nin tümör oluşumunuda etkileyebileceği ve uzun boylu insanların kanser olma ihtimallinin daha yüksek olduğu açıklanmıştı.

Hızlı yaşayan genç ölüyor

Herkesin espri niyetine söylediği bu söz, doğrulandı. Seks ve alkol hayatı derinden etkiliyor.

İngiliz The Times gazetesinden Leah Hardy, ‘hızlı’ yaşamın başlıca öğeleri olan seks, alkol, aşırı yemek ve güneşlenmenin hayata etkilerini araştırdı. İşte ‘keyifli yaşam’ın getirileri: Abur cubur yemek obeziteden kansere birçok hastalığa neden oluyor. Alkol, ölümcül hastalıkların yanında kazaları da beraberinde getiriyor. Yürüme alışkanlığının terk edilmesi vücudun çökmesine neden oluyor. Güneşlenmek, cilt kanserini tetiklerken, korunmasız seks de rahim kanserine davetiye çıkarıyor.

25 Adımda Yağları Atın

Kilo verme işini gözünüzde büyütmeyin. Kolayca uygulayabileceğiniz bu yöntemlerle zayıflayabilirsiniz.

Kilo vermeye başlamak için ihtiyacınız olan tek şey 1 dakika! İşte aldığınız kalorileri azaltmak ve daha çok yağ yakabilmek için tam 25 tane öneri. Üstelik de uygulanmaları çok kolay. Yapmanız gerekense, bu önerileri günlük hayata geçirmek. Eğer hali hazırda diyet yapıyorsanız, bunları uygulayarak kilo vermenizi hızlandırabilirsiniz.

1. Karıştırın
Sevdiğiniz meyve suyunu maden suyuyla karıştırın. Bunu yaparken, normalde içtiğiniz meyve suyunun yarısını kullanacağınız için, aldığınız kaloriyi önemli miktarda azaltmış olursunuz. Hele de meyve sularının bolca tüketildiği şu sıcak yaz günlerinde.

2. Telsiz telefon kullanın
En yakın arkadaşınıza günün sıcak dedikodularını verirken, aynı zamanda da kalori yakmaya ne dersiniz? Çamaşırları yıkayın (68 kalori), masayı hazırlayın (85 kalori), ya da çiçekleri sulayın (102 kalori). (Bu değerler, 68 kiloluk bir kişi ve yarım saat üzerinden geçerlidir.)

3. Çiklet çiğneyin
Yakın zamanda yapılan bazı araştırmalara göre, tüm gün şekersiz (tatlandırıcılı/damla sakızlı) çiklet çiğnemek metabolizma hızınızı yüzde 20 oranında artırıyormuş. Biz araştırmacıların yalancısıyız!

4. Abur cuburların karşılığını nakit ödeyin

Ne zaman biri size abur cubur, ya da yememeniz gereken bir şey önerdiğinde kabul ederseniz, kenara bir 500 yüz bin lira koyup, bunu çocuğunuza, kardeşinize, ya da dilencilere verin. Paracıklar cebinizden eksilmeye başladığında, hayır demeyi de öğreneceksiniz.

5. Ambalaja dikkat edin

Ambalaj üzerlerini iyice okuyun. Çünkü kalori değerleri genellikle 100 gram üzerinden bildirilir. Oysa yediğiniz şey, 100 gramdan fazlaysa çok daha fazla kalori alıyorsunuz demektir.

6. Yürüyüşe çıkmadan önce yeşil çay için

Kafein yağ asitlerinin açığa çıkmasını sağlar. Böylece daha kolay yağ yakarsınız. Ayrıca yeşil çayda bulunan polifenoller (antioksidan bileşikler), kafeinle birleşerek yakılan kalori miktarını artırırlar. Ancak eğer yüksek tansiyonunuz varsa, bu öneriyi dikkate almayınız.

7. Yemeğinizi evden getirin

Dışarıda yemek genellikle daha çok kalori almanıza neden olur. Dışarıda bulmanın zor olduğu şeyleri evde hazırlayıp yanınızda getirebilirsiniz.

8. İlla da salata sosu istiyorsanız...

O zaman bu tarife göre kendi salata sosunuzu yapın. Çünkü bu sosta bulunan yağ miktarı 1.5 gr ve içerdiği kalori de sadece 20'dir.

* 1 çay kaşığı balsamik sirke
* Çeyrek çay kaşığı zeytinyağı
* 3/4 çay kaşığı dijon hardalı
* Çeyrek çay kaşığı yaban turbu

9. Kan testi yaptırın

Yaklaşık 12 kadından birinin tiroid bezleri yeterince iyi çalışmıyor ve bu da metabolizmayı yavaşlatan etkenlerden.

10. Suyu tercih edin

Meşrubat tercihinizi sudan yana kullanın. Yanınızda şişe bulundurmak faydalı olabilir.

11. Tat alma duyunuzu yanıltın

Öksürük için olan mentollü drajelerden bir taneyi ağzınızda eritmek, canınız bir şey çektiğinde, bu duyguyu köreltebilir.

12. Baharatları kullanın

Örneğin yediklerinize acı eklemek, daha uzun bir zamanda acıkmanıza yardımcı olabilir.

13. İçtiniz mi beyaz için

Su gibi, az yağlı sütün de doyurucu etkisi vardır. Üstelik kalsiyum açısından da zengindir ve tok tutar.

14. Salata malzemelerini doğramayın, dilimleyin

Salatanız, sadece yeşilliklerden oluşmak zorunda değil. Havuç, kereviz, kabak ve diğer sebzeler de kullanılabilir. Ama bunları ince ince doğramak yerine, büyük parçalar halinde kesin. Hem yemesi daha uzun sürer, hem de daha çok çiğnersiniz. Bu da daha çabuk doymanızı ve ana yemekten daha az yemenizi sağlar.

15. Bir dostunuzu arayın

Yalnız hissediyorsanız, kendinizi yemeğe vurmak yerine telefonu elinize almayı tercih edin.

16. Yediklerinizi yazın

Bu, neyi ne kadar yediğinizi bildiğiniz için, kendinizi kontrol etmenize yardımcı olur.

17. Uzaktan kumandayı emekliye ayırın

Uzaktan kumanda gibi aletler işinizi kolaylaştırmakla beraber, sizleri hareketsizleştirir.

18. Sprey yağları tercih edin

Böylece normalde kullandığınızdan çok daha az yağ kullandığınızı fark edeceksiniz.

19. Alırken küçüğünü tercih edin

Örneğin çikolata mı satın aldınız, bir bar yerine, bir paket almak demek, yüzde 44 daha fazla yemeniz demek. Riske girmeye gerek yok, küçüğünü alın, kaloriyi azaltın.

20. Yemeği pişirmeden önce ölçün

Makarna, pilav gibi besinleri yerken, miktarı kaçırıp daha çok yiyebilirsiniz. Oysa baştan yemeniz gereken kadarını ölçüp pişirirseniz, bu sorun ortadan kalkmış olur. Şöyle söyleyelim, 4 kaşık makarna ya da pilav, 1 dilim ekmeğe eşittir.

21. Aynasız yemek olmaz

Yemek yerken kendinize aynada bakmak, yüzde 22-32 daha az yemenizi sağlar.

22. Kutuyu açmadan önce bekleyin

Dondurma kutusunu açmadan önce, 10 mekikle, 10 şınav çekin. Bu hem atıştırma arzunuzu öldürebilir, hem de vücudunuzla sizi tekrar iletişime sokarak, amaçlarınızı size hatırlatabilir.

23. Çorbanız koyusundan olsun

İçinde büyük sebze parçaları olan çorba içen kişilere bakılacak olursa, hem daha çabuk doyuluyormuş, hem de yüzde 20 daha az yeniliyormuş.

24. Balık yemeyi ihmal etmeyin

Balık, son derece sağlıklı bir yağ tipi olan omega-3 yağ asitlerini içerir. Omega-3 açısından zengin balıklar, tonbalığı, uskumru, somon ve morina balığıdır. Diyet yapan kişilere bakılacak olursa, her gün balık tüketenler, diyetlerinde balık olmayanlara oranla yüzde 20 daha fazla kilo kaybetmişler.

25. Biraz da ilhama ihtiyacınız var

Bazen ihtiyacınız olan motivasyonu gene ancak kendiniz sağlayabilirsiniz. Bu nedenle hazırlıklı olun ve buzdolabı, mutfak kapısı, bisküvilerin durduğu dolap, ya da bilgisayar gibi yerlere sizi motive edecek yazılar yapıştırın. Örneğin: "Bir gofrete yenilmeyeceksin değil mi? Ne de olsa uzun bir yol katettin ve çok başarılı oldun."

Zayıflamak için 'light gıda' çözüm değil

Özellikle yaz aylarında tüketimi artan ve kilo aldırmıyor gibi algılanan 'light ürünler', 'enerjisi azaltılmış gıda' anlamına geliyor. Zayıflamak için yaşa ve cinsiyete göre bilinçli diyet yapılması öneriliyor.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde görev yapan Doç. Dr. Murat Sert, bisküvi ile başlayan 'light gıda' üretiminin reçelden pirince, çikolatadan süt, yoğurt ve ekmeğe kadar her üründe uygulandığını ve tüketicinin bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadığını belirtti.

Sert, 'light ürünlerin', 'enerjisi azaltılmış gıda' anlamına geldiğini anlattı:

"'Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği'ne göre, bir ürünün light olabilmesi için, orijinal veya benzeri gıda maddesine göre, enerji değerinin en az yüzde 25 azaltılması gerekiyor. Bir ürünün üzerinde düşük kalorili yazabilmesi için de o ürünün 100 gramında 40 kaloriden az kalori bulunması şartı var."

Yapılan araştırmalara göre light ürün pazarının her yıl yüzde 25 büyüdüğünün belirtildiğini vurgulayan Sert, "Bu büyümede, 'light gıdaların' sanki hiç kilo yapmıyor gibi algılanmasının payı çok büyük. Oysa, bir kişi herhangi bir ürünü bir birim tüketiyor, daha sonra bu ürünün light olanını iki birim tüketiyorsa eskisinden daha fazla kalori alıyor demektir" dedi.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de modern çağın önemli sağlık problemlerinden olan şişmanlık ve obezitenin artış gösterdiğine dikkat çeken Sert, "Yapılan araştırmalar, her 5 kadından birinin aşırı kilolu olduğunu ortaya koyuyor. Bu da light ürünlerin kurtarıcı gibi algılanmasına neden oluyor" dedi.

Şişmanlık, diyabet ve metabolik hastalıklar

Sert, light gıdaların fazla miktarda düzensiz alınmasının, şişmanlık, diyabet ve çeşitli metabolik hastalıkları kamçıladığını anlattı:

"Tıpkı sigara paketlerinde olduğu gibi gıda ürünlerinde de katkı maddeleri ve kalori miktarları okunabilir şekilde yazılmalı. Oysa, günümüzde tüm ürünlerde olduğu gibi light ürünlerin ambalajına baktığınızda karınca duasını andıran yazıları okuyabilmenin ve bu sayede bilinçlenmenin imkanı yok. Bunun yasak savma zihniyetiyle yapıldığı açıkça ortada."

Doç. Dr. Sert, zayıflamak için bir uzmandan yardım alınmasını ve yaşa, cinsiyete göre bilinçli diyet yapılmasını önerdi:

"Eğer light gıdaların bir faydası olsaydı, bunu ilk çıkaran ülke olan Amerika ve ardından bunu uygulayan diğer ülkeler ve Türkiye'de bugün şişmanlık ve obezite sorunu bu kadar çok konuşulmazdı. Bilinçli bir diyet kilo problemini ortadan kaldırır.

Ayrıca, yemek yerken çatal ya da kaşık sürekli elde tutulmamalı masaya bırakılmalı. Bu sayede çiğneme süresi uzadıkça tokluk duygusu oluşumu da kuvvetlenir."

En Besleyici 5 Sebze ve Meyve

En yararlı 5 meyve:
Karpuz: Tam bir C vitamini deposudur. Ayrıca karotenoid (beta-karotenin de üyesi olduğu, bitki ve hayvanlarda bulunan yeşil ve sarı pigmentler ki hastalıklara karşı etkili oldukları biliniyor.) ve yüksek miktarda lif içeren karpuzun kalorisi de düşüktür.

Papaya: Bizim pek tanımadığımız tropikal bir meyve olan papaya da yüksek miktarda C vitamini, karotenoid, lif ve potasyum içerir.

Portakal: C vitamini ve folat içerir. Aynı zamanda, sadece suyunu içmek yerine, meyveyi de yerseniz, içinde bulunan liften de faydalanmış olursunuz.

Greyfurt: Gene bolca C vitamini, karotenoid, kolesterol düşüren cinsten lif, pektin (bazı ham meyvalarda bulunan jelatinli bir Madde) ve pek çok fitokemikal vardır.

Kayısı: Zengin bir beta-karoten kaynağıdır. Bol miktarda potasyum, lif ve bir miktar da C vitamini içerir. Kuru kayısıda C vitamini bulunmaz, ancak iyi bir demir kaynağıdır.

En yararlı 5 sebze:
Ispanak: İçinde sanıldığından daha az demir olduğu için işe yaramaz olduğunu zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Ispanak, zengin bir beta-karoten kaynağıdır. Aynı zamanda, C vitamini, folat, demir, potasyum ve kalsiyum içerir.
Tatlı patates: Bolca potasyum içerir. Ayrıca C vitamini, beta-karoten ve lif de içerikleri arasındadır.

Lahana: Beta-karoten, C vitamini, folat, kalsiyum ve lif içerir.

Havuç: Bol miktarda beta-karoten ve lif içerir.

Kırmızı dolmalık biber: Tam bir C vitamini kaynağı olan tatlı kırmızı biberde aynı zamanda beta-karoten ve lif de vardır.

Beynin Dokuz Sırrı

Ser verir sır vermez: BEYİN

Kafamızda taşıdığımız 1 kilo 350 gramlık koca bir labirent. Her gün tepemizde ve bizi o yönetiyor. Bazen duygusal, bazen sinirli; kimi zaman manik, kimi zaman depresif. En güzel duyguların da, şeytani emellerin de planlayıcısı o� Sırlarla dolu, kapalı ve karanlık bir kutu gibidir beynimiz. İşte beynin çözülemeyen 9 sırrı!

1. Bilgi nöronlarda nasıl kodlanıyor?
Beynin en karışık işlemlerinden bir tanesi, bilginin kodlanması. Bu süreçte beyindeki nöronlar, yani sinir hücreleri, zarlarının dışında elektrik akımı oluşturuyor. Bu elektrik akımları, �akson� adı verilen uzantılara ulaşarak, onlar vasıtasıyla gerekli olan kimyasal sinyallerin açığa çıkmasını sağlıyor. Bu akımlar sayesinde dünyayla, çevremizde olup bitenle ilgili bilgiler beynimize aktarılıyor. �Ne görüyorum?�, �Aç mıyım?�, �Hangi sokağa sapayım?� gibi sorulara yanıt işte böyle bulunuyor. Bilim adamları, beyindeki bilgilerin tek tek hücrelerin içinde biriktirilmediğini tahmin ediyorlar. Bu bilgilerin �hücre grupları� tarafından depolandığı düşünülüyor. Ancak hangi nöronların, hangi hücre gruplarına ait oldukları henüz bilinmiyor. Şu anki teknoloji ise binlerce nöronu aynı anda ölçecek kapasitede değil. Tek bir nöronun bağlantılarını bile şu an elimizde olan teknolojilerle görüntülemek imkânsız. Tek bir nöronun, yaklaşık 10 bin nörondan bilgi ve sinyal aldığını biliyor muydunuz? Beynin içindeki elektrik akımı sayesinde ise sinyal alışverişi çok hızlı olabiliyor. Bilim adamlarına göre, sinir sistemleri arasındaki bilgi aktarımının tek yolu, bu elektrik akımları değil. Bu nedenle, �bilgi taşıyan� başka hücreler keşfetmeye yönelik araştırmalarını sürdürüyorlar. Burada, �glial hücreler� üzerinde duruluyor.

2. Anılar beyinde nasıl saklanıyor ve nasıl tekrar hatırlanıyor?
Bir kişinin ismi gibi, yeni bir şey öğrendiğinizde beynin yapısında birtakım fiziksel değişiklikler meydana geliyor. Ancak bu değişikliklerin hâlâ ne tür değişiklikler olduğunu, nerelerde meydana geldiğini, bilginin nasıl depolandığını ya da yıllar sonra tekrar hatırlanarak tekrar nasıl gündeme getirildiğini anlayamıyoruz. Beyinde çeşit çeşit hatıralar var. Ancak beyin, �kısa dönem anılarla� (yeni öğrenilen bir telefon numarasını hatırlamak gibi), �uzun dönem anıları� (geçen yıl doğum gününüzde yaptıklarınız gibi) birbirinden bir şekilde ayırıyor. Bilim adamları �öğrenme� ve �hafızada tutma� şeklinin değişik beyin şekillerine bağlı olduğunu düşünüyorlar. Beyin travması ya da beynin zarar görmesi ise bu yetenekleri bozabiliyor.

3. Beyin, geleceği nasıl öngörüyor?

Çoğu zaman gelecekle ilgili birtakım planlarımız ve öngörülerimiz olur. Geleceğin nasıl şekilleneceğini düşünürüz. Beynimizde, gelecekle ilgili bir şekil vardır. Ancak beynin bu �gelecek simülasyonunu� nasıl yaptığı henüz anlaşılmış değil. Beyin, dünyayla ilgili öngörülerde nasıl bulunabiliyor? Bilim adamları hâlâ bunun yanıtını arıyor.

4. �Duygu� ne demek?

Beyin, sadece bilgi biriktiren bir organ değil; aynı zamanda duygu, motivasyon, korku ve umutları barındıran bir organ. Bütün bunlar bilinçaltında olan şeyler aslında� Örneğin beynin duygularla ilgili bölümü sinirli yüzlere, o yüzleri görmeden de tepki verebiliyor. Kültürler arasında da temel duyguların dışa vurulması, aslında birbirine benziyor. Hatta Darwin�in de gözlemlediği gibi, temel duyguların ifade edilmesi bütün memelilerde benzer. Bilim adamları, insanların fiziksel tepkilerinin sürüngenlerin ve kuşların tepkilerine çok ciddi bir şekilde benzediğine dikkat çekiyorlar. Özellikle de korku, öfke ve anne-baba sevgisini hepsi benzer bir şekilde gösteriyor. Duyguların beyinde nasıl işlediği üzerinde bilim adamları hâlâ çalışıyorlar. Duygulara aslında bir çeşit hesaplama ya da �ölçüm� şekli gözüyle bakılabilir. Yani duygular, aslında hızlı bir eylemi harekete geçiren bir �durum tespit özetidir�. Nöro-bilimcilerin en önemli hedeflerinden biri ise duygu ve düşünce durumunda ortaya çıkan bozuklukları anlamak. Mesela depresyon� Depresyon, çağımızın en önemli, en yaygın duygu bozuklukları arasında yer alıyor. Şiddet ile dürtüsel saldırı ya da öfkenin de duyguların doğru bir şekilde kontrol edilememesinden kaynaklandığı düşünülüyor.

5. Zekâ nedir?

Zekâ farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Ancak �biyolojik� açıdan zekânın ne anlama geldiği henüz bilinmiyor. Milyarlarca nöron, bilgiyi �harekete geçirmek� için nasıl birlikte çalışıyor? Gereksiz bilgi beyinden nasıl siliniyor? İki kavram �birbirine uyunca� ve böylece bir soruna çözüm bulduğunuzda, beyinde neler oluyor? Zeki insanlar bilgiyi beyinlerinde �hatırlaması kolay�, ayrı bir bölgede mi muhafaza ediyorlar? Beyin fonksiyonlarının temel işleyişiyle ve nöronlar arasındaki bağlantılarla ilgili, bilim adamlarının elinde hâlâ çok az bilgi var. Ancak zekânın, beynin tek bir alanıyla değil, pek çok bölgesiyle ilgili olduğu üzerinde duruluyor. İnsan beyninin diğer canlılardan farkı hâlâ araştırılıyor.

6. Beyin, �zamanı� nasıl algılıyor?

Alkışladığınızda ya da parmağınızı �şıklattığınızda� sesi mi daha önce duyarsınız, hareketi mi daha önce görürsünüz? Her ne kadar duyma yeteneği, görme yeteneğinden daha hızlı çalışsa da, parmakların görüntüsüyle, çıkarılan ses aynı anda gerçekleşiyormuş hissi doğuyor. Yani beyin pek çok olayın aynı anda gerçekleştiği �hissi� yaratarak aslında bizi �kandırıyor�. Beynin zamanla �oynadığını� aslında çok kolay anlayabilirsiniz. Aynanın karşısında sol gözünüze bakın. Daha sonra bakışınızı sağ gözünüze kaydırın. Gözlerinizi diğer tarafa çevirmek bir zaman alıyor elbette. Ancak siz gözlerinizin hareket ettiğini görmüyorsunuz. Gözlerinizi kırpıştırdığınızda da aslında gözleriniz çok kısa süreliğine de olsa karanlıkta kalıyor. Ancak bu karanlığı da görmüyorsunuz.

7. Nasıl uyuyor ve rüya görüyoruz?

Zamanımızın üçte birini uyuyarak geçiriyoruz. Bebekler ise zamanlarının üçte ikisini uykuda geçiriyor. Araştırmalara göre, az uyumak sinir sisteminde bozukluğa yol açıyor. Araştırmalar, 10 gün uyumayan farelerin, 10�uncu günün sonunda öldüklerini ortaya koyuyor. Canlılar uyuduklarında beynin bir bölümü de uyuyor, ama uykunun mekanizması, işleyişi hâlâ bilinmiyor. Uykuda nöronların aşırı derecede hareket halinde oldukları biliniyor. Ayrıca önemli bir sorunu çözmeden önce uyumanın, o sorunu çözebilmek açısından yararlı olduğu da düşünülüyor. Düzenli uykunun, öğrenme kapasitesini de artırdığı söyleniyor. Özetle, uyku sayesinde beyin bir şekilde gerekli bilgileri depoluyor, gereksizleri ise ekarte edebiliyor.

8. Beynin ayrı ayrı olan sistemleri, birbirleriyle nasıl bütünleşiyor?

Gözle bakıldığında, aslında beynin her bölgesi aynı görünüyor. Ancak aktivitelerini, işlevlerini ölçtüğümüzde, her nöron bölgesinde farklı bilgilerin kayıtlı olduğunu görüyoruz. Örneğin görme yeteneğini ilgilendiren bölgenin içindeki alanlarda hareketler, yüzler, köşeler ve renklerle ilgili çeşit çeşit bilgiler bulunuyor. Yetişkin bir insanın beynini, çeşitli ülkelerin bulunduğu bir dünya haritasına benzetebiliriz. Beynin içinde koku, açlık, acı, hedef koyma, sıcaklık, öngörü ve daha pek çok şeyle ilgili �beyin ağları� var. Farklı işlevlerine rağmen bu sistemler birbirleriyle bir şekilde bütünleşerek çok iyi bir işbirliğine giriyorlar. Bunun nasıl gerçekleştiğine dair ise bilim adamlarının hiçbir fikri yok. Ayrıca beynin, sistemlerini nasıl bu kadar hızlı bir şekilde koordine ettiği de henüz anlaşılmış değil.

9. �Bilinç� nedir?

İlk öpücüğünüzü düşünün. Bu, hafızanızdan hiç çıkmaz. Peki bu hafıza, bu deneyimi yaşamadan, bu deneyimin bilincinde olmadan önce neredeydi? Modern bilimde, �bilinç� çözülememiş olan en önemli sırlardan biri. Bilinç, tek bir fenomen değil. Peki ne? Bilinç, beyindeki hangi sistemlerle ilgili? Bilim adamlarının bu konuda da hiçbir fikri yok� Şimdiye kadar yapılan araştırmalara göre, bilinç konusunda, büyük bir ihtimalle yine bir grup aktif nöron iletişim içinde. Bilincin altında yatan mekanizmanın moleküllerle ya da hücrelerle ilgili olabileceği üzerinde de duruluyor. Belki de mekanizma, bu sistemlerin etkileşimleriyle oluşuyor. Bilim adamları bu sıralar bilincin, beynin hangi bölgeleriyle ilgili olduğunu araştırıyorlar. Bunu keşfettikten sonra, bu bölgelerin neden birbirleriyle iletişime geçtikleri araştırılacak. Ve beyin hakkında son bir dip not daha�

Bilgisayara karşı beyin

Beyindeki elektrik akımlarının hızının, bilgisayarlardaki sinyal hızından 100 milyon kat daha fazla olduğunu biliyor muydunuz? Bir insan, arkadaşını hemen tanırken, bir bilgisayarın bir yüzü tanıması genellikle çok zor oluyor. Beynin pek çok işlemi aynı anda yaptığını söyleyen bilim adamları, beynin bütün bölgelerinden gelen bilgilerin tek bir bölgede birleşmediğini, ancak bu farklı bölgelerin kendi aralarında güzel bir �işbirliğine� girdiklerini ve bir ağ, yani �network� oluşturduklarını belirtiyorlar. Bizim de dünyaya olan bakış açımız işte bu karmaşık network sayesinde oluşuyor.

Öte yandan bilim adamları, insanların fiziksel tepkilerinin, sürüngenlerin ve kuşların tepkilerine çok ciddi şekilde benzediğine dikkat çekiyorlar. Bizi onlardan ayıran farklarsa, beynimizin karanlık dehlizlerinde gizli.

Majör Depresyon

TIBBİ BİR HASTALIK

Majör depresyon (klinik depresyon) tıpkı diğer hastalıklar gibi, örneğin kalp ya da mide ülseri gibi tıbbi bir hastalıktır ve özgül bir fizyolojik mekanizması vardır. Depresyonun umut verici yanı tedavi edilebilir olmasıdır. Fakat talihsiz yönü ise, depresyonda olan kişilerin çoğunun tıbbi yardım almayı düşünememeleri ve bunun sonucunda da büyük bir acı çekmeleridir.

YAYGIN BİR HASTALIK

Klinik depresyonu olan çoğu kişi kendini yalnız hisseder. Kendilerinin bu hastalıktan dolayı acı çeken tek kişi olduklarını sanırlar. Aslında klinik depresyon oldukça yaygın bir hastalıktır.

Yapılan araştırmalar her 5 kadından 1'inin ve her 10 erkekten 1'inin yaşamı boyunca bir kez depresyon geçirdiğini göstermiştir.

Klinik depresyon her yaş, ırk, milliyet ve meslekten kişiyi etkiler. Her öğrenim ve gelir düzeyindeki kişi de depresyondan etkilenebilir. Pek çok sağlıklı görünen ve üretken kişi de buna dahildir.

KADINLARDA DEPRESYON

Kadınlarda depresyonun görülme sıklığı erkeklerdekinin iki katıdır. Kadınlarda depresyonun daha sık görülmesinde, hormonal faktörler örneğin menstrüel siklus değişiklikleri, hamilelik, düşük yapma, doğum sonrası dönem, menopoz öncesi ve menopoz rol oynayabilir. Pek çok kadın ayrıca hem evde hem de işteki sorumluluklar, tek ebeveyn olma, çocukların ve yaşlanan ebeveynlerinin bakımı gibi ek stres faktörleriyle karşı karşıyadır.

Kadınlar özellikle bir bebek dünyaya getirdikten sonraki dönemde depresyona duyarlıdır. Hormonal ve fiziksel değişiklikler, yeni bir canlının sorumluluklarıyla birleşince bazı kadınlarda doğum-sonrası depresyona yol açabilir. Geçici ''hüzün'' yeni annelerde yaygın olmakla birlikte, klinik depresyon olağan bir durum değildir ve aktif müdahale gerektirir. Anne bir hekim tarafından izlenirken, ailenin de duygusal açıdan kendisine destek olması, kadının toparlanması ve kendine ve çocuğuna ilgi gösterebilmesi için çok önemlidir.

ERKEKLERDE DEPRESYON

Erkekler kadınlara göre daha az sıklıkta 'depresyon' nedeniyle tedavi için başvururlar. Depresyon erkeklerde tipik olarak umutsuzluk, çaresizlik olarak değil de, aşırı sinirlilik, öfke, kendine güvensizlik şeklinde kendini gösterir. Bu nedenle de teşhis edilmesi güç olabilir. Bir erkek depresyonda olduğunu fark etse bile, bir kadına göre yardım alma konusunda daha isteksiz davranır. Erkeklerin depresyonu çoğunlukla alkol ya da uyuşturucu madde kullanımı ile ya da sosyal açıdan daha kabul edilebilir olan aşırı yoğun çalışma temposu ile maskelenir. Oysa depresyona bağlı olarak kadınlarda intihar girişimi sıklığı daha yüksek olmakla birlikte, erkeklerde ölümle sonuçlanan intihar girişimi oranı kadınlardakinin dört katıdır. Depresyon ayrıca erkeklerde fiziksel sağlığı kadınlardan daha farklı biçimde etkiler. Yeni yapılan bir araştırma depresyonun kadın ve erkeklerin her ikisinde de kalp damar hastalığı riskini artırdığını, ancak yalnızca erkeklerde ölüm oranlarını artırdığını ortaya koymuştur.

Erkeklerin depresyona girmeleri durumunda, tedavi için başvurma noktasında aile üyelerinin cesaretlendirmesi ve desteği çok önem kazanmaktadır.

KLİNİK DEPRESYON BASİTÇE ''HÜZÜN'' DEĞİLDİR

Çoğu kişi depresyonu ''üzüntülü'' ya da ''hüzünlü'' olmakla eşdeğer görür. Depresyondaki çoğu kişi yoğun üzüntü duymakla beraber hastalık yalnızca üzüntü değildir. Gerçekte, çoğu kimsenin inandığının aksine üzüntü bir belirti olarak olabilir ya da olmayabilir. Depresyondaki çoğu kişi gerginlik, sinirlilik, çabuk öfkelenme, sabırsızlık öfke patlamaları yaşar.

DEPRESYON CİDDİ BİR HASTALIKTIR

Depresyon gündelik yaşamınızı bozar ve çok yoğun, gereksiz acı ve ızdıraba yol açar. Klinik depresyon duygularınızı, aile ve arkadaşlarınızla ilişkinizi, işinizi ve yaşama bakışınızı dramatik bir biçimde değiştirir. İhmal edilirse evliliği, arkadaşlıkları, mesleki kariyeri bozabilir. Tedavi edilmediği takdirde umutsuzluk ve hayatın yaşamaya değmediği duygusu uyandırabilir. Bazı hastalarda intihara dahi yol açabilir.

DEPRESYON KİMYASAL BİR DENGESİZLİKLE İLİŞKİLİDİR

Klinik depresyon tıbbi bir hastalıktır. Tıpkı diğer tıbbi hastalıklar gibi, örneğin yüksek tansiyon, mide ülseri gibi klinik depresyonun ortaya çıkışında da çeşitli faktörler rol oynayabilir. Bunlar genetik faktörler, yaşam olayları ve vücuttaki kimyasal değişikliklerdir. Klinik depresyon pek çok durumda beyindeki kimyasal bir düzensizlikle ilişkili görünmektedir. Beyinden diğer organ sistemlerine giden mesajlar (ör. kalp, akciğerler, mide) sinir hücreleri ile taşınır. Sinir yollarında bir sinir hücresinin diğer sinir hücresine ulaştığı yerde ince mikroskobik bir aralık vardır. Mesajlar yani sinir iletileri beyinde ve sinir yolları boyunca bu aralıktan kimyasal ileticiler tarafından taşınırlar. Diğer sinir hücresine ulaştıklarında yollarına devam ederler. Klinik depresyon adındaki tıbbi hastalıkta, bu aralığı geçen kimyasal ileticilerin etkinliği bozulmuştur. Örneğin bu aralığı daha az sayıda iletici geçebilmektedir ve bunlar kimyasal iletiyi diğer hücreye taşımada daha az etkindir. İşte bu bozulmanın klinik depresyonun çeşitli belirtilerinin ortaya çıkmasında rol oynadığı düşünülmektedir.

Anımsanması gereken önemli nokta, klinik depresyonun özgül bir kimyasal bozulmayla ilişkili olan tıbbi bir hastalık olduğu ve tedavi edilebilir olduğudur.

TANI ÖZGÜL BELİRTİ VE BULGULARA GÖRE KONUR

Doktorunuz depresyon tanısını size belirli sorular sorarak ve davranışlarınızı gözlemleyerek koyar. Doktorunuz bu sorgulamayı hastalıkla ilgili olduğu bilinen birtakım belirti ve bulguları gösterip göstermediğinizi anlamak için yapar.

Klinik depresyonu olan kişiler ya süreğen bir mutsuzluk, ya gündelik aktivitelerde ilgi kaybı ya da her ikisini birden yaşarlar.

Belirtiler fiziksel örneğin uyku düzeninde değişme gibi olabilir. Depresif kişiler gece iyi uyuyamazlar ya da sabah çok erken saatte uyanabilirler ve yeniden uykuya dalamazlar. Bazı kişiler de aksine çok uyuyabilirler.

Diğer bir fiziksel belirti de kilo kaybı ya da alımına yol açan iştah değişikliğidir. Hastalar yeterince dinlenmelerine karşın her zaman bitkin hissedebilirler. Fiziksel aktiviteleri de artmış ya da azalmış olabilir.

Belirtiler zihinsel fonksiyonlarla da ilgili olabilir, örneğin konsantrasyon güçlüğü ya da karar vermekte güçlük gibi. Duygularda da sorunlar olabilir, örneğin kendini değersiz ya da suçlu hissetme, intihara yol açabilecek umutsuzluk gibi.

Klinik depresyonla ilişkili olabilen başka belirtiler de vardır. Bazı depresif kişiler çoğu zaman gergin hissederler ya da gerginliklerini fiziksel belirtiler şeklinde yansıtabilirler, örneğin çarpıntı, terleme, titreme gibi. Bazıları da örneğin baş ağrısı, mide ağrısı, sırt ağrısı gibi süreğen ağrı hisseder.

KLİNİK DEPRESYON BİR ZAYIFLIK GÖSTERGESİ YA DA CEZA DEĞİLDİR

Ne yazık ki sağlık çalışanları dışında çoğu kişinin klinik depresyon hakkındaki bilgileri çok sınırlıdır. Bu sınırlılık hastalık hakkında pek çok mit ve yanlış anlamlandırmaların ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Aşağıda, duymuş olabileceğiniz bazı mitleri ve yanlış anlamlandırmaları düzeltmenize yardımcı olacak gerçeklere yer verilmiştir.

Depresyonda olmak ''çıldırmış olduğunuz'' anlamına gelmez.

Depresyon kişisel ya da duygusal bir zayıflık göstergesi değildir.

Depresyon yaşamlarını başarıyla sürdüren güçlü, sağlıklı insanlarda da görülebilir.

Depresyon geçmişte yapmış olduğunuz bir yanlıştan dolayı verilmiş ceza değildir.

Depresyon kendi gücünüzle, bekleyerek, uygun bir tıbbi tedavi almadan geçmez

Depresyonu yalnızca stresi azaltarak, tatile çıkarak, beslenme şeklinizi değiştirerek, daha çok egzersiz yaparak ya da daha fazla vitamin alarak tedavi edemezsiniz.

KLİNİK DEPRESYON TEDAVİ EDİLEBİLİR BİR TIBBİ HASTALIKTIR

Her 5 depresyon hastasının 4 ten fazlası başarıyla tedavi edilebilmektedir. Tedavi başlıca antidepresan ilaç uygulamasından bazen de ek olarak psikoterapiden oluşur. Depresyon hastalarının tedaviye verdikleri olumlu yanıtın yüksek oranlarda oluşu pek çok araştırmayla gösterilmiştir.

Klinik depresyona eşlik eden biyolojik değişiklikler olduğu için, genellikle tedaviye kimyasal dengesizliği düzeltmeye yönelik bir ilaçla başlamak en iyisidir. Bazı kişilere özellikle de ilaçla kısmen rahatladıktan sonra psikoterapi uygulanabilir. Çalışmalar klinik depresyonun tedavisinde antidepresan (AD) ilaç kullanımının en etkin yöntem olduğunu göstermiştir.

ANTİDEPRESANLAR KLİNİK DEPRESYONU TEDAVİ EDER

Antidepresan ilaçlar klinik depresyonla ilişkili kimyasal dengesizliği düzeltmek için uygun ilaçlardır. Antidepresanlar bunu beyin hücreleri arasındaki kimyasal ileticilerin hücreler arası mesafeyi geçişini kolaylaştırarak yapar. AD' lar ''mutluluk hapı'' değildir. Bilimsel araştırmalar ve klinik deneyimlerin de gösterdiği gibi bağımlılık yapmazlar. İyileşebilmek için AD kullanımıyla ilgili olarak doktorunuzun önerilerine uymanız gereklidir.

ANTİDEPRESAN İLAÇLAR KADEMELİ OLARAK KENDİNİZİ İYİ HİSSETMENİZİ SAĞLAYACAKTIR

AD ilaç tedavisi siz ve doktorunuz karar verdikten sonra en kısa sürede başlamalıdır. AD kullanmaya başladıktan sonra depresyon belirtileri birkaç hafta içinde ortadan kalkmaya başlayacaktır. Bu süre zarfında ilacınızı söylendiği şekilde kullanmaya devam etmeli ve ilacın işe yaramadığını düşünmemelisiniz. İyileşmeniz kademeli olarak gerçekleşecektir. Bazen siz henüz fark etmeden arkadaşlarınız ya da aileniz düzelmeyi fark edecektir.

DOKTORUNUZ SÖYLEMEDEN ANTİDEPRESAN İLACINIZI KESMEYİNİZ

Çoğu hastanın düzeldikten sonra da 6 ay – 1 yıl ya da daha uzun bir süre AD kullanması gerekmektedir. Tedavinin sonlanma kararını en iyi verecek kişi doktorunuzdur. Doktorunuzla konuşmadan ilaç almayı kesmemelisiniz. İlacın aniden ya da erken kesilmesi depresyonun yinelenmesine yol açabilir.

HASTALIĞINIZIN SEYRİNİN İZLENEBİLMESİ İÇİN DOKTORUNUZLA GÖRÜŞMEYİ SÜRDÜRMELİSİNİZ

İlaç kullandığınız dönemde doktorunuz durumunuzu izlemek ve gerektiğinde ilaçla ilgili değişiklik yapmak için düzenli olarak sizinle görüşmek isteyecektir. Diğer ilaçlarla olduğu gibi AD lar da bazı kişilerde yan etkilere yol açabilirler. Bu yan etkiler genellikle geçici ve tehlikesizdir. Siz yine de her yan etkiyi doktorunuza bildirmelisiniz.

İyileştikten sonra eski belirtiler tekrar ortaya çıkarsa doktorunuzla temas kurmalısınız. Doktorunuz nelere dikkat etmeniz gerektiğini söyleyecektir. Klinik depresyon tıpkı ülser hastalığı gibi yineleyebilir. Yinelenmesi halinde de ilk seferinde olduğu gibi etkin bir şekilde tedavi edilebilir.

KENDİNİZİ İYİ HİSSEDİNCEYE KADAR

İlaçlar etkinliğini gösterene kadar klinik depresyonla birlikte yaşamak çok zor olabilir. Yorgunluk, üzüntü, aşırı sinirlilik, ve diğer belirtiler bu tıbbi hastalıktan kaynaklanmaktadır. Durumu göğüslemeye çalışın ve önceden yapabildiğiniz her şeyi şimdi yapamadığınız için kendinizi suçlamayın. Depresyon ortadan kalktıktan sonra tekrar eski performansınızı yakalayabileceksiniz.

Sizi umutsuzluğa sürükleyen negatif düşüncelerin, bu tıbbi hastalığın belirtileri olduğunu ve tedavi etkisini göstermeye başladıktan sonra ortadan kalkacağını aklınızdan çıkarmamalısınız.Bu süre zarfında kendinizi daha iyi hissedinceye kadar işinizle ilgili değişiklik yapmak ya da birlikteliğinizi ya da evliliğinizi sonlandırmak gibi yaşamınızla ilgili önemli kararlar almaktan kaçının.

Yalnız kalmak isteseniz bile, aileniz ya da arkadaşlarınızla birlikte hoşlandığınız birtakım aktivitelerin içinde olmak size iyi gelecektir. Eğer bu aktiviteler başlangıçta moralinizde belirgin bir farklılık yaratmazsa hayal kırıklığına kapılmayın.

UMUDU ASLA YİTİRMEYİN

AD lar klinik depresyonun belirtilerini yavaş yavaş ortadan kaldıracaktır. Tam olarak iyi hissetmeniz zaman alacaktır. Bazen en iyi yanıtı almak için ilaçlarda ayarlama yapmak ya da değişiklik yapmak gerekebilir. Fakat unutmamalısınız ki depresyon tedavi edilebilir, tıbbi bir hastalıktır ve yaşamdan kısa sürede yeniden zevk almaya başlayacaksınız.

Bu tıbbi hastalıkla ve tedavisiyle ilgili aklınıza takılan her şeyi çekinmeden doktorunuza sorabilirsiniz. Doktorunuz klinik depresyon ve tedavisi konusunda en güvenilir bilgi kaynağınızdır.

AİLE VE ARKADAŞLARA BİR NOT

Depresyonu olan kişilerin yorgunluk, günlük aktivitelere ilgisizlik, üzüntü, ya da sinirli oluşunun tıbbi bir temeli olduğunu unutmayın. Onu ''kendisine yardım etmek istememekle'' suçlamayın. Klinik depresyon yakınların yardımıyla silkinip atılamayacak tıbbi bir hastalıktır. Depresyonu olan bir kişi ilaç tedavisi etkisini göstermeye başladıktan sonra aşamalı olarak daha iyi hissetmeye başlayacaktır.

Bu süre zarfında, antidepresan tedaviyle belirtiler yatışana dek, destekleyici ve anlayışlı bir tutumla hastaya yardımcı olabilirsiniz. Arkadaşınızı ya da yakınınızı bir zamanlar yapmaktan hoşlandığı rutin aktiviteleri ( örneğin yemeğe çıkmak, sinemaya gitmek, yürüyüş, spor gibi ) sizinle birlikte yapması için cesaretlendirin. Fakat hastanın bu aktivitelerden eskisi kadar zevk almayabileceği konusunda anlayışlı olmalısınız. Hastaya ayrıca doktoru ile randevularına düzenli gitmesi, herhangi bir sorunla karşılaştığında doktoru araması ve önerilen tedaviye tam olarak uyması konusunda da yardımcı olabilirsiniz

23 Ekim 2007 Salı

Bademcik iltihabı

Bademcik nedir ?
Bademcikler ağız içinde boğazımızın her iki yanında bulunan bağışıklık dokularıdır. Bunlar vücudun savunma sisteminin bir parçasıdırlar. Bademcikler vücuda giren mikroplarla savaşmak için antikor denilen maddelerin oluşumunda rol oynarlar. Bademcikler her insanda iki tanedir.

Bademcik iltihabı nasıl olur ?
Mikrop ve bakterilerle karşı karşıya kalan bademcikler iltihaplanırlar ve sık sık iltihaplanma sonrası da boyutları artar. Her iltihaplanma bademcikleri büyütür ancak uygun tedavi sonrası tekrar küçülür. Ancak iltihabın görünümü her zaman aynı olmaz. Bazen hafif kızarıklık görülürken, bazen bademciklerin üzeri beyaz ve sarı tabaka ile kaplanır. Üzeri gözenekleşir. Nokta tarzında iltihaplar görülebilir. Başka tablolar ile karışımını önlemek için mutlaka bir Kulak Burun Boğaz Uzmanınca görülmelidir.

Bademcik iltihabı nasıl belirti verir ?
Boğaz ağrısı, yutma güçlüğü, yutma sırasında takılma hissi, ateş, halsizlik, ağızda kötü koku, boyun bezelerinde şişme, konuşma değişikliği gibi yakınmalar bademcik iltihabını düşündürmelidir.

Bademcik iltihabında antibiyotik kullanmak gerekli midir ?
Evet. Antibiyotikler sayesinde son yıllarda bademcik iltihabı fazla sorun yaşanmadan tedavi edilebilmektedir. Ancak bunun içinde "boğaz kültürü" diye bilinen hastalandırıcı mikrobun tipinin belirlenmesi çalışmalarının yapılması yerinde olur. Özellikle sık yineleyen olgularda "boğaz kültürü" mutlaka gerekir. İltihap ortadan kaldırılsa da bazen bademciğin büyüklüğü ortadan kalkmayabilir.

Bademcikler ne zaman ameliyat edilmelidir ?
Bademcikler geçirdikleri sık iltihaplar sonrası artık savunma sisteminin bir parçası olmaktan çıkıp kendileri vücudu zayıf hale getiren birer yapı olurlar. O zaman ameliyatla alınmaları gerekir. Mikrop üreten konumda oluşları dışında solunumu ve yutmayı engelleyecek denli büyük bademcikler de alınmalıdır. Yine kendi iltihapları sonucu yakın organlarında hastalanmalarına yol açan konuma gelmiş iseler alınmaları gerekir. Bu gibi durumlarda doktorunuz operasyon için gerekli tetkikleri yapacak ve öneride bulunacaktır.

Ameliyat uyutularak mı yapılır ?
Çocuklarda mutlaka genel anestezi ile yapılır. Ancak uyum gösterebilecek ve 18 yaşın üzerindeki erişkinlerde çoğu kez lokal anestezi ile ameliyathane gibi donanımlı ortamlarda yapılması tercih edilir.

Bademcik ameliyatı risklimidir ?
Her operasyon olduğu gibi bu ameliyat da risklidir. Bu risk anesteziden kaynaklanacağı gibi ameliyatın kendisinden de kaynaklanabilir. Bademcik ameliyatı, doku çıkarıldıktan sonra kesi yeri dikilmeyen, açık bırakılan iki saha bırakır. Bu sahalar bir süre açık kalır ve kabuklanıp iyileşir. Kanama bu ameliyatın en önemli riskidir. Ancak teknolojik gelişme bu konuyu da en aza indirmiştir.

Bademcikler alınınca vücudun savunma sistemi zayıflamış olmuyor mu ?
Hayır. Çünkü vücutta savunma sistemine destek olan pek çok organ ve oluşum vardır. Bademcikler bunlardan sadece birisidir.

Alınan bademcikler yeniden büyür mü ?
Hayır. Bu yanlış bir değerlendirmedir. Yeterli şekilde alınmamış bademciklerde kalıntıların büyümesi bazen bademciğin büyümesi olarak düşünülür. Yeterli alınan bademcik tekrar büyümez.

Bademcik alınınca daha sık hasta olunur mu ?
Hayır. Bademcikler alınınca savunma sistemi vücudun başka kaynaklarını harekete geçirir. Ancak bademcikleri alınan hastalar, soğuk yiyecek ve içecekleri daha fazla tüketirlerse sonuçta sıklıkla yutak iltihabı (=farenjit) geçirirler.

Bademcik ameliyatı sonrası kanama ne zaman olur ?
Ameliyat sonrası kanama sıklıkla ameliyattan uyanma sırasında ıkınma, zorlanma gibi karın içi basıncın ve damar basıncının artması sonucu görülür. Bu nedenle ameliyattan sonraki ilk saatler önemlidir. Ancak ilk yirmidört saat hatta 7-10 gün sonra bile kanama görülebilir. Bu ameliyat hastanede yatmayı gerektirmeyen ameliyat olmasına karşın, kanama durumunda ailenin telaşlanmasının önüne geçmek için 24 saat hastanede yatırılması da mümkündür.

Ameliyat sonrası kontrol gerekir mi ?
Evet. Hastanın kontrolü cerrahınıza göre değişik zamanlarda yapılacaktır. İlk hafta görülür ve hastaya ameliyat yerindeki beyaz kabuklanmaların normal olduğu tekrar belirtilir.

Ameliyattan sonra ilaç kullanmak gerekir mi ?
Evet. Ağrı kesici genellikle verilir. Bu ilaç genellikle şurup ya da damla şeklinde olur.

Yiyeceklerin sindirim süreleri

Yediklerimizi ne kadar süre içinde sindirebildiğimizi bilirsek, spor, uyku gibi herhangi bir faaliyete başlamadan önceki öğünlerimizi daha bilinçli düzenleyebiliriz.


Örneğin uzun bir işe, yürüyüşe veya spor gibi yüksek performans gerektiren bir işe başlamadan bir saat öncesinde bir şeyler yememiz gerekiyorsa, sindirimi bir saat içerisinde tamamlanabilecek besinleri tercih etmeliyiz. Genel bir fikir vermesi açısından besinlerin sindirim süreleri şu şekilde özetlenebilir:


1 saatte sindirilebilenler: Su, çay, kahve, enerji yiyecekleri, sporcular için özel hazırlanmış karbonhidrat konsantreleri.


2 saatte sindirilebilenler: Süt, kakao, yoğurt, et püresi, beyaz ekmek, muz, müsli/corn flakes tarzı kahvaltılık tahıllar, hafif sebze, prinç/pilav, alabalık protein konsantreleri.


3 saatte sindirilebilenler: Siyah ve karışık ekmekler, kek, patates, yumurta, büyükbaş hayvan ve koyun eti, tavuk, sebze, elma.


4 saatte sindirilebilenler: Sosis, salam, hindi, dana kızartması, biftek, fındık-fıstık.


5 saatte sindirilebilenler: Kabuklu yemişler, kızartmalar, patates kızartması.


6 saatte sindirilebilenler: Pastırma, mantar, ton balığı.


7 saatte sindirilebilenler: Kaz eti, sardalya, tuzlama balık.

21 Ekim 2007 Pazar

Yürümek Her Derde Deva

Yürümek Her Derde Deva

ABD’de yapılan araştırmalara göre, yürümenin insan sağlığına pek çok yönden yararlı olduğu tespit edildi. Düzenli olarak yürüyüş yapmanın, kasların kuvvetlendirilmesinden, düşünce potansiyelini arttırmaya, yaşlanma sürecini geciktirmekten zayıflamaya kadar birçok yararı olduğu ifade ediliyor.


Mayo Klinik tarafından yayınlanan rapora göre, yüzyıllardır doktorlar tarafından bir tedavi yöntemi olarak kullanılan yürüyüşün sağlıklı olması için düzenli ve programlı yapılmasında fayda var. Düzenli bir yürüyüş için de kısa ve uzun dönemli gerçekçi hedefler koymak, tepeden tırnağa kadar kullanılacak malzemenin kaliteli ve iyi seçilmesinin göz önünde tutulması gerekiyor. Uzmanların bu konudaki tavsiyeleri şöyle:
- Amaç kilo vermekse vücut sentetik maddelerle sarılmalı
- Doktordan uygun görüş alınmadan böyle bir programa başlanmamalı
- Yemeklerden sonra uzun ve tempolu yürüyüşlerden kaçınılmalı
- Herhangi bir rahatsızlık hissedildiğinde yürüyüş bırakılmalı
- Yürüyüş, akşam yemeğinden en az 2 saat sonra yapılmalı
- Diyabet, tansiyon yüksekliği, kalp ve karaciğer rahatsızlığı ya da kronik rahatsızlığı olanlar yorucu ve uzun yürüyüşlerden kaçınmalı.”
Bu tavsiyelere uyulması halinde düzenli bir yürüyüş programının vücuda yararları ise şöyle:
- Kan akışının hızlanması, kan dolaşımının iyileşmesi, kalp, damar ve beyin rahatsızlıklarının giderilmesi
- Vücudun tüm kaslarının güçlenmesi
- Kalp kasılması ile meydana gelen kan miktarının artması ve dinlenme esnasında nabzın azalması
- Kan basıncının düzenlenmesi
- Hareket ve stres anında tansiyonun yükselmesinin önlenmesi
- Şişmanlığın önüne geçme
- Barsak hareketlerinin arttırılması ile sindirimin kolaylıkla sağlanması
- Beyine giden oksijen miktarının artması ile zihinsel keskinlik ve düşünce potansiyelinin artması
- Lenf dolaşımını düzene sokma
- Akciğerlerin hava kapasitesini arttırma
- Hareketlilik veya dinlenme sırasında metabolizmayı uyararak sürekli dinç tutma
- Travma sonrası toparlanma sürecini hızlandırma
- Kandaki yağ oranını düşürme
- İyi ve kötü huylu kolestrol dengelerini düzenleme
- Vücuttaki tüm organlar arasındaki koordinasyonu düzenleme
- Eklemlerin esnekliğinin artması, bel ve boyun ağrılarının hafifletilmesi
- Kemiklerin sertleşmesi
- Vücudun hastalıklara karşı dayanıklılığının artması ve bağışıklık sisteminin direncinin artması
- Yorgunluğun hafiflemesi
- Uykusuzluk sorununun giderilmesi ve bünyesel rahatlamanın sağlanması
- Vücudun endorfin adı verilen keyif hormonlarını hareketlendirme
- Yaşlanma sürecinin geciktirilmesi ve deriye zinde bir görünüm kazandırma
- Moral, özgüven ve iyimserliğin artması.”

Sigaranın Gebelik Dönemindeki Zararları

Sigaranın Gebelik Dönemindeki Zararları

Hamilelikte içilen sigara;
1-Bebekte fiziksel ve beyin gelişimini engeller
2-Doğumda ve doğum sonrası hastalık ve ölümlerin artmasına sebep olur
3-Bebeğin rahim içi gelişimini engeller
4-Erken ve ölü doğum yapma riskini arttırır
5-Sigara içen annelerin bebekleri, sigara içmeyen annelerin bebeklerine oranla boyları 1-4 cm daha kısa, kiloları 200-300 gr. daha azdır.
6-Bebeklerin erken doğum sıklığı artar
7-Doğum sonrası bebek ölümleri daha fazla görülür
Sigara içen annelerin çocuklarında, anne karnında yeterli oranda oksijen olmamasına bağlı olarak zeka geriliği görülebilmektedir.