30 Temmuz 2007 Pazartesi

Bel fıtığı tedavisinde yanlış ve doğrular

Bel fıtığı tedavisinde yanlış ve doğrular

Bel fıtığı günümüzde en yaygın sağlık sorunlarından biri. Çok sık rastlanmasına rağmen bu hastalığı yeterince tanımıyoruz.

Bu nedenle belfıtığı tedavisinde yanlış bilinenleri sıraladık; tabii, bilimsel doğruları da...

Yanlış: Sert yerde yatmak bel ağrılarını giderir.Bel fıtığı oluşunca mutlaka ya yerde yatmalı ya da yatağın altına tahta koyup öyle yatmalı.
Doğru: Sert yerde yatmak sırt ve bel kaslarının tutulmasına neden olduğu için yarar yerine zarar getirir. İyi bir yaylı yatakta, tercihen yarı ortopedik bir yatakta yatmak en iyisidir.

Yanlış: Mutlaka sırtüstü yatılmalıdır.
Doğru: Hastanın en rahat ettiği pozisyon en iyisidir. Hastalar genellikle yan yatıp bacaklarını karınlarına doğru çektiklerinde daha rahat ederler, çünkü bu pozisyonda yatarken omurların arası açılacağından bacak sinirlerine olan bası azalır. Eğer hasta sırtüstü yatmak isterse belinin altına bir yastık koyması ve bacaklarını yüksek bir yere uzatması daha uygun olur.

Yanlış: Tuvalet ihtiyacı dışında kalkmadan 20-25 gün kesin yatak istirahati yapılmalıdır.
Doğru: İki gün yatak istirahati yeterlidir.Eğer hasta rahatlamazsa bir sonraki tedavi aşamasına geçilmelidir. Uzun süre yatmak hastada depresyona yol açabilir, depresyonun tedavisi bel fıtığının tedavisinden daha zordur.

Yanlış: Yürüyüşten, merdiven çıkıp inmekten kaçınmalı, daha çok oturmak tercih edilmelidir.
Doğru: Oturmak bele binen yükü arttırır, onbeş yirmi dakikadan fazla sürekli oturulmamalı, sık sık vücudun pozisyonu değiştirilmelidir.

Yanlış: Sürekli korse takmak beli toparlar, bele binen yükü azaltır.
Doğru: Omurga kırıkları ve kaymaları dışında sürekli korse takmak zararlıdır, beldeki kasların zayıflamasına yol açar.

Yanlış: Bel çektirme ile bel fıtığı geri gider, hasta rahatlar.
Doğru: Bel çektirme sadece omurların arka uzantılarının birbirleri arasında yaptıkları eklemlerdeki kaymalarda faydalıdır. İleri derecede bel fıtığı olan kişilere yapıldığında fıtığın kopmasına ve hasta için felç tehlikesinin ortaya çıkmasına sebep olur.

Yanlış: Bele balık bağlama, bardak çekme, masaj gibi alternatif yöntemler fıtığı yerine sokar.
Doğru: Bu gibi alternatif yöntemler sadece beldeki kan dolaşımını arttırır, böylece beldeki kaslar gevşer, hastada geçici rahatlama olur, fıtık üzerine bir etkisi olmaz.

Yanlış: Fizik tedavinin yapıldığı yer çok önemlidir.
Doğru: Fizik tedavinin yapıldığı yerin önemi vardır, ama yakınlığı çok daha önemlidir. Hastanın fizik tedaviden sonra üşütmeden, yorulmadan eve gitmesi gereklidir.

Yanlış: Fizik tedavi esnasında ağrı olursa bırakılmalıdır.
Doğru: Fizik tedavinin özellikle ilk üç gününde ağrıların artması normaldir, sabırla devam edilmelidir.

Yanlış: Fizik tedavinin etkisi ancak birkaç ayda belli olur.
Doğru: İlk on seans sonucunda hastanın ağrılarında bir gerileme olmuyorsa fizik tedaviyi sürdürmenin bir anlamı yoktur. Bir sonraki tedaviye geçilmelidir.

Yanlış: Mesai saatleri içinde fizik tedavi yapılabilir.
Doğru: Fizik tedavi bitiminde mutlaka yarım saat kırk beş dakika uzanıp ondan sonra normal yaşama devam edilmelidir.

Yanlış: Bele iğne yapılması bel fıtığını yok eder.
Doğru: Bele iğne yapılması hastanın ağrılarını geçici olarak yok eder, tamamen geçirmez. Yapılacak kortizonun birçok yan etkisi olduğu unutulmamalıdır.

Yanlış: Bel fıtığı ameliyatı çok risklidir, hastaların çoğu ya sakat kalır ya da kısıtlı bir yaşam sürdürmek zorunda kalır.
Doğru: Mikrocerrahi ile ve iyi bir beyin cerrahı tarafından yapılan bel fıtığı ameliyatlarının sakat kalma, felç olma gibi bir riski yoktur. Ameliyat hastayı daha rahat hareket edebilmesi için yapılır, onun hareketlerini kısıtlamak için değil.

Yanlış: Bel fıtığı ameliyatlarında hasta mutlaka narkoz almak zorundadır.
Doğru: Artık epidural anestezi ile hasta uyumadan da ameliyat yapılabilmekte, hastalar ameliyat sırasında sohbet edebilmekte, ayaklarını oynatabilmektedir. Bu yöntem sayesinde ameliyat sonrası uyanamama, bulantı, kusma gibi sorunlar oluşmamaktadır. Hasta ayağını oynatabildiği için ameliyat sırasında güç kontrolü de yapılabilmektedir.

Yanlış: Bel fıtığı ameliyatından sonra en az üç ay seyahat edilmez, araba kullanılmaz.
Doğru: Bel fıtığı ameliyatından sonra hastanın tatile veya bir seyahate çıkması istenilen bir durumdur. Hasta uçakla veya trenle ameliyatın gecesi, arabayla veya otobüsle ameliyattan iki gün sonra uzun yolculuğa çıkabilir. Ameliyattan bir hafta sonra tatil yapabilir, eğer İstanbul trafiği gibi stresli bir yerde değilse ameliyattan birkaç gün sonra araba kullanabilir.

Yanlış: Bel fıtığı ameliyatından sonra cinsel güç azalır, zaten ameliyattan sonra en az üç ay cinsel perhiz uygulanmalıdır.
Doğru: Bel fıtığının varlığı cinsel gücü azaltır, onun ameliyatla alınması zamanla kaybolanları geri döndürür. Ameliyat sonrası cinsel perhiz ise sadece on günlüktür.

Yanlış: Ameliyat sonrası futbol, kayak, tenis gibi sporlar bir daha yapılamaz, denize girilemez.
Doğru: Ameliyattan bir hafta sonra deniz ve havuz tedavi için yararlı girişimlerdir, yürüyüş ve yüzme hastanın normal yaşama dönmesini hızlandırır. Zıplayıcı sporlar iyileşmeyi geciktirdiği için iki ay süreyle yasaklanır, sonra spor öncesinde iyice ısınmak kaydıyla serbest bırakılır.

Yanlış: Sadece bel ağrısı belirtisi olan bel fıtığında ameliyat olunmalıdır.

Doğru: Bel fıtıklarının %90'ı ameliyatsız iyi edilebilmektedir. Sadece bel ağrısı veya uyuşma için ameliyat yapılamaz.

Yanlış: Bel ve bacak ağrımız varsa öncelikle ortopedi, nöroloji veya dahiliye uzmanına başvurmak gerekir.
Doğru: Bel ve bacak ağrımız varsa öncelikle beyin cerrahisi uzmanına başvurmak gerekir.

Cinsellik hakkında soru sorduğunda azarlamayın

Çocukların cinsellik konusunda sağlıklı bir biçimde bilgilendirilmesi çok önemli. Anne ya da baba çocuğu cinsellikle ilgili bir soru nedeniyle azarlarsa çocuğun suçluluk hissetmesi, cinselliğin, ayıp,günah veya pis bir şey olduğunu düşünmesi kaçınılmaz hale geliyor.

Bu düşüncelerin çocuğun ileriki cinsel yaşamını olumsuz yönde etkileyebileceğini söyleyen pedagog Zehra Yılmaz, verilmesi gereken eğitimin sınırlarını şöyle çiziyor:

'Soru sorduğunda doğru, açıklayıcı ve anlayabileceği şekilde cevap verilmelidir.Cevaplar çocuğun merakını gidermeli ve doyurucu olmalıdır. Fazla ayrıntılı bilgi vermek kafasını karıştırmaktan başka bir işe yaramaz. Susmak, konuyu değiştirmek ya da azarlamak da doğru değildir'

Sünnet kıyafeti giydirmeyin

Arif Verimli yaptığı açıklamada, Türkiye’de, özellikle okulların tatile girmesiyle birlikte her yıl olduğu gibi bu yıl da sünnet sezonunun başladığını belirtti. Sünnetin ciddi törensel geleneklerle süren dinsel bir tören olmasının yanında psikoseksüel bir olay da olduğuna işaret eden Verimli, “İnsanın psikolojik ve cinsel gelişim evrelerinde 0-1 yaş arası ağızcıl dönem, 1-3 yaş arası anal dönem ve 3-6 yaş arasında da ödipal dönemdir' dedi.



Bu dönemleri herkesin 0-6 yaş arası mutlaka geçirdiğini ve bu dönemde kişilik ve cinsel yapılanmanın çok büyük bir oranda oluştuğunu dile getiren Verimli, ödipal dönemde çocukların somut olarak cinselliklerinin farkına vardıklarını da söyledi. Verimli, erkek çocukların cinsel organını tanırken, kızların kendisinde neden bir erkeklik organı olmadığını sorguladıklarını ifade ederek, bu dönemde ortaya çıkan kompleksin mutlaka çözümlenmesi gerektiğini belirtti. Verimli, bu dönemde yapılacak olan sünnetin çocukta travma etkisi yaratabileceğini bildirdğ.

Verimli şunları söyledi:



“Gerçek ile düşü ayıramayan, somut düşünce özelliklerine sahip çocuğun bilinçaltında mantık dışı ve ileride yaşamını etkileyebilecek komplekslerin gelişmesine yol açabileceğinden 2-6 yaş arasını, sünnet için doğru bulmuyorum. Sünnet için en doğru yaş 0-1 yaş arası ve 7-9 yaş arasıdır.



“ÇOCUĞUNUZA SÜNNET KIYAFETİ YERİNE TAKIM ELBİSE GİYDİRİN”

Bir diğer uyarım ise, sünnet kıyafetlerinin abartıdan, fantazyadan (kral, prens, padişah kostümleri) seçilmemesidir. Daha şık ve erkeksi bir takım elbise erkek çocuk için daha yapıcı bir ödüldür. Sünnet süresince yapılacak geziler, eğlenceler de motive edicidir ancak sünnetin bir sağlık durumu gibi ele alınması ve çocukla bir yetişkin gibi konuşulması travma etkisi yaratmasını daha kolay engelleyebilir. Toplu sünnet şölenlerini çocuğa daha küçücük yaşında bir ayrımcılık yarattığı ve herkesin gözü önünde stadyum gibi alanlarda –ki bu çocuğa kurban bayramını çağrıştırır- yapıldığı için doğru bulmuyorum. Oysaki daha sağlıklı olan bir belediyenin ve ya bir kurumun bir doktorla sezonluk anlaşıp, randevu alarak bir klinikte, muayenehanede veya hastanede sünnetlerin gerçekleştirilmesidir. Sünnet bir sağlık olayıdır, bir psikoseksüel süreçtir. Ailelerin çocuklarının gelecekteki kişilik ve cinsel gelişimleri için sünneti çok dikkate almaları gerekir.

Önce metabolizma hızı sonra diyet

Zayıflamak umuduyla başladığınız diyette ne kadar başarılı olacağınızı ve hangi diyeti tercih etmeniz gerektiğini metabolizma hızınız belirliyor. "Her bireyin enerji ihtiyacını doğru şekilde saptayabilmek, sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenmesini sağlayabilmek için metabolizma hızının ölçülmesi gerekiyor" diyen Diyetisyen Yasemin Batmaca, şu tavsiyelerde bulunuyor:

* Metabolizma hızını ölçerek, bu hızı yavaşsa artırmak hedefiyle, diyetisyen kontrolünde beslenme önerileri verilmeli. Bu nedenle diyete başlamadan önce oksijen tüketimi ile gerçekleştirilen metabolizma ölçümü yaptırılmalı. 10 dakika süren bu ölçümde; burun tıkalı oluyor ve tüm solunum tek merkezden (ağızdan) yapılıyor. Metabolizmanın temeline dayanan 'oksijen' tüketim kapasitesine göre, metabolizma hızı ölçülüyor.

BAHARATLARLA HIZLANIN!
* Diyetler de metabolizma hızına göre yapılmalı. Diyetin enerji miktarına karar verdikten sonra, kişinin ihtiyaçlarına göre şekillendirip bir beslenme programı önerilmeli. Fakat metabolizma hızı ölçülmeden verilen diyet, kişiye özel kabul edilemez.

* Kişiye özel olmayan, hatalı veya düşük enerjili diyetlerin yapılması nedeniyle yaşanan kas kayıpları sonucunda metabolizma yavaşlar. Böyle olunca da diyet bitince kilo alınır.

* Günde 800 kalori ve altını öneren şok diyetler, metabolizması hızlı olanlar için diyetten çok eziyet yaratır. Bu kişiler günlük 1000-1200 kalori içeren diyet yaptıklarında zayıflamaya başlar. Onun altında verilen diyet metabolizmalarını iyice yavaşlatarak kilo vermelerini engeller.

* Beslenmenizde kırmızı acı biber, turp ve hardal gibi baharatları kullanarak metabolizma hızınızı arttırabilirsiniz. A, C ve E vitamini içeren meyve ve sebzelerde bol miktarda antioksidan bulunur. Yine bu meyve ve sebzelerin yüksek posa ve karbonhidrat içeriği, kan şekerini dengeleyip bağırsakların çalışma hızını artırır.

* Metabolizma hızınız eğer ölçülmediyse uyguladığınız diyet 'size özel' olmaz.

* Eğer metabolizma hızınız oksijen tüketiminizle bilimsel temelde tesbit edilmeden düşük enerjilibir diyet uyguluyorsanız; hatalıolan bu diyet nedeniyle metabolizma hızınız yavaşlayabilir.

* Yaptığınız diyet yüzündenmetabolizmanız yavaşlamışsa veherhangi bir şok diyet uygulamışsanız maalesef 'kilo alma adayı'haline gelebilirsiniz.

* Metabolizma hızına göre hazırlanmayan bir diyetle kilo vermeniz, şansa bağlıdır.

* Bu durumda metabolizmahızı ölçülmeden, denemeyanılmayöntemiyle kilo vermiş oluyorsunuz. Oysa ki diyet denenmemeli!

* En önemlisi; aşırı düşük enerjili diyetler, gelecekte bazı kansertürlerine davetiye çıkarabilir.

Yüksek tansiyon hastaları sık sık duş almalı

Aşırı sıcakların geri gelmesi, hipertansiyon hastalarının sağlığını olumsuz etkiliyor. Kan basıncının sağlık açısından sakıncalı olan değerlere yükselmesiyle ortaya çıkan hipertansiyon için alınacak en önemli tedbirin sık duş olmak olduğu bildirildi.

Acıbadem Bursa Hastanesi'nden Kardiyoloji Uzmanı Dr. Cem Heper, hipertansiyonda, kan damarlarının kan basıncını ayarlama görevini yapamadığını belirterek, ısı artışlarına karşı hastaların sık sık duş almasını önerdi.

Isı artışına bağlı olan sorunların, hipertansiyonlularda çok daha sık görüldüğünü belirten Dr. Heper, hipertansiyon hastalarının her hangi bir sağlık sorunu ile karşılaşmadan önce, kendi vücut özellikleri ve kullandığı ilaçların etki mekanizmaları ile ilgili gerekli bilgileri doktorlarından öğrenmeleri gerektiğini belirtti.

GÜNEŞ GİDİNCE EGZERSİZ YAPIN

Hipertansiyon hastalarının aşırı sıcaklarda laması gereken önlemleri anlatan Dr. Cem Heper, bunları şöyle sıraladı:

"Terlemeyi önlemeyen hafif ve pamuklu giysiler giyin. Bol sıvı almaya özen gösterin. Özellikle öğle saatlerinde açık havada güneş altında kalmamaya çalışın. İlaçlarınızı düzenli kullanın. Akşam veya sabah serinliğinde düzenli egzersizlerinize devam edin. Sık sık duş almaya özen gösterin."

AŞIRI SICAKLARDA İLAÇLARI AKSATMAYIN

Kan basıncının ani yükselmelerinde en yakın acil servise veya hastanın hekimine ulaşılmasının son derece önem taşıdığını belirten Heper, "Zaman kaybetmek, istenmeyen olaylara neden olabiliyor. Bilinçsiz kullanılan tansiyon düşürücü ilaçlar, kalp krizleri veya böbrek yetmezlikleri gibi hayatı tehlikeye sokucu sonuçlara yol açabiliyor. Bu nedenle hekim tavsiyesi olmadıkça ilaç kullanılmamasında yarar var. Hastanın taşınması veya gelecek ilk yardım beklenirken serinletilmesi ve dinlendirilmesi en iyi yardımdır. Isı artışı olan günlerde ilaçların düzenli kullanılması büyük önem taşıyor. İlaç yeterli gelmiyorsa, hekimin hastayı değerlendirmesi ve tedavisini bulgularına göre ayarlaması gerekiyor." diye konuştu.

ANİ SICAKLIK DEĞİŞİMİ DE ZARARLI

Hipertansiyonu oluşturan mekanizmalara göre hastalığın 3 gruba ayrıldığını belirten Heper, bunları, "Su tutulumunun ön planda olduğu hipertansiyon, sinirsel etkinlik artışının ön planda olduğu hipertansiyon, hem su tutulumunun, hem de sinirsel etkinlik artışının bir arada olduğu hipertansiyon." şeklinde sıraladı.

Su ve tuz atılımının arttığı havalarda, su ve tuz atılımını etkileyen ilaçları kullananların dikkatli olması gerektiğini belirten Dr. Heper, "Bu gruptan ilaçlar kullananların susuz kalmamaya dikkat etmeleri özellikle önemlidir. Sıcak krampları, halsizlik ve kan basıncındaki düşmeler sıvı kaybının fazla olduğunu gösteren son derece önemli bulgulardır. Bu durumlarda hemen doktorunuza başvurmanız önemli" şeklinde konuştu.

Heper, şunları kaydetti: "Sıcaklık artışlarından korunmak için klimalı odalara saklanmak ve ani sıcaklık değişimlerine maruz kalmak, hipertansiyon hastalarının sıcağa uyum yeteneklerinde azalmaya yol açacağı için yarar yerine zarar getirebiliyor. Sinirsel mekanizmalı veya karışık mekanizmalı hipertansiyonu olanlarda, ani ısı değişikliklerine damar sisteminin vereceği yanıtlar çok farklı olabiliyor. Ani tansiyon düşmeleri gibi, ani tansiyon fırlamaları görülebiliyor. Bu reaksiyonların önlenmesinde genel önlemlerin yanı sıra ilaç tedavisinin de önemi büyük. Bu nedenle hipertansiyon hastalarının, her hangi bir sağlık sorunu ile karşılaşmadan önce, kendi vücut özellikleri ve kullandığı ilaçların etki mekanizmaları ile ilgili gerekli bilgileri hekiminden öğrenmesi gerekiyor."

Çalışan anneler obeziteye dikkat!

İngiltere’de yapılan bir araştırma, üst gelir grubuna ait aileler ve anneleri çalışan çocukların obez olma riskinin yüksek olduğunu ortaya koydu.

Merkezi Londra’da bulunan Ulusal Tıbbi Araştırmalar Konseyi’nin BBC’nin internet sitesinde yayınlanan araştırmasına göre, üst gelir grubuna sahip ailede doğan, özellikle de annesi çalışan çocukların, yaşamlarının ilk üç yılında fazla kilolu ya da obez olma riskleri yükseliyor.

Londra’da 13 bin bebeğin 0-3 yaş dönemindeki fiziksel aktiviteleri ve beslenmelerinin incelendiği araştırmanın sonuçlarını değerlendiren konsey üyesi Dr. Susan Jebb, araştırmaya katılan çocukların yüzde 23’ünün fazla kilolu ya da obez olduğunu, bunların da büyük bölümünü orta ve ortanın üstü gelir gruplarına sahip, anneleri çalışan ailelerin çocukları olduğunu kaydetti.

Araştırmaya göre, yüksek gelir grubuna sahip bir ailenin çocuğunun obez olma riski yüzde 15 daha fazla olarak tespit edilirken, geliri düşük de olsa çalışan annelerin çocuklarında bu oran yüzde 20’lerde seyrediyor.

Hazır gıdalardan uzak, ev dışında oynayan sağlıklı çocuklar

Araştırmaya göre, gelir düzeyi düşük ailelerin çocukları daha sağlıklı beslenme ve daha fazla fiziksel aktivitede bulunma olanağı bulurken, yüksek gelir grupları, özellikle de çalışan annelerin çocukları, hazır ve yüksek kalorili gıdalarla beslenmelerinin yanı sıra televizyon ya da bilgisayar karşısında daha fazla zaman geçiriyor, ana öğünlerde de "atıştırmalarda" da daha sağlıklı içeriğe sahip gıdalar tüketiyor.

Bebeklerin ilk üç yıldaki beslenmesinin çok önemli olduğuna dikkati çeken Jebb, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde giderek artan obezitenin önüne geçilebilmesi için çocuklara erken yaşlardan itibaren sağlıklı beslenme düzenleri ve alışkanlıkları kazandırılması gerektiğini kaydetti.

Araştırmada, ayrıca süt izinlerine karşın, çalışan annelerin emzirme sürelerinin doktorların tavsiye ettiği sürenin altında kaldığı, katı gıdalara daha erken başladıkları ifade edildi.

Saçların baş düşmanı: Klorlu su!

Güzel bir görünüm için büyük önem taşıyan saçların, klorlu sudan olumsuz yönde etkilendiğini, bakımlı saçlardan vazgeçmemek için ise bu konuda hassas davranılması gerektiğini biliyor musunuz?

Bursa Kuaförler Odası Başkanı Necati Sertel, güneş, klorlu su ve deniz suyunun saçlar üzerinde birçok olumsuz etkisinin bulunduğunu söyledi.

Yoğun bir şekilde klorlu ya da tuzlu suya maruz kalan saçların yıpranarak mat bir görünüme büründüğünü, kırılma ve yıpranmalara daha sık rastlandığını belirten Sertel, özellikle boyalı saçlara sahip kadınların, bu konuda daha hassas davranmaları gerektiğini kaydetti.

Sertel, havuz ya da denize girildikten sonra saçların mutlaka yıkanması gerektiğine dikkati çekerek, kadınları uyardı:

''Serinlemek için tercih edilen havuzlardan bakımsız saçlarla çıkmak mümkün. Çünkü, havuzların hijyenini sağlamak için kullanılan klorlu su, saçlara çok büyük zarar veriyor. Klorlu su, saçı korkunç boyutlarda yıpratıyor. Dikkat edilmediği takdirde, klorlu su saçta kuruma, kopma ve matlaşma gibi birçok sorun oluşturabiliyor. Ayrıca, kuru saç yapısına sahip olanlar ile saçları boyalı olan kadınlar, klorlu su konusunda çok daha fazla risk altında. Klorlu su, mayoları dahi parçalayacak güçte bir etkiye sahip. Bir de saça yaptığı etkiyi düşünün. Klorlu suyun etkileri saç renginden tutun da gözeneklere kadar işliyor. Deniz suyunun da aynı şekilde saçlara büyük zararları söz konusu. Saçlar asla tuzlu suyla bırakılmamalı. Denizden çıktıktan sonra saç normal bir suyla mutlaka yıkanmalı. Aksi takdirde istenilmeyen birçok sorunla karşılaşabilirsiniz. Kadınlar, kırık, bakımsız, mat ve sönük saçlarla dolaşmak istemiyorlarsa bu konuda dikkatli olmalılar.''

Saçları nasıl korumalı? Nasıl bakım yapmalı?

Deniz veya havuza girerken kullanılacak bir bonenin, saçı tuzlu su veya klorun vereceği zararlardan koruyabileceğini dile getiren Sertel, bu konuda saça uygulanacak bir koruma bakımının da etkili olabileceğini anlattı.

Sertel, genel olarak tatil dönüşlerinde saçların donuklaştığını ve parlaklığını büyük ölçüde kaybettiğini gördüklerini ifade ederek, tavsiyelerde bulundu:

''Bunu önlemek için, tatile çıkmadan önce, tatil sırasında ve dönüşte birtakım önlemler alınmalı. Kuaföre gidip saç uçlarındaki kırıkları ve rengi açılmış kısımları kestirmek gerekebilir. Bir süreliğine kuru ve yıpranmış saçlar için hazırlanmış şampuanları tercih edilebilir. Hatta saçların çok kuruduğunu hissediliyorsa besleyici maskeler de uygulanabilir.''

Mide balonu dünya literatüründe

Çağın hastalığı obeziteye neştersiz çözüm getiren ‘Mide Balonu’ uygulaması, hastaların en çok tercih ettiği tedavi yöntemlerinden biri oldu. Türkiye’de mide balonu uygulamasında kullanılan yöntem dünyanın en önemli bilimsel dergilerinde yayınlandı.

Yıllardır ABD’yi etkisi altına alan obezite hastalığı gün geçtikte dünyaya hakim olmaya başladı. Beslenme ve yaşam şekillerinin tetiklediği (Aşırı fast-food tüketimi, televizyon ya da bilgisayar başında geçirilen uzun saatler) bu hastalığın tedavisi için bilim adamları birçok yöntem geliştirirken, son dönemde en çok tercih edilen uygulama ‘Mide Balonu’ oldu. Baykent Cerrahi ve Tıp Merkezi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Halil Coşkun, 150’ncisini gerçekleştirdiği uygulamanın ardından yöntemi ve elde edilen sonuçları anlattı. Coşkun, “Mide balonu, dış yapısı silikondan oluşan biyomedikal bir üründür. İşlemden 6 saat önce yemek yemeği kesen hastalara damar yolundan sedasyon verilerek uyku hali sağlanır ve endoskopik yöntemle uygulamaya geçilir. Jelle kayganlaştırılan balon, mideye itilir. Daha sonra bir sıvıyla doldurularak şişirilir. Balondaki vakum sistemi çekilerek mide içinde serbest kalması sağlanarak işlem tamamlanır. Uygulama sırasında hastalar bir şey hissetmez” dedi. Mide Balonu’nun en önemli avantajının endoskopik olarak ve genel anestezi gerektirmeden yapılması olduğunu ifade eden Dr. Coşkun, ancak bu tür uygulamalarda hiçbir sorun ile karşılaşmamak için tüm girişimleri ameliyathane şartlarında ve maksimal güvenlik önlemleri altında yapılması gerektiğini belirtiyor.

Uygulamanın 15-20 dakika sürdüğünü kaydeden Coşkun, “Hasta 5-6 saat hastanemizde gözetim altında tutuluyor. Daha sonra uygulamayla ilgili özel olarak hazırlanmış bir kitapçık ile taburcu ediliyor” diyor. Mide Balonu’nda başarılı olmanın temel kuralının yöntemin mekanizmasının çok iyi anlaşılmış olması ve uygulama sonrası kalori kısıtlayıcı bir diyet programına uyum göstermesi olduğunu belirten Coşkun, şunları söyledi: “400-700 cc arasında bir kapasiteye sahip olan Mide balonu, mide hacmini küçülterek fazla miktarda gıda alımını engelliyor. Ayrıca balonun kilo vermedeki diğer etkileri arasında mide boşalımını geciktirerek gıdaların midede daha uzun süre kalmasına ve böylelikle kişilerin daha az acıkmasına neden oluyor. Yine kilo verdirmedeki bir diğer etken de mideden salgılanan ve açlık-tokluk üzerinde çok önemli bir etkiye sahip olan GHRELİN hormonu üzerine etki ederek bu hormon seviyesinde azalmaya neden olarak acıkmamıza engel oluyor.”

Mide Balonu uygulamasıyla kişilerin fazla kilolarının % 30-90 oranında kaybetmeleri mümkün, elde edilecek kilo kaybındaki başarı kişinin uyumuyla yakından ilgili. Dr. Halil Coşkun, Mide Balonu uygulamasının bu konuda deneyimli hekimlerce uygulandığında son derece risksiz ve oldukça başarılı sonuçlar veren bir yöntem olduğunu söylüyor.

DÜNYA LİTERATÜRÜNDE

Baykent Cerrahi ve Tıp Merkezi uzmanlarının uyguladıkları bu teknik dünyanın en iyi bilimsel dergilerinden biri olarak kabul edilen OBESITY SURGERY’nin Temmuz sayısında “Experience with Sedation Technique for Intragastric Balloon Placement and Removal” adıyla yayınlanarak dünya literatürüne girdi.

11 Temmuz 2007 Çarşamba

40 yaş ve üstü kadınlara uyarılar

Koroner kalp hastalıkları ve meme kanseri, Türkiye'de yaşayan 40 yaş üstü kadınlar için önemli bir sağlık riski olarak ciddiyetini koruyor.

Sağlık Bakanlığı, 40 yaş üstü kadınları karşı karşıya oldukları sağlık riskleri konusunda uyardı. Bakanlık, kadınların alkol ve sigaradan uzak durmalarını, yeterli ve dengeli beslenmelerini istedi. Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı'ndan yapılan ortak açıklamada, Türkiye'de kadınların karşılaştığı sağlık risklerinin başında koroner kalp hastalıkları ve meme kanserinin yer aldığı bildirildi. Açıklamada, Türkiye'de her yıl yaklaşık 30 bin kadında meme kanserinin görüldüğü ve meme kanserinin 40 yaş üzerindeki kadınlarda en sık görülen kanser türü olduğu vurgulanarak, yeni meme kanseri tanısı konan kadınların yüzde 70'inin 50 yaş üzerinde olduğuna dikkat çekildi.

Meme kanserinin kadınlarda ölümlere yol açan kanser türleri arasında ilk sırada yer aldığı kaydedilen açıklamada, 40 yaş üzerinde olan kadınlarda meme kanseri görülme sıklığının, yaşı 40 yaşın altında olan kadınlardan 4 kat daha fazla olduğu ifade edildi. Açıklamada, Türkiye'de koroner kalp hastalıklarından ölüm oranının, tüm ölümler içinde yüzde 43 oranıyla ilk sırada yer aldığı vurgulanarak; bu ölümlerin önemli bir bölümünün 41-58 yaş grubunda yer alan kadınlarda gerçekleştiği ifade edildi. Yüksek tansiyon, sigara ve alkol kullanımı, şişmanlık, hareketsiz yaşam tarzı, diyabet ve bilinçsiz beslenmenin, özellikle 40 yaş üstü kadınlarda kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskini artıran faktörlerin başında yer aldığına dikkat çekilen açıklamada, beslenme ve meme kanserinden korunma konularında, 40 yaş üzerindeki bayanlara yönelik şu uyarılar yer alıyor:

"Yeterli ve dengeli beslenin. Yeterli ve dengeli beslenme, dört besin grubunda bulunan besinlerin yeterli miktarda tüketilmesiyle sağlanır. Bu besinler, süt grubunda yer alan süt, peynir ve yoğurt, et grubunda yer alan et, tavuk, yumurta ve kuru baklagiller, sebze ve meyve grubu ile tahıl grubuna giren ekmek, bulgur, makarna, pirinç, mısır ve tarhanadır. Bu besinlerin önerilen tüketim miktarları kişiye özgü olarak değişmekte, bireyin yaşı, cinsiyeti ve fiziksel aktivite durumu bu oranları etkilemektedir.
Alkol ve sigaradan uzak durun. Sigara, öldürücü zararları nedeniyle çok önemli bir halk sağlığı sorunudur. Alkol tüketimi ise sindirim enzimlerini bozup, karaciğer ve beyin üzerinde olumsuz etki yapar. Sigara akciğer, ağız boşluğu, yemek borusu, boyun, pankreas, mesane, böbrek, mide ve kan kanserine, alkol kullanımı ise karaciğer ve yemek borusu kanserine yol açar. 20 yaşın üzerindeki tüm bayanlar ayda bir kez kendi meme kontrollerini yapmalıdır. Bunun için en ideal yöntem, kadınların 'kendi kendilerine elle' yapacakları muayenedir. Kadınlar kendi kendilerine elle yapacakları kontrollerde, memelerinin dokusu ve yapısı konusunda fikir sahibi olacakları için memelerinde oluşacak herhangi bir değişikliği hemen fark edeceklerdir. Kadınlar kendi kendilerine meme muayenelerini, adet bitim tarihinde yapmalıdır. Çünkü regl (adet) döneminde meme dokusu yumuşak olur ve herhangi bir kitlenin varlığı kolayca fark edilir. Adetten doğal ya da cerrahi nedenlerle kesilme hali söz konusu ise bu muayene her ayın aynı günü tekrarlanmalıdır. Hormon tedavisi alan kadınlar ise bu muayene için en uygun günün hangisi olduğu konusunda doktorlarına danışmalıdır. Kadınlar kendi kendilerine meme muayenelerini ayna karşısında dikkatli bir gözlemle yapmalıdır. Ayna önünde yapılan kontrollerde; memede ele gelen sertlik veya kitle, meme başlarının pozisyonlarında değişiklik, kalınlaşma, kızarıklık veya yara olması, memenin rengi, dokusu veya şeklinde değişiklik, meme derisinde kalınlaşma, şişme veya renk değişikliği, meme ucundan akıntı, meme veya meme başında içeriye doğru çekilme durumu tespit edilirse derhal bir hekime başvurulmalıdır."

"KENDİ KENDİNE ELLE MUAYENEYİ ÖĞRENİN"

Açıklamada, kadınlarda ileri yaşın meme kanseri açısından risk faktörlerinin başında yer aldığı vurgulanarak, 40 yaşa gelmiş her kadının kontrol amaçlı mamografi çektirmesi gerektiği bildirildi.

Türkiye'de şişmanlığın özellikle bayanlarda görülme sıklığının gittikçe arttığı ve sağlık üzerindeki etkilerinin de ciddi boyutlara ulaştığı vurgulanan açıklamada, şişmanlığın kan basıncını ve kolesterolü yükselttiği ve kalp damar hastalıkları, felç, şeker hastalığı, bazı kanser türleri, solunum yetersizlikleri
ile kemik ve eklem hastalıklarının ortaya çıkış hızını arttırdığı kaydedildi. Beslenmede yağlar konusunda ölçülü olunması ve doymamış yağların tercih edilmesi önerilen açıklamada, 40 yaş üzerindeki bayanlara yönelik şu uyarılar yer alıyor:

"Yağlar konusunda ölçülü olun ve doymamış yağları tercih edin. Tereyağı, diğer hayvansal yağlar ve margarinlerin çoğu doymuş yağlardır ve kolesterol düzeyini artırırlar. Ayçiçek, soya, mısırözü gibi bitkisel yağların çoğu ise doymamış yağlardır ve kolesterol içermezler. Bu nedenle yemeklerin doymamış yağlarla birlikte zeytinyağı ile pişirilmesi ve tüketimi, sağlık açısından daha yararlıdır. Günlük protein ihtiyacınızı hayvansal ve bitkisel kaynaklı gıdalardan dengeli olarak alın. Besinler yoluyla alınan
kolesterole dikkat edin. Kolesterol miktarı, kırmızı et, sakatat gibi hayvansal gıdalarda yüksektir. Bu besinler tüketilirken kolesterol içerikleri göz önünde bulundurulmalıdır. Posalı besinleri sıkça tüketin. Posanın kan kolesterolünü düşürücü etkisi vardır. Sebze ve meyveler posa, vitamin ve mineral içeriği zengin olan besinlerdir.

Bunun yanında kuru baklagiller, yulaf, mercimek, mısır, buğday ve ekmek gibi posa yönünden zengin besinler günlük beslenmede yer almalıdır. Şekerli içecek ve tatlı tüketiminizi azaltın, şeker içeriği az olan besinleri tercih edin. Şekerler saf karbonhidrattır ve yoğun enerji kaynağıdır. Bu besinlerin fazla miktarda tüketimi, vücut ağırlığının artmasına ve besleyici değeri yüksek olan besinlerin tüketiminin de azalmasına neden olur. Tuz tüketimine dikkat edin. Tuz tondi kendilerine elle yapacakları kontrollerde, memelerinin doku üretimi ile yüksek tansiyon arasında yakın bir ilişki var. Ayrıca fazla tuz tüketimi idrarla kalsiyum atılmasını artırarak kemiklerden kalsiyum kaybına neden olur.

Tuz tüketimini azaltmak için; lezzetine bakmadan yemeklere tuz eklemeyin. Tuz içeriği düşük besinler tüketin. Sebze ve meyve tüketimini artırın. Vücut ağırlığınızı dengede tutun, fiziksel aktivitenizi artırın. Vücut ağırlığının normalden az yada çok olması çeşitli sağlık sorunlarına zemin hazırlar. Bu nedenle kilonuzu normal sınırlar içinde tutmak için yeterli ve dengeli beslenmeye özen gösterin. Hareketli bir yaşam sürmeye çalışın; kısa mesafeleri yürüyün. Çok gerekmedikçe asansör ve yürüyen merdivenleri kullanmamaya özen gösterin. Her gün en az 30-45 dakika yürüyüş yapın

Sebzeler haşlandığında yararları azalıyor

Kansere karşı faydalı olduğu bilinen brokoli ve brüksel lahanasının, kaynatılarak pişirilmesi halinde içindeki kanserle savaşan maddelerin büyük bölümünün yok olduğu bildirildi.

Brokoli, brüksel lahanası ve aynı familyadan olan sebzeler, kansere karşı faydalı olduğu bilinen "glucosinolates" adı verilen maddeleri ihtiva ediyor. Ancak kaynatılarak pişirilmeleri halinde kansere karşı savaşan maddelerin yaklaşık yüzde 80'i suya geçerek heba oluyor.

Warwick üniversitesi bilim adamları, brokolinin 30 dakika haşlanması halinde glucosinolates miktarının yüzde 77, 10 dakika haşlanması durumunda ise yarısının azaldığını tespit ettiler.Prof. Paul Thornalley, "Sebze tüketiminden azami faydayı sağlayabilmeniz için buharda, mikrodalgada veya kızgın yağda pişirmeniz lazım" dedi.

Bu sebzeleri dondurmanın da yararlı maddelerin seviyesinin azalmasına yol açtığı belirtildi.

Parmak Bebekler Kör Olmasın

Prematüre Bebeklerde en sık rastlanan sağlık sorunlarının başında göz problemleri geliyor. Bu bebeklerde en önemli göz sorunu nedir?

Parmak çocuklarda görülen en önemli göz problemi Permatüre Retinopatisi ( ROP)’dir.Retinopati görülen bebeklerin çoğu hızlı bir şekilde iyileşip, normal santral görme özelliğini geliştirebiliyor. Fakat gerileme gösteren bazı bebekler de ise göz tansiyonu, katarakt , şaşılık ve miyopi gibi Retinopati’ye bağlı komplikasyonlar ile karşılaşılabiliniyor. Retinopati’nin ileri evrelerinde, normal dışı kan damarları oluşuyor ve buna bağlı yara dokusu ,retinal ayrılma ve tedavi edilmediği takdirde körlüğe kadar yol açabilir.

Prematür Retinopatisi nedir? Neden erken doğan bebeklerde ortaya çıkar ve önemi nedir?

Prematüre retinopatisi, vaktinden önce doğmuş bebeklerin damarlanması henüz tamamlanmamış retinalarında (göz görme işleminin yapıldığı gözün arkasındaki ağ tabaka) görülür. Erken dönemde tanınıp gerekli önlemler alınmazsa körlükle sonuçlanabilen, oksijenizasyon bozukluğuyla giden bir hastalık. Erken doğumdan ötürü gelişimini tamamlamamış damarlar nedeniyle retina tam oksijen alamaz ve normal olmayan zararlı yeni damarlar oluşur. Bu da retina tabakasında kanama, kabarma ve büzüşmeye gibi sonuçlara yol açar. Tedavi edilmezse görmeyi tamamen bozan ve prematüre bebeklerin en önemli göz sorunlarından biri olan "prematürelik retinopatisi" (Retinopathy of Prematurity - ROP) ortaya çıkar. İşte bu nedenle Retinopati’nin erken tanısı ve tedavisi çok önemli.

Prematüreliğe has bir problem olan ve ciddi görme kayıplarına kadar giden ROP kaç haftalık doğan bebeklerde ortaya çıkan bir hastalıktır?

Retinopati sıklığı 1500 gr.dan küçük prematürelerde yüksek. Bu tip vakaların % 70-80'inin ağırlığı 1000 gr.ın altında oluyor. Tekrarlayan solunum güçlükleri (apne), iltihaplanma , hızlı yapılan kan değişimi veya kan transfüzyonu, beyin kanaması, akciğer oluşum bozuklukları, solunum güçlüğü sendromu, çeşitli kalp hastalıkları da retinopati riskini Prematüre bebeklerde artırıyor.

Peki bu bebeklerde göz sorunları herhangi bir belirti verir mi?

Hiçbir belirti vermeyebilir ancak ençok göz bebeğinde beyazlık anlamına gelen lökokori ile kendini gösteriyor. Çocuk ışığa karşı duyarsızlık gösterir. Göz bebeğinde bir beyazlaşma olabilir. Bunun yanında ileri evrelerde göz tansiyonu, katarakt , şaşılık ve miyopi gibi Retinopati’ye bağlı komplikasyonlar oluşabilir.

ROP yeni doğan bebeklerde nasıl teşhis edilir?

Risk grubundaki bebekler , göz bebekleri bir damla ile genişletildikten sonra mercek ve ışık sistemi ile kontrolden geçirilirler.

Prematüre bebeklerde göz muayenesi ne zaman yapılmalıdır?

Prematüre bebeklerin ilk göz muayenesi genel olarak doğumdan sonraki 4 ila 6. haftalar arasında yapılmalıdır. Ancak doğum tartısı 1000 gr.ın altında ve anne karnındaki yaşı 28 haftadan küçük bebeklerde daha erken dönemde Retinopati gelişebilir. İlk muayenede Retinopati gözlenmemiş olsa bile bebekler mutlaka doğması gereken zamana kadar 2 haftada bir kontrol edilmelidirler. 32 hafta ve 1500 gr.ın altında doğan ve oksijen alan bebekler ile 30 hafta ve 1250 gr.ın altında doğan tüm bebekler doğum sonrası yaşları 4 haftalık olduktan sonra Retinopati açısından değerlendirilmelidirler. Doğum sonrası dördüncü haftasında hastanede yatmakta olan bebeklerde ise bu tarama küvöz içinde yapılır. Bebek hastaneden taburcu olurken, mutaka göz muayenesi için randevularının alınmış olması gerekir.

Retinopati teşhis edilen bebeklerin tedavisi nasıl yapılır ? Ameliyat gerekir mi?

Prematüre doğum eyleminin kontrolü ve oksijenin küvözde dengeli verilmesi, Retinopati riskini azaltan başlıca faktörlerden biri. Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde ışığın azaltılması ve E vitamini uygulamaları tartışmalı olmakla birlikte Retinopati gelişimini önlediğini gösteriyor bize.

Prematüre retinopatisi, 1500 gr altında veya 30 haftadan küçük doğanlarda %56 sıklıkta görülüyor. Mercek yardımı ile gözdibine bakılarak retinopatinin derecesinin tespit edilmesi gerekir. Yüksek risk grubunda ise bunun saptanması, sık ve düzenli aralıklarla pematüre bebeklerin göz takibinin yapılması çok önemli. Eşik veya yüksek risk eşik öncesi aşamaya gelen bebeklerde olumsuz sonuçları azaltabilmek için, damarsız retinaya lazer yapılır. Bu aşamayı geçen gözlere ise vitrektomi uygularız. Ancak başarı şansı çok düşüktür. Bu bebekler, oluşabilecek geç dönem komplikasyonlar için de mutlaka uzun süre takip edilmelidirler.

Tedavi olmazsa ya da geç teşhis edilmesi durumunda bebekte ne gibi sorunlara yol açar?

Bebeklerin %80’inde Retinopati kendiliğinden geriler .Ancak gerilemeyen durumlarda zamanında müdahale açısından tarama ve düzenli takip şart. Takip edilmez ise körlüğe kadar giden ağır tahribatlar oluşabiliyor. Aktif Retinopati’si olan bebeklerin %20’si iz bırakıcı döneme ilerler.Miyopi ve çevre retinada renk değişiklikleri, arka kutupta çekintiler, ileri evrede retina yırtılması ile kendini gösterir.

Bu bebekler hangi sıklıkla göz muayenesinden geçirilmelidir?

Bu hastalığın 5 evresi vardır. İlk muayenede Retinopati gözlenmemiş olsa bile bebekler mutlaka doğması gereken zamana kadar 2 haftada bir kontrol edilmelidirler. Evre 2 de; 4ila 8 hafta , evre 3 de ise bebeğin her hafta göz muayenesi yapılmalıdır.Hastalığın ileri evrelere atlaması için riskli evre ise 3. evredir. 3 evrede olan çocuklar 72. saat içinde tedavi edilmelidirler.

ROP’ u tedavi edilen prematüre bir bebek ileriki yıllarda göz sorunu yaşar mı ?

Uygun tedavi edilmemiş bebekler büyüdükleri zaman ileri derece görme bozukluğu ile karşı karşıya kalırlar. Bu çocukların özel eğitim ihtiyaçları ortaya çıkar. Ayrıca bu çocuklarda ileri derecede göz kırma kusurları da olabilir

Sıfır beden nelere yol açıyor?

Sıfır bedene ulaşmak için yapılan diyetler kalp ritm bozukluklarına, tansiyon düşüklüğüne, kabızlığa, adet düzensizliklerine, kansızlığa, saç dökülmesine ve cilt kuruluğuna yol açıyor.

ANKARA - Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü yetkililerinden alınan bilgiye göre, güzelliğin “sıfır beden” anlayışına indirgenmesi, özellikle gelişme çağındakiler üzerinde psikolojik ve fizyolojik olumsuzluklar yaratıyor.



“Manken diyeti”, “mucize diyet” ve “şok diyet” diye lanse edilen ve hızlı kilo kaybına neden olan, ancak uzun vadede önemli sağlık sorunlarına yol açan diyetler, pek çok genç tarafından “Sıfır beden” olma isteğiyle bilinçsizce uygulanıyor.

Ergen yaştakiler arasında moda haline gelen sıfır beden tutkusu sağlığı önemli ölçüde tehdit ediyor.

Özellikle 11-16 yaşları arasında boy uzunluğunun hızla arttığını ifade eden yetkililer, 2-3 yıl süren bu büyüme atağı sırasında erişkinlikte sahip olunacak ağırlığın yaklaşık yarısı ile total kemik kitlesinin yüzde 37’sinin kazanıldığını belirtti.

Gençlerin vücutlarına odaklandıkları bu dönemde, yeterli ve dengeli beslenmeyle düzenli fiziksel aktivitenin büyüme hızını yakından etkilediğinin altı çizildi.

SAĞLIK SORUNLARINA YOL AÇIYOR
Yetkililer, “Özellikle genç kızlar, beğenilen ince bir vücuda sahip olma isteğiyle bilinçsizce ve kontrolsüzce çevreden duyduğu çok düşük kalorili zayıflama diyetlerini uygulayabiliyor. Ancak, bu durum büyüme ve gelişmede duraklama, adet yaşında gecikme, adet düzensizlikleri, iskelet sisteminin gelişiminde anormallik gibi pek çok sağlık probleminin ortaya çıkmasına neden olabiliyor” şeklinde konuştular.

Yetkililerden alınan bilgiye göre, bilinçsizce yapılan sağlıksız zayıflama diyetleri şu sağlık sorunlarına yol açıyor:
Baş ağrısı,
Konsantrasyon bozukluğu,
Yorgunluk,
Kalp ritminde bozukluk,
Tansiyon düşüklüğü,
Adet düzensizlikleri,
Kabızlık,
Kansızlık,
Ciltte kuruluk,
Saç dökülmesi.

Bu diyetlerin bazal metabolizma hızının düşmesine neden olduğu, diyet bırakıldıktan sonra, verilen kiloların tekrar hızla alınması nedeniyle de bu kişilerin sürekli olarak zayıflama diyeti uygular hale geldiği uyarısında bulunuldu.

YEME BOZUKLUĞU-ANOREKSİYA NERVOZA
Sıfır beden olma isteğiyle gelişebilecek en tehlikeli sağlık sorunlarından birinin de halk arasında “manken hastalığı” olarak bilinen “anoreksiya nervoza” olduğu bildirildi.

Yeme bozukluğuyla kendini gösteren bu ruhsal rahatsızlığa sahip kişilerin sürekli kilo vermek istedikleri, kilo almaktan korktukları, normal vücut ağırlığının çok altında olmalarına rağmen bilinç altlarına “ne kadar zayıf olursam o kadar güzel olurum” anlayışının yerleştiği ve yemeyi reddettikleri belirtildi.

Aşırı zayıflığın bağışıklık sistemini zayıflattığı, hastalıklara karşı direnci azalttığı, vücut fonksiyonlarını bozduğu, kronik yorgunluk ve halsizliğe, çalışma verimi ve yaşam kalitesinde azalmaya neden olduğu kaydedildi.

BEDEN KİTLE İNDEKSİNE DİKKAT
Sağlık Bakanlığı yetkilileri, vücut ağırlığının boy uzunluğunun karesine bölünerek hesaplanan Beden Kitle İndeksinin (BKİ) önemine işaret etti.

Dünya Sağlık Örgütüne (WHO) göre yetişkin ve sağlıklı bir insanın en az 18.5 BKİ’ye sahip olması gerektiği bildirildi.

Yetişkin kadınlarda en küçük beden olarak bilinen 36’dan çok daha düşük olan ve “sıfır beden” olarak adlandırılan 32 bedene sahip kişilerin BKİ’nin 14-16 arasında olduğuna işaret eden yetkililer, “Bu, son derece sağlıksız bir vücut ağırlığına sahip olunması anlamına gelir” diye konuştu.

SAĞLIKLI BİR VÜCUT İÇİN ÖNERİLER
Sağlık Bakanlığı yetkililerinin verdiği bilgiye göre, sağlıklı ve ideal bir vücut ağırlığına ulaşmak ve bu kiloyu korumak için şunlara dikkat etmek gerekiyor:
BKİ’nin 20-24.9 olmasına özen gösterilmeli,
Kısa sürede kilo kaybını sağladığı öne sürülen ve pek çok yan etkisi bulunan çeşitli ilaçlarla gerçek kilo kaybı yerine vücuttan sadece su kaybına neden olan idrar söktürücü ilaçlar bilinçsizce kullanılmamalıdır,
Sağlıklı ve kalıcı kilo kaybı için genel vücut kontrolünden geçtikten sonra diyetisyen tarafından yaş, kilo, boy, fiziksel aktivite düzeyi ve beslenme alışkanlıklarına göre hazırlanan zayıflama diyetleri uygulanmalıdır,
Sağlıklı ve kalıcı ağırlık kaybının haftada en fazla 0.5-1 kilogram olması gerektiği unutulmamalıdır,
Öğünler atlanmamalıdır. Düzenli aralıklarla günde 3 ana, 3 ara öğün tüketilmelidir,
Yemeklerde hayvansal yağlar yerine bitkisel sıvı yağları ve zeytinyağ tercih edilmelidir,
Yemekler haşlama, ızgara ve fırında pişirme yöntemleriyle hazırlanmalıdır,
Mevsimine uygun taze sebze ve meyve tüketilmelidir,
Yemekler acele yenilmemeli, iyice çiğnenmelidir. Tokluk hissinin mideden beyne 20 dakikada ulaştığı unutulmamalıdır,
Yemek yerken televizyon seyretmek ya da kitap okumak gibi işlerle uğraşılmamalıdır,
Yemekler küçük tabaklarda yenilmelidir,
Günde en az 2 litre su içilmelidir,
Kan şekerini hızla yükseltip düşüren besinler tercih edilmemelidir,
Haftada en az 3 kez ve 30 dakika düzenli

8 milyon erkeğin sertleşme sorunu var

Türk Androloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ateş Kadıoğlu, Türkiye’de sertleşme sorunu yaşayan 8 milyon erkek olmasına rağmen yalnızca her 10 hastadan birinin doktora başvurduğunu söyledi.

İSTANBUL - Türk Androloji Derneği ve Pfizer Türkiye’nin işbirliğinde gerçekleştirilen “Daha iyi bir cinsel yaşam, daha mutlu bir hayat” başlıklı kampanyanın tanıtımı yapıldı. Tanıtım toplantısında konuşan Türk Androloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ateş Kadıoğlu, 40 yaş üstü her 10 erkekten 7’sinde çeşitli derecelerde sertleşme sorunu olduğunu belirtti.

Prof. Dr. Kadıoğlu, bu sorunun ürolog gözetiminde etkili ve güvenilir tedavisinin mümkün olduğunu ifade ederek, sorunun; “ilerleyen yaş, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, kalp ve damar hastalıkları ile depresyondan” kaynaklanabileceğini bildirdi.

“Türkiye’de sertleşme sorunu yaşayan 8 milyon erkek olmasına rağmen yalnızca her 10 hastadan biri doktora başvuruyor” diyen Kadıoğlu, doktora başvuru oranının bu derece düşük olmasını, “hastaların sorunlarını paylaşmaktan kaçınması, sorunu tabu olarak görmeleri ve sorunun tedavi edilebilir olduğu konusunda bilgi sahibi olmamalarına” bağladı.

Ateş Kadıoğlu, sertleşme sorununun geçmişte “iktidarsızlık” olarak adlandırıldığını hatırlatarak, “İktidarsızlık terimi cinsel işlevin birçok safhasını kapsıyor. Bu nedenle iktidarsızlık yerine sertleşme sorunu terimi kullanılmalı” dedi.

Daha iyi bir cinsel yaşamın herkesin hakkı olduğunu dile getiren Kadıoğlu, sertleşme sorununun çiftler arasında yaşanan ve iki tarafı da etkileyen en yaygın sorunlardan biri olduğunu vurguladı.

Kadıoğlu, cinsel yaşamı tabu haline getirmenin, olası sorunları ortadan kaldırmak yerine daha da ağırlaştıracağını belirterek, “Cinsel sorunların ‘Yetersizlik’ olarak algılanmasıyla gelen endişe hali ve öz güven kaybı gibi psikolojik değişiklikler, bireylerin ve toplumun genel yaşam kalitesini düşüren faktörlerdir” diye konuştu.

KAMPANYA
Prof. Dr. Ateş Kadıoğlu, herkesin hakkı olan daha iyi bir cinsel yaşam için hareke geçilmesi ve çözüm aranması yolunda bilinç yaratmak amacıyla 1 Mayıs-31 Ekim tarihleri arasında bir kampanya düzenlediklerini söyledi.

Kadıoğlu, “Daha İyi Cinsel Yaşam, Daha Mutlu Bir Hayat” kampanyasıyla, sertleşme sorunları yaşayan erkekleri bilgilendirmeyi, çiftlerin yaşam kalitesini yükseltmelerini sağlamayı ve karşılıklı cinsel mutluluğu yakalamalarında onlara destek olmayı amaçladıklarını bildirdi.

Sorunları ile ilgili çözüm arayışına girmeyen erkekleri üroloğa danışmaları konusunda cesaretlendirmeyi hedeflediklerini de vurgulayan Kadıoğlu, bu kapsamda “0212 267 49 49” numaralı danışma hattı ile “www.cinselmutlulukonemli.com” adresinden bilgi alınabileceğini söyledi.

Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Selahittin Çayan da, Türkiye’de sertleşme sorunu bulunan erkeklerin yüzde 80’inden fazlasında tam bir işlev kaybının olmadığını, hafif ya da orta derecede sertleşme sorunu bulunduğunu anlattı.

Çayan, ürolog gözetiminde etkili ve güvenilir tedavinin mümkün olduğunu ifade ederek, “Ağızdan alınan ilaçların çıkması tedavi arayışına olumlu katkılar yaptı. Ereksiyon problemlerinin ağız yoluyla alınan ilaçlarla tedavisinin mümkün hale gelmesiyle, giderek daha çok sayıda erkek tedaviye yöneliyor” dedi.

Badem, sağlık deposu

Badem, kalp krizine ve kansere karşı da koruyucu...

EDİRNE - Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, bademin gerçek bir vitamin ve mineral deposu olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Yorulmaz, bademde yeterli miktarda karbonhidrat, doymamış yağ, lif, fosfor, kalsiyum, demir, potasyum, magnezyum, çinko, A, B, C ve E vitamini bulunduğunu bildirdi.

Sinirleri güçlendiren, emziren annelerin sütünü artıran ve bebeklerin gelişimine yardımcı olan bademin, böbrek, idrar yolları ve cinsel organlardaki iltihapları iyileştirdiğini belirten Yorulmaz, “Badem, kolesterolü düşürür, kan şeker seviyesini ayarlar, cinsel güçsüzlüğe karşı etkilidir, bedensel ve zihinsel yorgunluğu giderir, ağrıları hafifletir” dedi.

Bademin, hastalıkların iyileşmesini de hızlandırdığını vurgulayan Yorulmaz, şunları kaydetti:
“Badem, kalp krizine ve kansere karşı koruyucudur. Antioksidan E vitaminini yönünden oldukça zengin olan badem bu özelliği ile yaşlılık etkilerinden ve pek çok hastalıktan koruyucudur. Özellikle de çocuklar için sağlık deposudur. Acı badem ağız yoluyla alındığında göğüs yumuşatıcı, öksürük kesici etkisi olmakla birlikte yüksek dozda alındığında zehirlenme etkisi yaratacağı için çok dikkatli olunmalıdır. Besleyici pek çok maddeyi içinde bulundurması nedeniyle badem özellikle kuru ciltlerin en büyük dostudur. Badem yağı, cilt bakımı, vücut bakımı, tırnak ve saç bakımında da kullanılır.”

Brokoli ve brüksel lahanasını haşlamayın

Kansere karşı faydalı olduğu bilinen brokoli ve brüksel lahanasının, kaynatılarak pişirilmesi halinde içindeki kanserle savaşan maddelerin büyük bölümünün yok olduğu bildirildi.

ANKARA - Brokoli, brüksel lahanası ve aynı familyadan olan sebzeler, kansere karşı faydalı olduğu bilinen “glucosinolates” adı verilen maddeleri ihtiva ediyor. Ancak kaynatılarak pişirilmeleri halinde kansere karşı savaşan maddelerin yaklaşık yüzde 80’i suya geçerek heba oluyor.

Daily Mail’in internet sitesindeki habere göre, Warwick üniversitesi bilim adamları, pişirme yöntemlerinin bu sebzelerdeki glucosinolates seviyelerini nasıl etkilediğini araştırdılar.

Araştırma sonucunda, brokolinin 30 dakika haşlanması halinde glucosinolates miktarının yüzde 77, 10 dakika haşlanması durumunda ise yarısının azaldığını tespit ettiler.

Yarım saat haşlanan karnabaharda yararlı maddelerin yüzde 75’inin, lahanada yüzde 65’inin, brüksel lahanasında yüzde 58’inin kaybolduğu tespit edildi.

Prof. Paul Thornalley, “Sebze tüketiminden azami faydayı sağlayabilmeniz için kaynatmaktan vazgeçmeniz gerekiyor. Bunun yerine buharda, mikrodalgada veya kızgın yağda pişirmeniz lazım” dedi.

Bu sebzeleri dondurmanın da yararlı maddelerin seviyesinin azalmasına yol açtığı belirtildi.

Kanser artık eskisi kadar çok can almıyor

İngiltere’de yapılan bir araştırma, Avrupa’da kanserden ölüm oranlarının düştüğünü gösterdi. Yeni tedavi yöntemleri, erken teşhis ve kamuoyunun bilinçlenmesi sayesinde son 30 yılda Avrupa’da kanserli hastaların hayatta kalma süreleri iki kat uzadı.

İSTANBUL - İnsanoğlunun en büyük korkularından biri olan kanser, artık eskisi kadar çabuk ölümle sonuçlanmıyor, hastaların hayatta kalma süreleri de uzuyor. İngiltere’de yapılan son araştırma da bunu doğrular nitelikte.

Birleşik Krallık Kanser Araştırmaları adlı yardım kuruluşunun desteklediği bir araştırmaya göre, Avrupa ülkelerinde son 30 yılda kanser yüzünden ölümler büyük oranda düştü. Bu süre zarfında, hastaların hayatta kalma süreleri ikiye katlandı. Bunda erken teşhis, özel cerrahinin büyük oranda kullanılması, izleme programlarının yanı sıra kemoterapi ve radyoterapideki gelişmelerin etkisi büyük. Öyle ki pek çok kanser hastası, kanserle yaşamayı öğrendi. Ayrıca, immunoterapi ve gen terapisi gibi yeni gelişen tedavi teknikleri de kanser hastalarının daha uzun süre hayatta kalma umutlarını artırıyor.

Araştırmaya göre, hayatta kalma süreleri kanser tipine göre değişiyor. Buna rağmen, kanser teşhisi konulan ortalama bir hastanın 10 yıl daha yaşama şansı yüzde 46,2. Bu oran, 30 yıl önce sadece yüzde 23,6 idi. Bütün kanserlilerin 1971’de yüzde 28 olan 5 yıl yaşama şansı ise 2001’de
yüzde 49,6’ya çıktı.

Pankreas kanseri hala en ölümcül tip olarak dikkat çekiyor
Ancak uzmanlar değişik kanser türlerine göre hayatta kalma sürelerinin değişebileceğini hatırlatıyor. Araştırmayı yapan Londra Hijyen ve Tropik Tıp Fakültesindeki ekibin başkanı Prof. Michel Coleman, “pankreas ve akciğer kanserlerinde hayatta kalma süresinin diğer türlere göre hala düşük olduğunu ve çok az arttığını” söyledi. 5 yıl hayatta kalma ihtimali, pankreas kanserinde sadece yüzde 2,5’ken, testis kanserinde yüzde 95 düzeyinde.

Meme kanserinde hayatta kalma süresi yüzde 50’den yüzde 80’e yükseldi
Meme kanserindeki gelişmelerse sevindirici. Zira meme kanseriyle 5 yıldan uzun yaşama şansı yüzde 50’lerden yüzde 80’e kadar yükseldi.

Coleman, “Öte yandan meme kanserinde hayatta kalma süresi dikkate değer ölçüde arttı” dedi ve yeni meme kanseri teşhisi konulmuş kadınların neredeyse üçte ikisinin, şimdi en az 20 yıl daha yaşama şansları bulunduğunu belirtti.

Sağlığımızı bozan 10 tembellik

1) Lensleri her akşam temizlememek:
Lensle uyumak gözün enfeksiyon kapma riskini büyük oranda artırır. Lensinizi günlük olarak temizleyip uyuyun.

2) Kahvaltı yapmamak:
Beslenme uzmanları, 'Kahvaltı yapmayan insanlar, sonraki öğünlerde daha fazla yiyor. İnsanlar daha az yediklerini düşünüyor. Tersine giderek şişmanlıyorlar' dedi.

3) Diş ipi kullanmamak:

Diş ipi kullanmayı unutursanız ağzınızda yüzde 30 oranında daha fazla diş taşı oluşur. Bu da diş eti hastalığı riskini artırır. Diş ipi kullanmak hayatınıza 6 yıl ekler.

4) Yatarken makyajı silmemek:

Kozmetik uzmanları her gece yatmadan önce makyajın silinmesi gerektiği söylüyor. Gözeneklerin açılması ve yüzün nefes alması için mutlaka makyajını yatmadan önce iyice silin.

5) Sebze ve meyve tüketmemek:
Beslenme uzmanları günlük vitamin ihtiyacını karşılamak için sebze ve meyve gibi yiyeceklerin tüketilmesi gerektiğini söylüyor. Özellikle de sigara içenlerin sebze ve meyve tüketmesi şart.

6) Kişisel eşyaları paylaşmak:
Tıraş makinenizi kesinlikle ödünç vermeyin. Eğer, ödünç verdiğiniz kişide Hepatit B veya C gibi hastalık varsa size geçer. Diş fırçası da paylaşılmaması gereken eşyalar arasında. Diş fırçanızı ve tıraş makinenizi paketleyin ve yedeğini bulundurun. Çünkü evinize yatıya gelen misafirler kendi diş fırçalarını veya traş makinelerini unutabilir.

7) Yeterli cilt bakımı yapmamak:

Yüzünüz kadar çeneniz de yaşınızı ele verir. Göğüs ve dekolte bölgeleriniz de güneş ışığından etkilenir. Bu bölgelerinize de mutlaka bakım yaptırın.

8.) Telefonda konuşurken yazı yazmak:
İşyerinde telefonda konuşurken yazı yazmaya çalışmayın. Çünkü, boyun kaslarınız tahrip olabilir. Konuşurken kulaklık kullanmaya çalışın.

9) Hazır yiyecekler tüketmek:

Araştırmalara göre hazır yiyeceklerin yarıya yakınında günlük tuz ihtiyacından yüzde 40 daha fazla tuz var. Hazır yiyecek alırkan 18 gr yağ ve 1.6 gr tuzdan fazlasını içeriyorsa almayın.

10) Hızlı yemek:
Hızlı yemek yediğiniz takdirde midenizde ve gırtlağınızda yanma meydana gelir. Bu da şişmanlığa sebep olur. Çiğneyerek ve yavaş yiyin.

Müzik zekayı açıyor



Müzik dersleri, çocukların hafıza gelişimine yardımcı oluyor.

Küçük yaşta müzik eğitimi almanın zeka gelişimine olumlu katkıda bulunduğu ve hafızayı kuvvetlendirdiği belirlendi.

İSTANBUL - Küçük çocuklarda müzik eğitimi zeka gelişimine olumlu katkıda bulunuyor. Kanadalı bilimadamlarının yaptığı bir araştırma, müzik derslerinin çocukların hafıza ve öğrenme yeteneklerini geliştirdiğini ortaya koydu.

Ruhun gıdası olarak bilinen müzik, zeka gelişimini de olumlu etkiliyor. Kanadalı bilimadamları yaptıkları bir araştırmada küçük yaşta müzik dersleri alan çocukların dil ile matematik gibi alanlarda öğrenme kabiliyetlerinin geliştiğini ve hafızalarının güçlendiğini belirledi.

McMaster Üniversitesinden bilimadamları, bir yıl boyunca müzik dersleri alan ve almayan 4 ila 6 yaşlarındaki çocukları incelemeye aldı. İncelemenin sonucunda müzik eğitimi alan çocukların almayanlara göre hafıza testlerinde daha başarılı oldukları tespit edildi. Müzik eğitimi alan çocukların, dikkatlerini toplamada daha başarılı hale geldikleri de belirlendi.

Kanadalı bilimadamları bu sonuçlardan yol çıkarak, müzik derslerinin bütün ana ve ilkokulların müfredatlarına alınması gerektiği görüşünde.

Daha öncede yapılan bir araştırmada da müzik eğitimi alan çocukların tiyatro eğitimi alanlara göre IQ testlerinde daha başarılı oldukları belirlenmişti.

Antep fıstığı kalbi koruyor

ABD'de yapılan bir araştırmada, günde 90 gram Antep fıstığı tüketen deneklerde toplam kolesterolün yüzde 8.4 oranında düştüğü saptandı. Kötü kolesterol LDL oranı ise yüzde 11.6 oranında azaldı. Ayrıca LDL ile iyi kolesterol HDL arasındaki oran da değişti. 4 haftalık deney sonunda fıstık diyeti yapan deneklerin kötü kolesterol/iyi kolesterol oranının daha küçük olduğu gözlendi. İki tür kolesterol arasındaki düşük oran, sağlıklı olma işareti olarak değerlendiriliyor.

Araştırmaya katılan uzmanlardan Sarah Gebauer, "Günde 45-90 gram Şam fıstığı tüketilmesi kardovaskülar hastalıklara yakalanma riskini kötü kolestrol LDL oranını düşürerek azaltıyor. Gün içinde tüketilen fıstık miktarı arttıkça vücuttaki kolesterol oranı da düşüyor" dedi. Antep fıstığında daha çok koyu renk yapraklı sebzelerde bulunan "lutein" adlı antioksidan maddeden yüksek oranda bulunduğu belirtildi.

Kır gezileri depresyona birebir

İngiltere'de geçen yıl antidepresan verilen hasta sayısının rekor seviyeye ulaştığı, 60 milyon nüfuslu ülkede bir yıl içinde 31 milyon sakinleştirici ilaç reçetesi yazıldığı belirtildi.

Akıl sağlığı derneği "Mind" tarafından yapılan araştırmada, antidepresan kullanımının önceki yıla oranla yüzde 10 oranında arttığı görüldü. Araştırmada ayrıca, kırda yürüyüş yapmanın depresyona iyi geldiği de belirlendi.

30 dakikalık gezi 10 hastadan 9'unda depresyonu hafifletirken, "ekoterapi" olarak adlandırılan bu yöntemin ilaç tedavisine tercih edilmesi çağrısı yapıldı.

Araştırmalar, İngiltere'de her beş kişiden birinin hayatının en az bir döneminde depresyon yaşadığını ortaya koyuyor. Bu da en az 1.5 milyon kişinin depresyonun etkisi altında olduğu anlamına geliyor.

Çocuklarda geniz etine dikkat!

Özellikle 2-6 yaş arası çocuklarda, enfeksiyonlara bağlı olarak büyüyen geniz eti, zatürre ve astım gibi hastalıkların yanı sıra çene yapısında da bozukluklara neden olabiliyor.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Barlas Aydoğan, "lenfoid hücreler"den oluşan geniz etinin, doğum sonrası anneden geçen immünglobulinler "antikorlar" nedeniyle gelişmediğini, ancak, 2 ve 6 yaş aralığında gelişme göstererek büyüdüklerini ifade etti.

Geniz etindeki büyümenin burundan solunuma engel oluşturmasıyla sıkıntıya yol açtığını belirten Aydoğan, "Kronik geniz eti iltihapları veya büyümeleri, ortodontik, yüz gelişiminde ve konuşma bozukluğuna yol açabilmektedir. Bunun sonucunda çocukların her zaman ağız yoluyla nefes alması da çene yapılarında bozukluklara neden olabilmektedir" dedi.

Geniz eti büyüyen çocukların uyku sorunu yaşayacağına da dikkati çeken Aydoğan, şöyle konuştu:

"Geniz eti, yeni doğan çocuklarda anneden geçen immünglobulinler nedeniyle küçüktürler. 2-6 yaşlarda daha sık olmak üzere enfeksiyonlara bağlı olarak büyürler. Bu tür çocuklar uyku sorunu çekerler. Ağızları açık olduğu için horlarlar. Kulakta iltihaplanma ve tekrarlayan işitme kaybına uğrarlar. Bunun yanı sıra büyüyen geniz eti, astım ve zatürre gibi hastalıkların da nedenidir."

Aileler dikkatli olmalı

Doç. Dr. Aydoğan, çocukların ilerleyen yıllarda hastalığın kalıcı etkilerine maruz kalmaması için ailelerin dikkatli olması gerektiğini söyledi.

Ailelerin bu yaştaki çocuklarda, ağızdan nefes olma güçlüğü çekmesi, horlama ve en çok da televizyona çok yaklaştıkları için daha rahat fark edilebilen işitme kaybı gibi belirtileri iyi takip etmesi gerektiğini belirten Aydoğan, ""Aileler, çocuklarının geleceğini etkileyebilecek hastalığa karşı uyanık olmalı" dedi.

Hastalığın erken teşhis durumunda ilaçla kolay bir şekilde tedavi edilebildiğini hatırlatan Doç. Dr. Barlas Aydoğan, ilerleyen durumlarda ise cerrahi müdahaleye gereksinim duyulabileceğini bildirdi.

Geniz eti ameliyatlarının KBB kliniklerinde sık sık uygulandığını vurgulayan Aydoğan, cerrahi müdahale için zorunlu haller dışında 4-5 yaşlarının uygun olduğunu hatırlattı

Diyabet ayaklarda alarm veriyor

Doç. Dr. Mehmet Akif Büyükbeşe, diyabet hastalarının ağrıyı hissetmedikleri için kalp krizi geçirdiklerini bilemediklerini söyledi.

Büyükbeşe, şeker hastalığı olarak da bilinen diyabetin, ölümler ve organ kayıplarına neden olma yanında yaşam kalitesini düşüren ve ağrısız ilerleyen bir hastalık olduğunu belirtti.

"Ayağında iyileşmeyen yarası olan, tekrarlayan mantar enfeksiyonları yaşayan, ayağı yaz-kış ısınmayan kişilerin aklına gizli diyabetli olduğu gelmeli" diyen Büyükbeşe, gizli diyabetlilerin oranının küçümsenmeyecek düzeyde olduğunu vurguladı.

Diyabetin süreğen bir tedavi gerektirdiğine dikkati çeken Büyükbeşe, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Özellikle insülin kullanması gereken hastaların, insülin kullanmamaları durumunda ’sessiz ölüm’ adı verilen durum ortaya çıkabiliyor. Yani diyabet hastası bir yerinde ağrı ya da sızı hissetmediği halde şah damarında pıhtı oluşabiliyor. Bu pıhtı beyin damarlarında tıkanma yaratıyor. Hasta, tıkanan damarının denetlediği organa ilişkin felç geçirebiliyor.

Diyabet hastalarının vücudunda şeker alkole benzer bir maddeye dönüştürülüyor. Bu nedenle diyabetliler ağrıyı hissedemiyor. Öyle ki, kalp krizi geçiren kişi şiddetli bir ağrı hisseder. Diyabet hastaları ağrıyı hissetmedikleri için kalp krizi geçirdiklerini fark edemiyor."

2030 yılında Türkiye’de şu an olduğundan çok daha yüksek seviyede diyabetli olacağını belirten Büyükbeşe," Türkiye Diyabet Vakfı ve Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) araştırma verileri, Türkiye’de diyabetli oranının yüzde 7,2 olduğunu gösteriyor. Bu en resmi rakamdır. Ama bir de yüzde 6,7 oranında gizli diyabetli var. Bu da diyabetli sayısını ikiye katlıyor. Sayılarla ifade etmek gerekirse, Türkiye’de 2 milyon 600 binden fazla diyabet hastası, 2 milyon 400 bini aşkın da diyabete eğilimli kişi var"dedi

Kavun sakinleştiriyor!

Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mevlüt Mülayim, karpuzdan sonra pazar ve manavlarda yerini almaya başlayan kavunun Türkiye'nin hemen her yerinde yetişebilen son derece yararlı bir yaz meyvesi olduğunu söyledi.

Sıcaklarda bolca tüketilen ve sindirimi kolay olan kavunun, içerdiği A vitamini ve madeni maddelerle kanı temizlediğini belirten Mülayim, kavunun antioksidan, yani vücudu temizleyici etkiye sahip olduğunu kaydetti.

Böbrekleri rahatlatan kum ve taş dökmeye yardımcı olan kavunun yüksek miktarda su ve düşük miktarda kalori içerdiğini dile getiren Mülayim, ''Kansızlığı gideren ve idrar söktüren kavun, sinirleri yatıştırmada da etkilidir. İçindeki B vitamini krom ve iyot sinirleri teskin eder. Kişiyi sakinleştirir. Cildin taze ve pembe kalmasını sağlayan kavunun orta boyu günlük C vitamini ihtiyacını karşılamak için yeterlidir'' dedi.

Prof. Dr. Mülayim, özellikle karbonhidrat bakımından zengin olan kavunun yeteri kadar B ve C vitamini içermesi nedeniyle her gün tüketilmesi gereken bir besin maddesi olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Mevlüt Mülayim, yazın en çok tüketilen meyvelerinden karpuzun ise kavuna göre daha fazla su ile sodyum, potasyum, kalsiyum gibi çeşitli mineral ve vitaminleri içeren faydalı bir besin maddesi olduğunu belirterek, ''Kavun gibi böbrekleri çalıştırarak kum ve taş dökmeye yardımcı olan karpuz, içindeki madeni tuzlar sayesinde vücudu zehirleyen çeşitli zararlı atıkların da kandan atılmasını sağlıyor'' diye konuştu

Adaletsizlik duygusu, kalbi vuruyor

İngiltere’de yapılan bir araştırma kendilerine adil davranılmadığını düşünen insanların kalp hastalıklarına yakalanma riskinin daha yüksek olduğunu ortaya koydu.

İSTANBUL - Araştırma, işyerinde mevki, takdir görme, kurumsal yapılanma gibi faktörlerin, toplumdaysa aile ya da arkadaş çevresinde adaletsizliğe maruz kalmanın yarattığı sıkıntının kalp krizine dahi yol açabileceğini gösterdi.

Londra Üniversitesi’nin yürüttüğü araştırma, adaletsizlik duygusunun ne denli önemli fizyolojik sorunlara yol açabileceğini göstermesi açısından çarpıcı sonuçlar içeriyor.

8 bin kadın ve erkek arasında yapılan çalışmada, deneklere “kendinizi çoğunlukla adaletsizliğe uğramış hissediyor musunuz?” sorusu yöneltildi. Ayrıca denekler, 11 yıl boyunca iş yerlerindeki mevkileri, ödüllendirilip ödüllendirilmedikleri, toplumda gördükleri muamele ve aile içi ilişkileri açısından gözlemlendi.

Araştırma, toplumda, işinde ya da evinde kendisine adil davranılmadığına inanan kişilerde kalp hastalıklarına yakalanma riskinin yüzde 55 daha fazla olduğunu ortaya koydu.

Araştırmaya göre, kadınlar daha büyük bir risk altında. Zira toplumda erkekler, kadınlara oranla daha adil muamele görüyor.

Üstelik adaletsizlik hissi sadece kalp hastalıklarına değil, sigara bağımlılığı, aşırı duyarlılık, obezite gibi sorunlara da yol açabiliyor.

Ancak uzmanlar, bu tip rahatsızlıklarda tek bir faktörün değil değişik risklerin de hesaba katılması gerektiği konusunda uyarıda bulunuyor.

Vitamini doğru kullanma rehberi

Vitamin ve mineraller ihtiyaca göre kullanılırsa başta kanser olmak üzere pek çok hastalığı önlüyor, ancak fazla veya bilinçsiz kullanımı tam tersi etki yaparak riski artırıyor.



İZMİR - Yeterli ve dengeli beslendiğinizi düşünüyor musunuz? Sağlıklı mısınız? Eğer yanıtlarınız evetse, günlük diyetinizde seçtiğiniz besinler günlük vitamin ve mineral ihtiyacınızı karşılıyor ve dışarıdan vitamin ve mineral desteği (supleman) alımına gerek yok demektir.


KİM, HANGİ VİTAMİNİ ALMALI
Ağır menstrüel (adet) kanaması olanlar: Demir minerali.
Gebe ve emzikli kadınlar: Demir, folat ve kalsiyum.
Menopoz dönemindeki kadınlar: Kalsiyum minerali.
Çok düşük kalorili diyetle beslenenler: Multivitamin.
Vejetaryenler: Kalsiyum, demir, çinko, B12 ve D vitamini.
Süt ve türevlerini sınırlı alan ve yeterince güneş ışığından yararlanamayanlar: D vitamini.
Sağlıklı bir diyetle beslenemeyenler: Doktorlarının önereceği bir veya daha fazla vitamin ve mineral alabilir.

ZARARLARI
Suplemanların azı karar çoğu zarardır. Bazı suplemanların aşırı tüketimi kısa dönemde kusma, ishal, saç dökülmesi gibi sorunlara, uzun dönemde ise böbrek taşları, karaciğer ve sinir sistemi hasarına neden olabilir. Yağda eriyen vitaminler vücutta depolandıkları için yüksek doz alımları durumunda toksik etki göstererek zehirlenmelere hatta ölüme bile neden olabilirler. Örnek olarak aşırı A vitamini alımı durumunda karaciğer ve kemik hasarı, baş ağrısı, ishal ve doğumsal bozukluklar görülebilir. Aşırı D vitamini alımı kemik ve böbrek hasarına neden olabilir.



Son yıllarda yapılan araştırmalar vitamin ve antioksidanların sanılanın tam aksine kanser riskini artırdığını gösteriyor. Örneğin 2000 yılında yayınlanan bir araştırmada, beta karoten (A vitamininin öncüsü) ve E vitamininin sigara içen erkeklerde akciğer kanser riskini yüzde 18 ve kansere bağlı ölüm riskini yüzde 8 oranında artırdığı kanıtlandı. 2002 yılında kalp hastalığı riski yüksek kişilerde multivitamin kullanımının 5 yıl sonunda ne kalp krizi, felç, kanser ne de diğer ciddi hastalık risklerini azaltmadığı da belirlendi. Ekim 2004’te yayınlanan Lancet isimli tıp dergisinde 170 bin kişi üzerinde yapılan 14 büyük klinik çalışma sonucu A, C, E vitamini ve beta karoten kullananlarda mide-bağırsak kanserlerinden ölümlerin daha fazla olduğu, sadece 4 çalışmada selenyum mineralinin kanser riskini azaltabileceği saptandı.

İKİ VİTAMİN PİYASADAN ÇEKİLDİ
2004 yılı sonunda böbrek kanseri ve böbrek yetersizliğine neden olan aristolochic asit içeren Expellin ve Cardioflex isimli 2 doğal beslenme ürünü piyasadan çekildi. Bu veriler ışığında düzenli olarak vitamin hapı kullananların yüzde 9’unun vaktinden önce yaşamlarını yitireceği hesaplandı. “Vitamin, mineral ve antioksidanlar da ilaçtır, asla gelişigüzel kullanılmamalıdır” diyen uzmanlar, besinlerin içerisinde vitamin ve mineraller dengeli olarak bulunduğunu söyledi

Demlikte kalan çay bakın ne işe yarıyo?

Saçınız mat mı?
Saçınızı şampuanladıktan sonra son su olarak bir çaydanlık ılık çayla durulayın. Bakın saçlarınız nasıl ışıl ışılıyor .
Ayağınız mı kokuyor?
Ilık çay dolu bir leğene ayaklarınızı daldırın ve her akşam yatmadan önce 10 dakika tutun. 10 günde koku diye bir şey kalmayacaktır.
Boğaz ağrılarında
Posaları süzüp soğuyan demi boğaz ağrılarında *gargara olarak kullanılır.
Cildiniz çok mu yağlı?
Banyodan çıkmadan son su olarak bir çaydanlık çay ile teninizi ovuşturun, balsam vazifesi görün.
Derinizdeki yaraların temizlenmesi
Çayı, derinizdeki yaraların temizlenmesi ve antibiyotik etki göstermesi için pamukla tatbik ederek kullanabilirsiniz.
Eliniz balık, soğan mı kokuyor?
Balık ayıkladınız, ellerinizi sabunla yıkadınız ve hala balık kokuyor. Ya da soğan soydunuz, soğan kokuyor. işte kurtarıcınız yine çay. Elinizi demli çayla yıkayın. Bakın bakalım hiç koku kalmış mı?
Gözünüz çapak mı yapıyor?
Kaynamış çayı bir tasa koyup buharı gözünüze gelecek biçimde başınızı üstüne koyun. Ya da ılık çaya batırılmış gözlerinize ve etrafına tatbik edin.
Yemek yerken dilinizi mi ısırdınız?
Yine ilacı demlikteki çaydır. Ağzınızı günde üç defa çalkalayın, diliniz dokuz yerine üç günde iyileşecektir.
Buzdolabınız koku mu yapıyor?
Demlikte kalmış çay posalarını kurutup bir kap içinde buzdolabının orta rafına yerleştirin, kokudan eser kalmayacaktır

Ekmeğin esmeri vitamin deposu

Karbonhidrat ve protein kaynağı olan ekmek, beslenme programı içerisinde yer alması gereken önemli bir besindir.


Ekmeğin beyazı yerine kepeklisi, çavdarlısı, tam tahıllısı tercih edilmelidir.

Diyet sözcüğü gündeme geldiğinde tüketiminden vazgeçilen ilk besin hiç şüphesiz ekmektir. Peki, insanların gerçekten kilo almasına neden olarak gördükleri ve diyetlerinden ilk çıkardıkları besin olan ekmek, gerçekten kilo alma üzerinde bu kadar etkili midir? Ne miktarda tüketilmedir?

Ekmek, buğday, mısır, çavdar ve arpa gibi tahılların unlarına maya, katkı maddesi, tuz ve suyun belli oranlarda karıştırılıp yoğrulması ve hamurun belli bir süre mayalandıktan sonra pişirilmesiyle elde edilen temel bir besin maddesidir.

Türkiye'de, insanların gündelik hayatlarında tükettikleri enerjinin yüzde 66'sı tahıllardan ve bu oranın yüzde 56'lık kısmı yalnız başına ekmekten karşılanmaktadır.

Üç bölümden oluşuyor

Karbonhidrat ve protein kaynağı olan ekmeğin beyaz, kepek, çavdar, mısır, tam tahıllı, çok tahıllı gibi pek çok çeşidi bulunmaktadır. Tahıl tanesi öz, kepek ve endosperm olmak üzere 3 bölümden oluşur.
B grubu vitaminleri, çinko, magnezyum, selenyum, krom gibi mineraller, lif, fenol, fitat, saponinler gibi maddeler öz ve kepek bölümlerinde daha çok bulunur. Endosperm daha çok nişasta ve proteinden oluşmuştur. Öğütme işlemi sırasında beyaz ekmek, B grubu vitaminleri ve mineraller açısından oldukça fakir hale gelir.

Beyaz ekmekle tam tahıl ekmeği arasındaki farklar

Beyaz ekmek besin öğesi içeriği bakımından tam tahıllı ekmeğe göre oldukça fakirdir. Tam tahıl ekmeği posa, E vitamini, selenyum, demir, magnezyum, çinko ve B vitaminleri gibi öğeler bakımından zengindir.

Beyaz ekmek üretilirken posa kaybı olur. Posa kronik hastalık riskini azaltan, kabızlığa, hemoroit ve divertiküllere, kolon ve meme kanseri başta olmak üzere bazı kanserlere karşı koruma sağlayan, kötü kolesterolü düşürerek kalp hastalığı riskini azaltan, kan şekerinin dengelenmesini sağlayan, kalorisi olmadığı için rahatlıkla tüketilebilen önemli besin öğesidir.

Beyaz ekmeğin glisemik indeksi yüksektir. Glisemik indeksi yüksek olan besinler hızlı emilir, hızla kana karışır ve sonrasında açlık hissi gelişir, yeniden yemek yeme ihtiyacı hissedilir.

Tam tahıl ekmeği kalp hastalıkları, kanser ve diyabet riskini azaltan pek çok bileşeni de içerir. Tam tahıl ekmekleri, hem pek çok kronik hastalığı önlediğinden hem de zayıflama diyetlerinde tokluk hissi sağladığı için beslenmemizde sıklıkla kullanılmalıdır.

Sonuç olarak ekmek, getirdiği yararlar nedeniyle beslenme programı içerisinde yer alması gereken önemli bir besindir.

Ancak beyazı yerine kepeklisi, çavdarlısı, tam tahıllısı gibi sağlık aşısından daha yararlı olanları tercih edilmelidir. Fazla tüketim aşırı enerji alımına neden olacağı için, her birey ihtiyacı kadar tüketmeye çalışmalıdır.

Cerrah robotlar işbaşında

Amerikan uzay ajansı NASA bugün uzaktan kumandayla çalışan iki özel robotun denemelerine başlıyor.

LONDRA - NASA, Raven ve M7 adı verilen robotları gelecekte uzayda acil ameliyat gerektiren durumlarda kullanılabilmeyi amaçlıyor. Robotlar bu amaçla Florida açıklarında denizin 20 metre altında, uzaydakine benzer koşulların sağlandığı bir ortamda test edilecek.

Raven ve M7, cerrahi müdahale yapabilecek şekilde tasarlanmış iki seyyar robot.

Washington Üniversitesi ile bağımsız araştırma şirketi SRI International of California’nın ortaklaşa geliştirdiği bu robotların gelecekte Ay’a ya da Mars’a yapılacak seyahatlere dahil edilmeleri planlanıyor.

Atlantik Okyanusu’nun altında yapılacak denemeler sırasında cerrahlardan oluşan bir heyet, bulundukları kontrol merkezinden internetten uzaktan kumandayla iki robotun kollarını kontrol edecekler.

Ancak bu ilk denemeler insan değil, kauçuk bloklar üzerinde yapılacak.

Raven’ı yönetecek uzmanlardan biri, Doktor Thomas Lendvay, robotların eğitimli cerrahlar kadar ustaca ameliyat yapabilecekleri görüşünde.

Lendvay, robotların hareketlerinin kendisini yöneten doktora bağlı olacağını, yani örneğin doktor sol kolunu soldan sağa hareket ettirdiğinde ya da kolunu büktüğünde robotun da aynı şekilde hareket edeceğini anlatıyor.

Uzmanlar, bu tür robotların sadece gelecekte uzun süreli uzay yolculuklarında değil, savaş alanlarında yaralanan askerlere müdahale amacıyla da kullanılabileceğini belirtiyorlar.

Sık duş beyin için zararlı!

ABD'li bilim adamlarına göre; düzenli ve sık duş almak beyin üzerinde zararlı etkiler yaratabiliyor. New Carolina'daki Wake Forest Üniversitesi'nin araştırması; suda bulunan manganezin düzenli solunmasının merkezi sinir sistemine zarar verdiğini ortaya koydu. Manganez, öğrenme güçlüğü, titreme, davranış bozukluklarına yol açabiliyor. Dr. John Spangler'ın araştırmasına göre, bir çocuğun 10 yıl her gün 10 dakika duş alması sonucu maruz kaldığı manganez tahribatı; bir deney faresinin beynini hasara uğratmak için yeterli miktardan 3 kat fazla oluyor.

Akciğer Kanserinin Erken Tanısında Balgam Sitoloji

Akciğer kanseri, gelişmiş ülkelerde, erkeklerde en sık, kadınlarda meme kanserinden sonra ikinci sıklıkta ölüme neden olan kanserdir. En sık 40-70 yaş arasında görülür. Sigara içen insanlar, akciğer kanseri için en büyük risk altında olanlardır. İçilen sigaranın miktarı ve süresi ile kanser gelişme riski doğru orantılı olarak artar (Şekil 1-2). Tüm akciğer kanserlerinin % 87’si sigara içmeye bağlı olarak gelişmektedir. Diğer önemli risk faktörleri; arsenik gibi bazı kimyasallara, asbest ve radyasyona uzun süre maruz kalmaktır. Bu faktörler de kanser yapıcı etkisini özellikle sigara içenlerde daha fazla gösterir.



Şekil 1: Sigara içen bir insanın akciğeri.





Şekil 2: Sigara içmeyen sağlıklı bir insanın akciğeri.



Akciğer kanseri ile mücadelenin en iyi yolu sigara içmemektir. Lütfen sigara içmeyiniz, içiyorsanız bırakınız, içmiyorsanız başlamayınız, içen yakınlarınıza bıraktırınız.
Akciğer kanseri için alınabilecek ikinci önlem de erken tanıdır. Akciğer kanserinin herhangi bir erken belirtisi yoktur. Bu nedenle klinik olarak ortaya çıkmadan önce yıllarca büyümesini sürdürür. Akciğer kanseri çoğu olguda tanı konduğunda metastaz yapmış (başka organlara yayılmış) olduğundan başarılı bir tedavi için geç kalınmış olmaktadır. Akciğer kanserinin belirtileri sık tekrarlayan bir soğuk algınlığında görülen belirtilere benzediğinden hastalar böylesine kötü bir olasılığı akla getirip de doktora gitmeyi düşünmemektedir. Ancak, son zamanlarda bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme ile erken tanılar konabilmektedir. Bununla beraber, bu yöntemler, pahalı yöntemler olup, tarama testi olarak kullanılmaları mümkün değildir.
Bu nedenle, henüz belirti veya rahatsızlık vermeyen bir akciğer kanserinin erken tanısı, ancak, balgam sitoloji (smear=yayma) ile mümkündür.
Akciğer kanserinin %70’i akciğerin merkezinde (bronşlarla ilişkili) gelişir (Şekil 3). Balgam sitoloji incelemesinde bu kanserlerden dökülen hücreler saptanabilir. Akciğerin merkezinde gelişen kanser tipleri sigara ile en çok ilişkili olarak gelişenlerdir. Bu nedenle, sigara tiryakilerinin balgam sitoloji testi yaptırmaları bu kanserlerin erken saptanmasında ve cerrahi tedavi şansının kaybedilmemesinde önemlidir.





Şekil 3: Akciğer kanserinin bronşlara (hava yolu) yakınlığı. Kanser hücreleri bronşlara girerek balgama karışmaktadır.

Akciğer kanserinden ölüm, tanıdan sonraki 5 yıl içinde % 94 oranında olmaktadır. Ancak, eğer kanser küçük hücreli tip dışındaki kanserlerden biri ise, henüz yayılmadan saptanmış ise ve çapı 3 cm'den küçük ise, cerrahi tedavi sonrası hastaların % 75’inden fazlası 5 yıllık yaşam şansına sahip olmaktadır. Bu nedenle akciğer kanserinde erken tanı çok önemlidir.
Balgam sitoloji testi, 3 ayrı günde ve sabahın ilk balgamı alınarak yapılmalıdır. Balgam, patoloji laboratuarına bir plastik kap içinde taze olarak getirilebilir. Ayrıca, balgamı etil alkol içeren bir kaba koyarak getirmek de mümkündür (Şekil 4). Balgam patoloji laboratuarına getirmek üzere yola çıkana kadar buzdolabında bekletilmelidir.



Şekil 4: Smear kabı.

Balgam sitoloji ile sadece akciğer kanserinin tanısı değil, akciğerin mantarlar ve parazitler gibi bazı mikrobik hastalıklarının tanısı da konabilmektedir.

5 Temmuz 2007 Perşembe

Karpuzun Çekirdeği Bile Faydalı

Çekirdeği bile faydalı

Karpuzun kansere karşı da etkili olduğu ortaya çıktı.


Karpuzun, düşük kalori değerinin yanı sıra çeşitli kanser türlerine karşı da etkili olduğu kanıtlandı.


Beslenme ve diyet uzmanlarının yaz diyetlerinde sık yer verdiği karpuz, düşük kalori değerinin yanı sıra çeşitli kanser türlerine karşı etkili maddeler içermesiyle de doktorlarca tavsiye ediliyor.


İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi beslenme ve Diyet Uzmanı Erkan Erdal, bol miktarda C vitamini barındıran karpuzun aynı zamanda antioksidan özelliği olduğunu ve çeşitli kanser türlerine karşı etkili olan betakaroten içerdiğini kaydetti.
Karpuzda bulunan yüksek miktarda potasyumun ise kalp fonksiyonlarının ve kan basıncının düzenlenmesine yardımcı olduğunu ifade eden Erdal, aynı zamanda iyi bir lif kaynağı olduğu için karpuzun bağırsak hareketlerini de düzenlediğine dikkati çekerek, bağırsak kanserini önlemede de karpuzun rol oynadığını söyledi.

ÇEKİRDEKLERİ DE YARARLI

Karpuz çekirdeklerinin de içinde bulunan “cucurbocitrin” adlı maddenin kan basıncını düşürmeye yardımcı olduğunu ifade eden Erdal, çekirdeklerin içinde yer alan bu maddenin böbrek fonksiyonlarının düzenlenmesine de yardımcı olduğunu kaydetti.


Erdal, karpuzu yaz aylarında hazırladıkları diyet programlarına mutlaka dahil ettiklerini belirterek, “Yağ ve kolesterol içermediğinden ve kalorisi düşük olduğundan, yaz aylarında yapılan diyetlerde karpuzun özel bir yeri var” diye konuştu.

Kalorisinin düşük olmasına karşın, karpuzun “sınırsız” tüketilmesinin de söz konusu olmadığını belirten ve diyet yapanları tüketecekleri karpuzun miktarının ölçülü olması konusunda uyaran Erdal, orta büyüklükte bir karpuzun 8'de bir diliminde yaklaşık 45 kalori olduğunu ifade ederek, bu miktarın bir porsiyon için yeterli olduğunu kaydetti.
Karpuz seçerken olgun, koyu renkli çekirdekli olmasına dikkat edilmesi gerektiğini anlatan Erdal, karpuzun çekirdeklerinin kurutulup ezilerek yenilebileceğini söyledi.

Beynimiz serinlesin diye esniyormuşuz

Beynimiz serinlesin diye esniyormuşuz

Esneme vücudun beyni serinletmesi için bir yöntemmiş...


Uykusuzluk, can sıkıntısı, halsizlik... Bugüne kadar insanların neden esnediği üzerine pek çok teori üretildi. Bunların yanı sıra 'kandaki düşük oksijen seviyesi' de kimi zaman esnemeyle ilişkilendirildi. New York Üniversitesi psikoloji profesörü Andrew C. Gallup'a göre, neden esnediğimizi aslında kimse bilmiyor, ancak o ve ekibinin yeni bir açıklaması var: Esneme vücudun beyni serinletmesi için bir yöntem.

Ekip çalışmada, deneklerin beyinlerinin ısındığı zamanlarda daha sık esnediğini gözlemlediklerini açıkladı. Esnemenin, vücudun diğer sistemleri yetersiz kaldığında, beyin sıcaklığını düzenlediği yönündeki teoriyi ispatlamak için araştırmacılar, insanların çevresinde birileri esneyince, hemen esnemeye başladıkları gerçeğinden hareket etti.

Gönüllüler, gülen ya da esneyen insan görüntülerinin olduğu filmin oynatıldığı odaya alındı. Gözlemciler deneklerin ne sıklıkta esnediğini inceledi. Bazı deneklerden filmi izlerken burundan nefes almaları, daha sonra da alınlarına sıcak ya da serin tamponlar bastırmaları istendi. Beynin serinlemesini sağlayan alna buz konulması ve burundan nefes alınması sırasında, bulaşıcı esnemenin kesildiği görüldü.

Cinsel gücü arttıran bitkiler

Cinsel gücü arttıran bitkiler

Bu bitkiler cinsel hayatı yeniden ayağa kaldırıyor...

Bu bitki ve baharatları tüketen çiftler, birbirlerine daha çok zaman ayırmak isteyecek. Çünkü, cinsel gücü artıran bu bitkiler, oldukça güçlü etkiler yaratıyor.



* Tarçın: Hormonları çalıştırır ve cinsel gücü artırır. Bir bardak suya bir kahve kaşığı atılıp çay gibi içilebilir. Sütlü tatlıların üstünde kullanmayabilirsiniz.



* Ay çekirdeği: Cinsel arzuyu artırıyor ama sivilce ve kilolarda da artışa neden oluyor. Birinden birini seçeceksiniz!



* Yulaf ezmesi: Özellikle kadınlarda cinsel isteksizliği giderir. Hormonları düzenler ve vücut direncini artırır. Her sabah sütlü yulaf ezmesinin içine isterseniz ceviz, fındık, antepfıstığı koyabilirsiniz. Bu kuvvetli öğünle gününüzü daha kolay geçirebilirsiniz.



* Üzerlik tohumu: C insel gücü artırır, hamileliği kolaylaştırır. Ezilmiş tohum günde 1-2 gr. bala karıştırılarak yenir veya doğrudan suyla içilebilir.



* Kırmızı ve yeşil acı biber, karabiber: Hep tatlılar bu etkiyi yapacak değil ya, inanamayacaksınız ama acı da cinsel isteği kamçılar...



* Sarmısak: Tüm hormonları çalıştırır. Çiğ olarak yenmesi tavsiye edilir.



* Roka: Yeşil sebzeler içinde bu anlamda en değerlisi rokadır. Yalnız balık yanında değil, salatalarda da kullanmalısınız.



* Zencefil: Tüm vücudu uyarır, bedenen ve ruhen güç kazandırır. Kurabiye ve tatlılarda da kullanılabilir.



* Kekik ve nane: Özellikle kadınlarda bütün kadınlık hormonlarının düzenli çalışmasını sağlar ve vücudu güçlendirir.



* Hardal, kimyon, kişniş: Bütün hormonları çalıştırır ve sinirleri de kuvvetlendirir.



* Vanilya: Hem bedeni, hem de sinirleri güçlendirir, cinsel gücü artırır. Tatlı ve keklerde bol bol kullanılabilir.



* Isırgan tohumu: İşte ufak bir mucize. Bir kilo bal ile 100 gr. ısırgan tohumunu karıştırın ve her gün bir kaşık yiyin. Bomba gibi hissedeceksiniz.



* Arı sütü, bal ve polen karışımı: Bu karışım hem hücrelerinizi yeniler, hem de yaşınız ilerlese de cinsel gücünüzü yerinde tutar.

En güzel tansiyon ilacı

En güzel tansiyon ilacı

Günde sadece bir parçası tansiyona karşı birebir...

Günde bir parça sütsüz siyah çikolatanın tansiyonu düşürdüğü açıklandı.

Almanya’daki Köln Üniversitesi’nin yaptığı araştırmada kakao yönünden zengin yiyeceklerin antiseptik özellikleri dolayısıyla, ilaç kullanımı ve diyetten daha etkili olduğu ortaya çıktı. Araştırmada yüksek tansiyon hastası denekler iki gruba ayrıldı. İlk gruba hergün 6.3 gramlık, 30 miligram polifenol içeren bitter çikolata, ikinci gruba ise aynı miktarda ancak polifenol içermeyen beyaz çikolata verildi. Amerikan Tıp Birliği Dergisi’ne açıklama yapan araştırmacılar, bitter çikolatanın vücut ağırlığını artırmadan ortalama kan basıncını indirirken, beyaz çikolatanın bu yönde bir etkisi olmadığını belirttiler.Uzmanlara göre, kan basıncındaki azalma büyük miktarda olmasa da uygulamanın etkileri klinik açıdan kayda değer bulundu.

Masaj yapılan bebeğin boyu uzuyor

Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu tarafından gerçekleştirilen “Bebeklerde bebek masajının uyku süresine, büyüme- gelişmeye ve annelerde kaygı düzeyine etkisinin incelenmesi" konulu araştırma, masaj uygulamasının bebeklerin ağırlık ve boy artışları üzerine olumlu etkileri olduğunu ortaya çıkardı

Bornova Osmangazi Seher Şükrü Ergil Sağlık Ocağı tarafından izlenen 15 günlük sağlıklı bebeklerden kontrol ve masaj gruplarına gelen 60 bebek ve anneleri üzerinde yapılan araştırma ilginç sonuçlar ortaya çıkardı. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeynep Conk, “Masaj uygulamasının bebeklerin ağırlık ve boy artışları üzerine anlamlı etkisi olduğu, ayrıca bebek masajlarının erkek bebeklerin ağırlık ve boy artışında kızlara oranla daha etkili olduğu saptandı" dedi. Çalışmanın bebeklerde bebek masajının uyku süresine, büyüme ve gelişmeye ve anneler üzerindeki kaygı düzeyine etkisini ölçmek amacıyla gerçekleştirildiğini kaydeden Prof.Dr. Conk, “Masaj uygulamasının annelerin kaygı düzeyleri üzerinde de olumlu etkileri olduğu görüldü" diye konuştu.

Damar sertliğine yeni umut

Damar sertliğine yeni umut

Yapılan araştırma Beta-bloker grubu ilaçların damar sertliğini yavaşlatığını kanıtladı..


ABD'de Cleveland Clinic'te görev yapan Dr. İlke Sipahi, beta-bloker grubu ilaçların damar sertliğini yavaşlattığını, hatta geriletebildiğini kanıtladı.

Toksü ve Chase Halkla İlişkiler firmasından yapılan yazılı açıklamaya göre, Cleveland Clinic Kardiyovasküler Tıp Bölümünün Kalp Yetersizliği ve Transplantasyon Programında görev yapan Dr. İlke Sipahi, 1500'ü aşkın hastayla yaptığı araştırmanın sonuçlarını yayınladı.

Araştırmada, koroner damarlarındaki tıkanıklık miktarı çok hassas bir yöntem olan damar içi ultrasonla ölçülen 1500'ü aşkın hasta, 18-24 ay süreyle takip edildi. Takip süresi sonunda uzun yıllardır piyasada bulunan ve beta-bloker adı verilen bir grup ilacın, koroner damar hastalığını yavaşlatabileceği, hatta birçok hastada geriletebileceği ortaya konuldu.

Dr. Sipahi'nin konuyla ilgili araştırma makalesi, tıp dünyasının prestijli dergilerinden Annals of Internal Medicine'in 3 Temmuz 2007 tarihli sayısında yayınlandı.

Dr. İlke Sipahi de araştırmanın sonuçlarına yönelik şu açıklamayı yaptı:

"Bu grup ilaçlar, örneğin metoprolol ve atenolol tüm dünyada ve ülkemizde uzun yıllardır bazı kalp hastalıkları ve yüksek tansiyonun tedavisinde kullanılıyor. Ancak bugüne dek bu ilaçların koroner damar sertliğini yavaşlatıp geriletebileceğini bilmiyorduk.

Yeni araştırmamızın ışığında koroner hastalığı olan tüm kişilerin, örneğin damarlarına balon-stent ile müdahale edilmiş, by-pass ameliyatı olmuş, kalp krizi geçirmiş veya kalp damarlarında erken evre tıkanıklık saptanmış kişilerin bu ilaçlardan büyük fayda göreceğini düşünüyorum."

Giyilmesi Zararlı Giysiler

Moda uğruna giydiğimiz dar kot, mini etek, topuklu ayakkabı gibi pek çok giysi ve aksesuvar bizi
hasta ediyor! İşte gardırobunuzda sizi bekleyen tehlikelerden birkaçı:

Dar kot: Dar pantolonlar, kalça kemiğinin altındaki sinir hücrelerini sıkıştırarak bacaklarda ağrıya
yol açabilir.

Korse: Karın bölgesine baskı uygulayarak midenin içindeki maddelerin yemek borusuna itilmesine ve
sonuç olarak mide ekşimesine neden olur.

Spor ayakkabısı: Her gün giyilen spor ayakkabıların içinde lavabodan daha fazla mantar oluşur.

G-string: Bu tür çamaşırlar, genital bölgedeki hassas deride tahrişe neden olur ve iltihaplanmasına
yol açabilir.

Kravat: Sıkı bağlanırsa damarları sıkıştırarak göze basınç uygulanmasına neden olur. Zamanla bu
durum glokoma ve görme kaybına yol açabilir.

Mini etek: Soğuk havada mini etek giymek selülit oluşumunu hızlandırır. Soğuk hava bacaklardaki kan
dolaşımını zayıflatır, bu da selülitin başlıca nedenlerinden biridir.

Yüksek topuk: Ayaklarda iltihap ve şişliklere yol açar, duruşu bozar.

Dar çamaşır: Dar iç çamaşırı, erkeklerin genital bölgelerinde ısı artışına yol açarak sperm
üretimini azaltır.

Sütyen: 24 saat sütyen takanlarda göğüs kanserine yakalanma riski 12 saat takanlara oranla 133 kat
fazladır.

20 Yaş Dişleri Çekimi Gerekli Mi?

Sürekli dişlerin ağızda yerini alma dönemi 12 yaşında 2, büyük azıların sürmesiyle birlikte sona
erer. Bununla beraber 20 yaş civarında 3 büyük azı çene kavsinin sonunda yerini alır. Bu beklenilen
ve ideal olan durumdur. Ancak yirmi yaş dişleri söz konusu olduğunda, pek çok varyasyon
gözlenebilir. Bunlar yirmi yaş dişinin çene kemiği içinde tamamen gömük kalması (tam gömük), diş
kavsinin elverdiği oranda bir kısmının sürmesi (yarı gömüklük) yahut pozisyonu bozuk (diş kavsi
dışında) sürmesi gibi durumlardır.
20 yaş dişi çekim nedenleri:

Özelikle tam ve yarım gömülü kaldığında bir kiste ya da iltihaplanmaya neden olabilirler.
Sürme sırasında diğer dişleri öne doğru iterek dişlerde eğrilme ve çarpılmalara yol açabilirler.
Gömük ya da yarı gömük kaldığı durumlarda önündeki büyük azı dişinin köküne zarar verebilir. Bu
bölgede çürük ve dişeti problemlerine neden olabilirler.
Çene kavsinin en gerisinde bulunması nedeniyle zaman zaman çene ekleminde sorunlara yol açabilir.
Çene açıldığında tıkırtı ve eklemde ağrı şikayetlerine neden olabilir.
Çene kavsinin en gerisinde yer almasından dolayı yirmi yaş dişlerinin temizliği çoğu zaman oldukça
güç olmakta, hatta hastaların büyük bir kısmı bu dişlerin etrafını hiç temizleyememektedirler.
Düzenli olarak temizlenemediğinden çevresinde taş birikimi olmakta, bu durum ağız kokusuna ve dişeti
şikayetlerine yol açmaktadır.

En Çok Söylenen Diyet Yalanları

1-Sabah aç karına içilen limon suyu yağları yakar/Yanlış
Bu da en çok söylenen diyet yalanlarından. Oysa ne limon, ne maydanoz, ne de ceviz suyunun kilo
verdirici bir etkisi yoktur. Bunlar sadece günlük sıvı alımına katkıda bulunurlar o kadar.

2- Zeytinyağı kilo aldırmaz/Yanlış
Tereyağı, bitkisel yağ, zeytinyağı… Bütün yağların kalorisi aynıdır. Hepsinin 1 gramı 9 kalori
içerir. Ancak bileşim olarak diyetlerde zeytinyağı daha çok önerilir. Özellikle kalp sağlığını
korumada rolü büyüktür.

3- Diyet sırasında karbonhidratlarla proteinler asla karıştırılmamalıdır/ Yanlış
Bu sistem kısa vadede bir çözüm gibi görünebilir ancak uzun süre uygulanması imkansızdır, çünkü
birçok besin bileşiminde hem karbonhidrat, hem de proteini barındırır. Örnek: Süt, yoğurt, meyve,
ekmek, patates, pilav, makarna…

4- Patates şişmanlatır/Yanlış
Hiçbir besin tek başına kilo aldırmaz, hiçbir besin de kilo verdirmez. Önemli olan besinlerin ne
kadar alındığı ve tüketilirken, sos vs.. gibi katkı maddeleriyle ne kadar lezzetlendirildiğidir.
Büyük boy bir haşlanmış patates, ortalama 100 kalori içerir ama aynı patates kızartılırsa, kalori
miktarı 600 kcal’i bulur. Bu da, asıl şişmanlatanın patates değil, yağ olduğu gerçeğini doğrular.

5- Ispanak demir yönünden çok zengin olduğundan diyet sırasında sık sık tüketilmelidir/ Yanlış
Bu mit çürüyeli çok oluyor ama hala halk arasında ıspanak mucize sebze olarak biliniyor. Oysa
ıspanak da, diğer tüm yeşil yapraklı sebzeler gibi demirden fakirdir. Ancak, posa, folik asit ve
potasyum açısından çok zengindir. Diyet sırasında bol bol tüketilmesinde bir sakınca yoktur ama
yağsız ve az haşlanmış olmak şartıyla.

6- Kepek ekmeği zayıflatır/Yanlış
Aslında kepek ekmeğiyle normal ekmeğin kalorisi neredeyse aynıdır. Ancak kepek ekmeği
saflaştırılmadığı için içinde lif oranı çok yüksektir. Bu nedenle bağırsak hareketlerini hızlandırır
ve mideyi daha geç terk ettiğinden tokluk hissi daha uzun sürer. Ayrıca normal ekmeğe göre vitamin
B1 yönünden daha zengindir